"çalmadan çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek; bu kadar zor, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?"
sözleri kafamdan çıkmıyor hiç. yaşatmadılar onu da.
göğsümde gözlerinin sapladığı bir bıçak,
beynimde hayaliyle alevlenen bir ocak...
içerim bu haldeyken herkes garip bulacak:
başımı sükunetle taşlara vurduğumu...
bu sükut çiğnenen bir muhabbetin yasıdır.
bu sükut bir kömürün içerden yanmasıdır.
bu sükut beynimdeki cinnetin potasıdır;
görüp aldanmayınız sessizce durduğumu...
ben de nihayet bütün bağları kıracağım;
onu ıssız dağlara alıp kaçıracağım,
etini bir canavar gibi ısıracağım
ve, herkes seyredecek nasıl kudurduğumu.
romanlarında çok sade bir dili vardır. birçok kimse romanlarını okuduğu zaman o hikayede kendini bulabilir. özel bir yazardır. öğretmendir. eşiyle de öğretmenlik stajında tanışmıştır.
"Çalmadan çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?
Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer.”
parmaklarında türlü küçük manevralar yapmış olan kalemlerin ve üstlerine işlenen her satırla şekillenen kağıtların şayet ki dili olsaydı, kendisine minnet duygularını dile getirecekleri pek kıymetli yazar. yazdıklarının tesiri ege'nin kışın esen mahalli rüzgarları gibi adamın içinden geçer, ardından çıkar.
sevip sayanına "markopaşa yazıları ve ötekiler" önerilir.
canım benim.
canım abim.