--spoiler--
kadına şiddet konusunda ne kadar hikaye yazılsa azdır. fakat burada yazar hikayeden daha çok kurgusunu ön plana çıkarmış ve bu işi de çok iyi becermiş. sorgu odasında -ya da akıl hastanesi- soru cevap şeklinde ilerlerken hikaye kendiliğinden okuyucunun kafasında kurgulanyor. sürekli bir akıcılık sağlanmış. dialoglar olması gerektiği gibi.
tehlikeli bir mesaj da veriyor bir yandan.
-ben bunu sevgiden yaptım mesajı.
halbuki bence anlatılmak istenen sanılanın aksine kadınları sadece düşük eğitim profilli "öküz" olan kocaların değil, belli bir eğitime sahip ve güzel türkçe konuşabilen ama ruh hastası olan bir psikopatın da baskı ve şiddet altına alabileceğini göstermesi.
--spoiler--
--spoiler--
sevdiği kadını ölüme uğurlayan bir adamın aşırı kasvetli hayatı ve her yıl ölüm yıldönümünde yaptığı ritüelin neredeyse tamamı tasvirlerle anlatılan hikayesi.
--spoiler--
hikayeyi okuduğunda adam için üzülmemiz ya da kendimizi adamın yerine koymamız çok kolay. oda tasvirinde eşyaların canlandırılması kısmını çok beğendim. simgeler çok başarılı kullanılmış.
okunması kolay değil, gereğinden kısa, çünkü bir olaylar örgüsü yok. bunlar da negatif yanları.
--spoiler--
bir ev sahibi olabilmek çekilen onca gereksiz sıkıntı varken adamın bir akrabasının çocuğu için üzülerek ruh hastası olması
"zayıf" kalmış olsa da hikayenin tamamı iyi bir kurguya ve güzel bir anlatıma sahip. hoş ve basit bir türkçe ile yazılmış dramatik bir hikaye. yazar diğer hikayelerinde olduğu gibi gene başarılı bir iş çıkarmış.
çok sevdim, eğlenceli bir hikaye.
çok güzel bir giriş. hikaye akıp gidiyor. çok başarılı buldum.
--spoiler--
hikaye kahramanın ağzından geliyor ve onun tespitlerine maruz kalıyorsunuz. biraz amerikan filmleri tespitleri gibi olsada bana sırıtmadı. çünkü adam kızın peşinden koşarken bildiğin türk. kurgulanışı çok güzel olmuş. fakat yazar resmin arkasına yazacak bir şey bulamamış. bu basit cümle ile bitmesi bende hayalkırıklığı yarattı. hikayenin sonuna kadar saklanacak yaratıcılık da bir cümle değil. robin hood seven ve fakirin fukaranın hakkını gözeten hırsız neden reina da ve babası polis ( yani devlet memuru) olan bir kızla orada nasıl tanışmış, ve bir polis villa tipi bir evde nasıl oturabiliyor gibi sorular açıkta kalsa da ben hikayeyi çok beğendim. bence çok başarılı.
--spoiler--
yazarlar, kurguladıkları hikaye veya roman kahramanlarını, okuyucu tarafından ya beğenilmesi ve desteklenmesi ya da nefret edilmesi ve kötü durumlara düşmesinin istenmesi için çoğunlukla çarpıcı karakterler olarak seçmeyi yeğlerler.
iyi ve kötü ya da iyiler ve kötülerin karşılıklı mücadelesi şeklindeki kurgulamalarda temel amaç, okuyucuyu bitaraf değil taraf olarak hikayeye dahil etmek, vicdan muhasebeleri ile zihninde duygusal sıçramalara neden olmak, sonuç itibarı ile onu esere bağlamaktır.
hikayemize döndüğümüzde;
ortada bir kahraman var, var olmasına da ona kahraman demek, bu sözcüğe hakaret olur. kendince bir karar vermeye çalışıp da veremeyen olsa amenna! lakin, ne yapması gerektiğini bilmiyor sanki. gönlü bir okyanus mavisinde, bir patlıcan morunda. maymun iştahlı desek o da değil zira, adamda iştah da kesik! çok istekliymiş izlenimi verdiği bir ilişkiden, yediği ilk çelmede cayıveriyor.
bir de felsefi yaklaşımı var;
"...Ne zaman kimden hoşlanacağını kişi belirleyemez. Sadece hoşlanır, zamanı gelince farkına varır. Yarın bitecek..."
ve bir takım hayaller de kurmuyor değil ama onlar da kendi gibi acayip;
"...Eksenel yüklemeyle ilgili hayallere dalmışken..."
bunu bir mühendislik öğrencisinden başkası başaramaz eminim.
öylesine acayip bir karakter var ki karşımızda; elimizden gelse, hikayede arkadaşlık teklif etmek istediği kızlara, 'aman ha!' diyeceğiz. neyse ki kabul eden olmadı da hikayenin sonunda rahat bir nefes aldık. yani, böyle bir olayda insanın dahli olmasa da seyirci kalmayı bile suç sayar, o derece silik ve nefret edilesi bir karakter.
yazarı yürekten kutluyorum! yani, bu derece silik bir karakter ile okuyucuyu bu denli heyecanlandıracak bir hikaye ortaya çıkarmak, ezber bozan cinsten büyük bir başarı.
buna mukabil, dikkat edilmesi gereken bazı şeyler de yok değil;
hikayelerin, tüm olayları kendi içlerinde çözmeleri elbette ki beklenemez. ancak, her şeyin okuyucuya bırakıldığı bir hikaye de rahatsız eder insanı. yani, hangi açıdan ve ne yöne çeksen oraya giden cinsten bir hikaye olmuş. evet! bu biraz da hikaye kahramanının basiretsizliğinden kaynaklanıyor ama örneğin, o mavi kazaklı kız hikayenin başında bir göründü bir kayboldu. sonra, hikayenin sonunda tekrar ortaya çıktı ama hiç bir olaya dahil olamadan hikaye bitti.
kahramanın odasını maviye boyamasına neden olan o kız nasıl bir şeydi? gözleri, saçları, boyu-posu-endamı, karakteri, güzelliği ya da çirkinliği hiç bir bilgi sahibi değiliz. o'nu neden etkilediğini dahi bilmiyoruz. mavi kazağından dolayı mı? olabilir ama emin değiliz.
kahramanı dahil her şeyin silik olduğu bir hikaye, okuyucu için çekici değildir. hiç bir zaman, belirsizlikler içerisinde yok olmak istemez okuyucu.
- bu hikayeyi okurken yoruldum.
yani, öyle-böyle bir yorgunluk da değil bu; tam anlamıyla bir 'bitap düşmek' hali.
yine aynı yazar ve bende yine aynı düşünceler. yahu şu hikayedeki olaya bir bakın, yazarın hayal gücüne, olaya mizah katışındaki ustalığa bir bakın. sonra, hiç vakit kaybetmeden anlatımındaki basitliğe bakın. bariz bir fark var değil mi? cümlelerle daha çok oynamalı yazar. daha çok sanat katmalı, daha çok kendini katmalı. "şöyleyken şöyle oldu stop, böyleyken böyle bitti stop." olayına son vermeli artık. bir sonraki öyküsünü sabırsızlıkla bekliyorum.
hikayeye öyle bir giriş yapmış ki yazar, sonuna doğru sürükleniveriyorsun. bir bakın şuna:
"bir ses mi geldi? hayır, hayır ses falan yok. dün geceden aldığım hapların yan etkisi olmalı bunlar. ama bir dakika ya gerçekse? ya şu kapının ardında elinde kocaman bir bıçak olan seri katil varsa? ama yok yok neden olsun ki? benim bir seri katilin kurbanı olabilecek ne vasfım var? bir evim bile yok. bir insan zevk için adam öldürüyorsa? yok canım o 3. sınıf amerikan filmlerinde olur yalnız. zaten böyle uç noktadaki şeyler hep yabancı ülkelerde olur nedense. biz çok sıradan bir ülkeyiz."
parçayı bölüm bölüm ayırması iyi olmuş yazarın, fakat bu bölümler biraz daha bağlantılı olabilseydi, yani nasıl desem, daha az kopsaydı hikaye, daha açık, daha az zorlayan, daha net bir hikaye olurdu sanki okuyucu açısından.
ve sonuna geliyorum, çok basit bir sonu var. evet, fazlasıyla basit. ama düşündüm sonra, ben olsam ben ne yazardım ki? bende böyle bağlardım sanırım, basit, hafif alaycı bir son. hoş.
betimleme ağırlıklı bir hikaye, ruhsuz buldum. güçlü bir konu aslında, hikayeye baskın bir karakter de var. yazarın anlatım tarzına ve her yazısına adeta kendi imzasını atışına diyecek yok fakat bu öyküde betimlemelere bu denli boğulacağına, biraz da öykülemeye başvursaydı keşke. böylelikle, daha fazla sürükler, daha az yorar, daha çok keyif verirdi.
hastalıklı bir ruh halini çok güzel yansıtmış yazar. çok güzel tamamlayıp sonlandırmış öyküyü. postmodern manyaklık mı desem, vallahi bulamadım ne diyeyim, işte tam da o durumu anlatmış. değişen dünyaya rağmen, değişmeyen, yalnızca mutasyona uğrayan o hisler...
keşke yazar, daha yavaş yaklaşsaymış sona. merak ögesini daha fazla uyandırsaymış bizlerde.
konusu itibariyle farklı fakat eksik bulduğum bir öykü oldu. yazar, güzel bir hikaye tasarlamış kafasında. başı iyi, sonu farklı, çekici. fakat hoooop diye sona atlamasaydık, daha bir olayı hazmederek sona gitseydik daha iyi olmaz mıydı?
çok sevdim bu öyküyü. çok yerinde olmuş herşeyiyle. yazarın anlatım tarzı boğmaktan çok uzak, dolayısıyla hikaye de akıcı olmuş, başarılı buldum. yazarı yürekten tebrik ederim.
çok yalın, çok akıcı olmuş bu öykü. kısacık olmasına, çok basit bir konusu olmasına rağmen, yazar öyle ustaca aktarmış ki öykünün duygusunu... keşke daha uzun olsaydı, daha fazla betimleme olsaydı öyküde, daha fazla karakter...
okumaya başladığımda, yahu neden bu kadar koşturmuş yazar bu cümleleri dedim, sonra farkettim ki; amaç farklıymış. romeo-juliet, ayşe-veli, herneyse, yazar iyi iş çıkarmış. tüm samimiyetimle tebrik ederim.
kanımca, "olmuş" öykü. yazarın anlatımına, şiirselliğine hayran kaldım. öyle bir şiirsellik ki sıkmıyor; çünkü bir hareketi, bir olayı takip ediyor o uzun, şahşahlı cümleler. dolayısıyla okumak istiyor insan; sıkılmadan, meraklanarak.
"çıldırmaya birkaç kala başladı bu panik ataklar. eskiden kahkahalarıyla çınlattığı bu oda, artık bir ölü kadar sessiz. oysa ne çok severdi yağmur sonrasını, tıpkı bir amanın renklere olan tutkusu gibi.
bırakıp gitmenin anlamsızlaştığı günlerin çoğunda, aklını yitirme safhasına gelmiş bu kadını izledim. gerçekten aklını mı yitiriyordu yoksa "gerçekler"i mi görmeye başlıyordu emin değilim. aşikar olan tek bir şey varsa o da artık hiç konuşmadığı, sadece su içtiği ve günden güne gözlerimin önünde eriyip gittiğiydi. sesine olan özlemim o kadar çoktu ki, sanki yine, beni duydu."
evet evet, demek istediğim tam olarak bu. yazarı kutlarım.
sabır ve sebatla sonuna kadar geldiğinizde, iyiki okumuşum diyeceğinize eminim. aslında çok basit ve bir o kadar da hayatın içinden bir konusu var, aslında "hiç" ve aslında pek çok kıssadan hissesi var. yalnız, şu cümlelerdeki keskinlik beni rahatsız eden. oldu, bitti, gitti, etti vs vs... bu kadar keskin olmaya gerek yok, cümleler yumuşatılmalı, ısıtılmalı. kıvama sokulmalı. daha okunur, daha lezzetli hale getirilmeli. bu da yazarın tarzı belki, diyecek çok da bir şey yok bu sebepten. tebrik ederim.
geçen sayıdaki öyküsünde eksik bulduğum (naçizane) yerleri, bu sayıda biraz da olsa tamamlamış yazar. yok, biraz demeyeyim; baya tamamlamış. cümlelerde yine bir keskinlik, göz tırmalama var. mesela; "gece 2 de evin köşesinde buluştular, ev dört katlıydı ve şerefsizin evi 3. katta idi. neco doğan'ın eline maymuncuğu sıkıştırdı ve "dikkatli olun" dedi. yanlarından ayrıldı".
ama bu keskin, net anlatım tarzı zamanla törpülenip oturur diye düşünüyorum. öyküyü genel anlamda çok beğendim. diyalogların sıcaklığını, betimlemelerin gerçekçiliğinı sevdim. yazarı tebrik ederim. gerçekten.
bir gözlem hikayesi olmuş, farklı da olmuş. gözlem hikayelerinde ne olur; kişiler olur, kişilerin belirgin karakteristik özellikleri olur, bunlar vurgulanır, bunların etrafında döner hikaye. yazar, öyküsünde kişileri vurgulamış fakat; yeterli değil. daha fazla özelliğini bilmeliyiz kişilerin. bacakçı'nın neye benzediğini bilmeliyiz mesela; yaşlı teyze'nin nasırlı ellerinden bahsetmeli bize yazar. gözlem hikayesi bu çünkü, heyecan yok, olay yok. kişileri bize öylesine yaşatmalı ki yazar, olay hikayesi kadar canlı olabilsin öykü. yalnız şunu belirtmeliyim ki; diyalogları sevdim, gerçekçiliği sevdim.
eğer betimlemeler bu kadar uzun, ayrıntılar bu kadar fazla olmasaydı; öykü fazlalıklardan iyice arındırılmış, törpülenmiş olsaydı, bu sayının en çok beğendiğim öyküsü olabilirdi. bu haliyle de fazla iyi. yazarın herşeyi olduğu gibi yansıtması hoş, çok doğal. tebrikler.
yazarın betimlemelerine, cümleleri yerinde kullanımına, konuyu işleyişindeki ustalığına bayıldığım öykü oldu ancak bazı yerlerde, özellikle gelişme bölümünde fazlaca detay vermesi beni öyküden, tam da orta yerinde koparttı. neyse ki, sonunu iyi toparlamış yazar ve güzel bir tat bıraktı. tebrikler.
yine aynı yazar, yine aynı tarz ve yine upuzun bir öykü. bu sefer çok daha oturmuş buldum öyküsünü kendimce. çok daha kıvrak ve upuzun olmasına rağmen çok daha rahat okunan bir öykü (geçen sayıya göre) olmuş. cümleleri biraz daha yumuşatsa, bir kaç cümlede söylemek istediklerini tek cümleye indirgese mesela, çok daha iyi olur gibi geliyor bana. bir sonraki sayısını sabırsızlıkla bekliyor olacağım. yürekten tebrikler.
oldukça duygu yüklü bir hikaye aslında. fakat yazarın anlatımı çok düz. baştan sona hemde. biraz daha oynasaydı kelimelerle, cümleleri biraz daha iyi konuşturabilseydi, sanırım böyle duygu bezeli bir öyküyü çok daha iyi sunabilirdi bizlere. tek eksiği bu bana kalırsa. onun dışında, okunası bir öykü, keyifle... tebrik ederim.
bu hikayede, tarifi güç bir yalnızlık anlatılmaya, kahramanın; ucu-bucağı bilinmeyen evrendeki yalnızlığı, derin anlamlar taşıyan, hatta, bir nebze tasavvuf kokan cümlelerle dile getirilmeye çalışılmış.
bir evren oda ve o odanın içerisindeki insan. öyle ki diğer insanlarla birlikteliği, yalnızlığını gidermeye yetmeyen. kendisini, enel hakk demeye yakın hisseden bir nevi ruhi arınmışlık halinde, kalbine kutsi bir sevgiyi layık gören insan.
bu durumunu, şu sözleriyle de teyid ediyor zaten;
"...seni bekleyerek geçirdim ömrümü lakin yinede vakitsiz geldin azrail, biraz daha süre versen bana, yalnızlıkla son bir hesabım kaldı..."
bu denli derin anlamlar taşıyan cümlelerin kullanıldığı hikayelerde, hatalı kullanılmış sözcükler fazlasıyla sırıtırlar malesef. örneğin, hiç bir okuyucu, azrail'in 'koridor' sözcüğünü yanlış telafuz etmesini beklemez;
"...ben her yolun bittiği yer, her odanın çıktığı 'kolidor' ölümün elçisiyim..."
ya da artist sözcüğünün;
"... ve üzülür insanlar lakin artislerin yaşıtlarından farkı yoktur..."
bununla birlikte,
devrik cümleler, hikayenin diline sanatsal bir anlatım katmakla birlikte, gereken noktalama işaretlerinin kullanılmaması sonucu, hem anlaşılması zor bir hale gelirler ve hem de istenmeyen anlam kaymalarına neden olabilirler. kısacası, tehlikelidirler.
işte! sizlere basit yazım hatalarıyla kirlenmiş gerçekçi tespitler;
" ...çünkü yalnızlık en çok bir ara kendini unutturduğu insanların içini yakar, ne kadar seversen sevgilin(i)* gidince o kadar ağlarsın, ne kadar çok kas yaparsan sporu bırakınca o kadar sarkar vücudun(.)* hayatın kuralı(dır)* bu(dur)* etrafında(-)*ki insanlar ne kadar çoksa bedelini de yalnızlıkla o kadar ödersin ve zor gelir insana borç, en zorudur zenginlikten sonra sırtına kalan borç..."
oysa, bizlere yadsınamaz gerçekleri ne de güzel anlatmaya çalışmışlar. bakınız! aynı metni bir de şu şekilde okumayı deneyin;
" ...çünkü yalnızlık en çok, bir ara kendini unutturduğu insanların içini yakar. ne kadar seversen, sevgilin gidince o kadar ağlarsın. ne kadar çok kas yaparsan, sporu bırakınca o kadar sarkar vücudun. hayatın kuralıdır bu; etrafındaki insanlar ne kadar çoksa, bedelini de yalnızlıkla o kadar ödersin ve zor gelir insana borç, en zorudur; zenginlikten sonra sırtına kalan borç..."
okuyucu, beğendiği ve etkisi altında kaldığı bir hikayede karşısına çıkan basit hatalara tahammül edemez. aslına bakarsanız, bu tip hataları düzeltmek redaktörlerin işidir ve eserler, basıma girmeden önce onların sıkı incelemelerinden geçer. sözlükte böyle bir uygulamanın olmaması; yazarların, eksiklerini kendilerinin gidermesini sağlayacağından daha da doğru ve anlamlı bence.
detaylardan genele gelerek yapılacak bir değerlendirmede; çok değişik ve hoş bir hikaye nitelemesi yapılabilir kalbimin odalarında yalnızlıkla tango yapmak hikayesi için. üstelik, bildiğim kadarı ile bu, yazarın yayınlanmış ilk hikayesi. kendine has etkileyici bir düşünce sistematiğine sahip, kurgulama yeteneği ise oldukça güçlü bir yazar. böyle bir hikaye ortaya çıkarabilmek için sahip olduğu donanım ise kendisini hemen belli ediyor.
okunmasına doyum olmayacak hikayeler ortaya çıkarabilmesi için fazla bir eksiğinin olduğunu düşünmüyorum doğrusu. yazarken biraz dikkat, yazdıktan hemen sonra ya da yayınlamadan hemen önce yapılacak titiz bir inceleme, yeterli olacak bence.
--spoiler--
bu öyküyü dergide yayımlanmadan önce de, yanlış hatırlamıyorsam entry olarak girildiği gün okumuştum. anlatım oldukça iyi, edebi sanatlar yerinde ve dozajında kullanılmış fakat beni asıl etkileyen, hikayenin ismi oldu. bilmiyorum bir tek bende mi aynı etkiyi bıraktı ama çok hoşuma gitti adı.
--spoiler--
--spoiler--
olaylar, vasat bir polisiye dizisinin herhangi bir bölümünden alınmış gibi dursa da, olayların geçtiği atmosferin okuyucunun gözünde kolayca canlanabilmesi yönünden güzel bir öykü olmuş. nedendir bilmiyorum, hayrettin'e karşı bir sempati oluştu içimde.
samimi ve gerçekçi bir hava yakalayacağım diye argo abartılmış. pek çok yazar bu hataya düşer; argonun nerede, ne miktarda kullanılacağı çok önemlidir. azı okuyucuyu sıkar, çoğu da boğar.
hayrettin'le ahmet arasındaki anlaşmazlığın neden kaynaklandığını hayal etmeye çalışmaksa oldukça zevkliydi. fazıl bir şeyleri biraz da ahmet için yaptı galiba.
bir de en son fazıl'ın "kimse bana memur çocuğu diyemez." sözü garibime gitti. sanki "orospu çocuğu" demişler de ona alınıyor, babasının mesleğinden utanması anlamsızdı.
yalın anlatımıyla akıcı bir öykü olmuş kısacası. yazarının ellerine sağlık diyor, bir dahaki sayılarda da öykülerini görmekten zevk alacağımızı bildiriyoruz...
--spoiler--
okuduğum ilk dört hikaye ile edindiğim izlenim şudur;
pes! doğrusu... ne oluyoruz arkadaşlar? böyle hep birden; yememiş-içmemiş-uyumamış, onbeş gün boyunca adeta hikaye yazmak için kendinizi paralamışsınız izlenimi veren hikayeler. hayır! böyle giderse aç kalacağız yeminlen. yaptıklarımız eleştiri değil yuvarlak masa sohbetine döndü.
ne güçlü bir duygudur şu kıskançlık ve boyutlarının nerelere varabileceği ne güzel ifade edilmiş şu cümlede;
"...onun o boynunun omzuna kavuştuğu çukurda bütün gün biriktirdiği aromasını başkasının koklaması fikri..."
ya da şunda, karşısındakini esir alırcasına bir kıskançlık;
"...herkes kötü bilmiyor musunuz sanki, onu ben koruyabilirdim, hem onu paylaşmak da istemiyordum, onun bir saç teli yere düşse, başkasının eline geçmesin diye saatlerce ararım ben, o benim için bir hazineydi, siz hazinenizi sokakta açıkta bırakır mısınız kasaya koyarsınız..."
ve karşısındakini esir alırken düştüğü esareti;
"...sokağa çıktığımızda ona bakan adamlardan bıktım, bir yere oturduğumuzda onun sandalyesinin dönük olduğu tarafta olan adamlara baktığını düşünmekten bıktım, sinemaya gittiğimizde yanına erkek denk gelmesin diye dua etmekten bıktım, hele bensiz dışarıdayken bir adamın ona asılması fikri, onun başka bir adamla konuşması fikri...of ya"
kıskançlık duygusunun, bir insanın; karşısındakine mi yoksa, kendisine olan güvensizliğinden mi kaynaklandığı, halen ve akademik anlamda ciddi bir tartışma konusudur.
buna mukabil, tartışma götürmeyen bir gerçek de tüm çıplaklığı ile karşımızda duruyor; 'benim olan, tüm varlığı ile benim olmalı' mantığına sahip, hastalık derecesinde egoist insanların, toplumumuz içerisinde önemli bir yekunu oluşturması.
düşünün bir kez;
bir insanı o denli sevmek ki o'na sarılıp-sıkarak öldürmek. aynen, fareler ve insanlar'daki 'lennie' karakteri gibi. buradaki sıkmak fiilini ister gerçek, isterseniz mecaz olarak kullanın ifade ettiği anlam çok da değişmiyor.
yazar,
kahramanın geçmiş takıntısından hareketle ve sürekli olarak bu noktaya vurgu yaparak, bu tip insanların; başkalarıyla kıyaslanmayı asla kabul etmeyecekleri daha doğrusu, istemsiz olarak edemeyecekleri noktasına varıyor.
bu noktadan biraz daha ileri gidelim ve diyelim ki bir kızın, kızlığı neden bu denli önemlidir. hatta, tabu halinde korunmaktadır bir toplumda? yanıtı çok basittir aslında;
zaten kahramanımızın, sevgilisinin beynindeki kıvrımlardan söküp atmak istediği, bu kıyası gerçekleştireceği yaşanmışlıkların kayıtlarını yok etmek değil midir aslında?
doğrusu, "bu duyguyu bu ölçüde olmasa da civarlarında yaşamayan birisinin, bu denli tatmin edici bir anlatım sergileyebilmesi mümkün müdür?" diye düşünmekten de kendisini alamıyor insan.
şaka bir yana;
psikolojik anlamda sıkıntı içerisinde olan bir insanın, duygularını, düşüncelerini ve hasretlerini böylesine akıcı bir dille, sıkmadan, bunaltmadan üstelik zevkle okunacak bir biçimde okuyucuya sunmak, hiç de hafife alınacak bir iş değildir.
yıllar önce, moldovalı bir beton mikseri şoförü sıkı bir ders vermişti bana; hayata dair. o'nu normal mesaisinden fazla çalışmaya ikna etmeye çalışırken;
" bak dostum! ben, geceleri gerçek hayatımı yaşayabilmek için gündüz çalışıyorum. senin vereceğin paradan daha çok, ailemle birlikte olmaya ihtiyacım var benim. çocuklarımınsa, babalarıyla oynamaya ihtiyaçları var. "
- ne diyeceksin! insana bir anda, 'ulan! ben ne bok yemeye buradayım? çocuklarım babasız büyürlerken memlekette' dedirtecek kadar anlamlı ve etkili sözlerdi bunlar.
yazar,
bir insan için, adeta tanrısı olduğu bir hayal dünyasının mı yoksa, o dünyada var olmaya devam edebilmek için gerekli aktivitelerin gerçekleştirildiği günlük yaşamın mı daha değerli olduğuna yönelik sorgulamalar yapmaya zorluyor bizleri. ayrıntılara önem veren, o bilindik, detaycı ve etkileyici anlatımıyla.
- ne kadar mı detaycı?
" masanın üzerinde içilmek için geç kalındım bakışıyla sırt üstü yatan sigara paketinden iki parmağını içine daldırıp paketi tutmadan sigarayı çekip aldı. "
- işte! bu kadar. yaşanmış ya da yaşanmakta olan o an, artık tüm çıplaklığı ile gözlerimizin önündedir. tasvirin gücü buradan gelir zaten. o olmaksızın; kahramanları tanıyamazsınız, kafanızda şekillenmezler, adeta bir rüyanın sisli perdesinde kalır-gider gözleriniz.
- ne kadar mı etkileyici?
"(...)
hatrının çalar saati zırlamaya başlıyor
burada öpüştünüz, hatırladın mı diyor
istikamet yine ev
o tanrılığının bir boka yaramadığı ev "
- işte! bu kadar.
sonra,
o son cümlede verilen, kahramanın garip yaşam algılamasına ve merkezinde bulunduğu oluşumlara neden gösterilebilecek yegane şey. ne kadar da akıllıca konuşlandırılmış oraya;
ilk beş round boyunca rakibini yoran orantısız güç sahibi bir boksörün, altıncı round'un hemen başında, tek yumrukla rakibini yere sermesi gibi biti-veriyor hikaye. tadını beynimizin kıvrımlarında bırakarak.
- yazarın aklına, yüreğine ve ellerine sağlık.
hem yapısal ve hem de tematik kurgusu, hikayeye çekicilik katan hinlikleri, anlatım dili ve yazım kurallarına bağlılığı ile okunası ve örnek alınası bir hikaye olmuş gerçekten.
öykü iki kısma ayrılırsa -okununca anlaşılacaktır-, ilk kısım bilgi veren anlatım minvalinde olduğundan; okuyucu yormadan ve arada ilgiyi yoklayarak atılan adımlarla, (gereksiz uzamadığından)sıkıntıya düşülmemiş.
yalnız(evet, olumsuz cümlelerin vazgeçilmezi) ilk kısımda verilen bilgi ve akışın koptuğu bir ikinci kısım var. ve bence ikinci kısım, girişi farklı yapıldığı takdirde; tek başına iyi bir öykü olurdu.
--spoiler--
zira robin hood umuzdan bir eser yok. aşık bir adamın kabul edilmediği eve, girme çabaları var.
--spoiler--
yine ikinci kısım, akıcı ve yapı olarak daha okunur durumda. genel olarak, güzel bir yazı. kısa ve devam edecek nitelikte bir öykü, yani devam filmi çekilebilecek durumda. çekilirse de muhakkak izlenir.
----------------
anlatım, okuyucu için öyle rahat ki; insanı kendi evinde hissettiriyor.
olayların iç içe geçmesi ve farklı zamanların birleştirilmesi gayet yerinde becerilmiş.
hakkında kısa bir yazı yazıyorsam, kesinlikle beğendiğim ve kusur olarak bu etkiyle; göze çarpan bir şey bulamayışımdandır.
belki içerikte, öznel ilgilerimin yansımalarını görmekten dolayıdır. kesinlikle okumaktan zevk alacağınız bir öykü olmuş.
-----------------
yapılan betimleme ve tanımlamalarla gözlerinizi kapatıp çok canlı ve gerçek bir dünya kurabilirsiniz.
olay içermeyen, diyalog bulundurmayan bir öykü. evet, bunun; bir seçim olduğunu düşünüyorum.
anlatım yormuyor, benim gibi betimlemeleri seven; işin, düşleme ve hayal kısmını daha ön planda tutan insanlar için güzel iş olmuş. meraklısına derler ya, aynen öyle.
-----------------
tutku ve kıskanmanın bir romanı bu. baya bildiğin roman.
öte yandan, mutlak bir kendini sorgulayış yazısı olduğuna inanıyorum. hayır, yazarı kast etmiyorum. karakteri diyorum.
hafif bir hannibal kokusu almadım değil, minnacık bir esin kaynağı; en azından ben okurken esinlendim.
----------------
diyaloglar üzerine(aslında monolog) kurulmuş güzel bir öykü.
soyut kavramların konuşturulması, ilgimi çekti.
oldukça kısa ve bir o kadar tadı damakta bırakmış.
direkt konuya girip, meramını anlatıp gitmiş yazar.
gereksiz değil de doyurucu ayrıntılar olması, yazıyı bir kademe daha atlatırdı.
gideyim, sürem doldu. *
----------------
çok keskin çizgileri var. çarptığınız anda, parçalanabiliyorsunuz.
bir anda sizi şaşırtan bir nokta geliyor, o ana kadar verilen bilgilerin bıçak kesiği yemesi bozguna uğratıyor.
öykü içinde manzum kısımlar, yazıyı rahatlatmış. onlarsız daralacakmış hissi var.
bu yazı, kendisiyle ilgili bir yazı daha yazılır ve karanlık noktalar açığa çıkarılırsa anlam kazanır. bunu okuyucuya bırakmak ta bir seçenek tabii. bu durumda, okuyucuya iş düşüyor. biraz çaba, ey okuyucu!
oldu bittiye gelmiş bir olay var hissi, durmadan akılda. fena mı? bilemiyorum.
----------------
çok kısa ve yine bir o kadar da tadı damakta bırakıyor. bu sayının lezzeti burada sanırım.
karakterlere derinlik kazandırılması halinde daha üst kademede bir öykü görebilirdik.
yazıdan kopmayı engelleyen yapısı yazıyı kotarmış.
olayın içine girmek kolaylaştırılmış.
----------------
öykünün başında verilen bilgi olmasa daha çekici gelebilecek bir yazı. henüz okumayanlara tavsiyem, yazının başını okumayın. direkt oğluma mektup diye başlayan paragraftan okumaya başlayın. en son dönüp okursanız muhtemelen çok daha beğeninizi kazanan bir öykü olacaktır.
mektup ta olsa paragrafsız uzun bir yolculuk, yorucu olmuş. okuyucunun ara ara istirahatini sağlamak için ve anlatımda boğulmaması için bu gerekli.
bunları yok sayıp, uzun ve önemli bir vakit ayırırsanız; hayal edip, öyle okursanız doyurucu olabilir.
-----------------
gerçekliği ön planda, sonunu merak ettiren bir öykü.
kopyala-yapıştır izi gibi "&8230#" bir şey, gözü sürekli rahatsız etse de bunu değerlendirme dışı bırakmak lazım.
anlamak için birden fazla kez okunmayı gerektiriyor. ben anladım, deseniz eksik bırakır ve hakkında konuşurken eksik kalırsınız.
tutkuyu, bir öyküde işlerken; yerleştirirken, gerçekten yaşıyor ve yaşatıyor insan. bu öykünün artısı en çok burada.
-----------------
bir bağlılığın, bağımlılığın tiradı.
içindeki boşlukları dilediğiniz gibi doldurabilirsiniz. sonunu yazmakta da özgürsünüz. sınırlandığınız tek şey, yazarın düşü; onun içindesiniz, kıpırdayamazsınız.
önemli bölümü belirsiz ve hayal meyal hatırlanan bir rüyayı anlatmak gibi geliyor insana.
-----------------
kalan yazılarda bir mucize olmazsa, sanırım bu sayıdaki favori öyküm bu.
ilk anda bir testere etkisi, esinlenmişliği hissettirse de olay başka.
grup psikolojisini ve insanların çoğunluk oluşturduğunda nasıl yargılara sahip olduklarını güzel yansıtmış yazar.
sıkılmaya engelleyen bir, merak unsuru var. yazı belki, bu sayının en uzun yazısı. yine de kendini okutuyor bu sayede.
uzayıp bir roman halini alabilecek yapıda. ki "uzun öykü" desek, daha doğru bir tanımı olur.
-----------------
argo kullanımı, dozajı zorlasa da konunun ve gerçekliğin çok dışına çıkmadığından kurtarıyor.
anlatılan olaya hakim bir dille sürüyor sonuna dek. sonu da... tamam söylemiyorum.
öykü kalıbına uyan, anlattığı şey için; ne kısa-ne uzun, yerinde bir yazı.
sosyal statü etiketleri içinde çaresiz bırakılanların intikamını alan, kafada soru işareti bırakmadan bitiren bir yazı.
------------------
kısa bir gözlemin, dikkatli gözle anlatımının görüldüğü bir öykü.
sosyal olguların içinde, sağlık ve hastahane(hastane) anılarının önemli yeri vardır.
bunu yakalamak güzel, yalnız; tek pencereli bir kesitin ele alınması basit kalmasına sebep olmuş öykünün.
basit ve yormayan olarak ta değerlendirilebilir.
------------------
uzun uzadıya işlenmiş, şive ve yöre ağzını iyi katık etmiş bir yeraltı öyküsü.
öyküyü "gerçekleyen" askerlik anısı tadı, baharatı fazla ve "meraklısına" bir öykü. sarhoşlar yalnızlar ve duvarlar ve geçmişten gelen den sonra sayının en uzun yazısı.
-------------------
yaklaşık üç saattir baştan sonra öyküleri okuyorum ve en uzun yazı gayet doyurucu bir metin olarak çıktı karşıma.
konu klasik olsa da anlatım başarılı olunca kotarıyor öyküyü.
kısa film senaryosu olabilecek nitelikte, hatta hayalinizde böyle bir film çekmeniz olası.
bu yazı için; teknik olarak, eleştirebilecek düzeyde olmadığımdan yazacaklarım bu kadar.
derginin kalitesini şüphesiz en çok artıran yazılardan biri olmuş.
--------------------
şaşırmanızı sağlayan bir yapı var.
karakterin üstüne biraz küçük gelen elbise gibi, diyalogları ve yaptıkları.
inandırıcılığı veya temeli çok ta sağlam gelmiyor. gerçek bir olaydan alıntı vesair diye demiyorum, sadece inanmayı güçleştiren karakterler var. belki bu öykünün güzelliği de buradadır, bilemiyorum(öznel olarak biliyorum da).
olay örgüsünde, yer ve diyaloglar klasikleşiyor.
sonundaki vuruculuk, tüm bunları ortalamanın üzerine çıkarabiliyor.
--------------------
kendi yazım* için sadece kısa bir not: "öyküyü yollamaya son saatlerde karar verip 23:59.17 gibi bir anda yolladığımdan, bir takım imla hataları mevcut. okuyanlara teşekkürler".
emek veren, öykülerini okuduğumuz her yazara teşekkür ederim. olumsuz eleştiri veya eksiklerin eleştirisini göremeyebilirsiniz, bu teknik olarak öykü değerlendirmesinden az anladığım anlamında da değerlendirilebilir. haddi aşan ifadeler varsa affola.
dergi için öykü seçen yazarlara özel teşekkür: biradetbeyfendi, efervesantadem, esesdopiyespiyes, experimental, ischam, mbaran.
- hikayeye doğrudan bir dalış ve ardından kısa paragraflarda geçmişe dair bilgilendirmeler.
okuyucuyu, sıkmadan-bunaltmadan. üstelik, ruhsal bunalım yaşayan bir insanın içsesleri ile olan anlamlı-anlamsız ama karmaşık diyaloglarının bulunduğu bir hikayede çok da akıllıca bir girişim.
- içses... fark ettiniz mi, son zamanlarda ne çok kullanır olduk bu sözcüğü?
hikayenin içinde de çok net anlatılmaya çalışıldığı gibi insanların kendi-kendileriyle konuşmaları ve tartışmalarına 'delilik belirtisi' olarak bakılırdı eskiden. oysa, herkes kendi içsesiyle, için-için konuşmaya devam ederdi.
- hakikaten, ne komik olurdu böyle birini izlemek.
mesela ben, bir insan kaşının, evet, hayır, olabilir, zor, çok güzel, kötü ve daha nice anlamlar ifade edebildiğini; çocukluğumda, annemi, çoğunlukla kazak örerken izlediğimde öğrendim. içsesleri ile neler konuşuyorsa, dışa-vurumu anında yüzünde. kaşlar, gözler, dudaklar ve hatta yüz derisi; bir sinema perdesi hatta, tiyatro sahnesi gibi o kadar açık ve net ifadeler. kendisini yalnız hissettiği zamanlar konuştuğunu bile yakalamışlığım vardır. tabii, ardından beni fark edince klasik boğaz temizleme numaraları filan.
- tabular yıkılıyor, ne güzel!
bir zamanlar deli damgası yemekten korkan bizler, aslında herkesin bildiği ve hemen her gün kendi-kendine tekrarladığı bu diyalogları, şimdilerde rahatlıkla dile getiriyor, buna bir isim koymanın gereğini hissediyor ve 'içses' diyoruz.
- tutar mı? tuttu bile...
yazarlar, beni bu sayıda çokca şaşırtacaklar anlaşılan. hırpani yazarlarda bile bir derlenme, bir toparlanma, bir güzelleşme-titizlenme çabası, aman-aman! şeytan kulağına kurşun.
çok güzel bir tema yakalanmış ilkin. ilginç ve bir o kadar da etkileyici kullanılmış üstelik. ruhsal bunalım halindeki bir insanı; onun söylemleri ile yansıtmak, çelişkilerini ortaya koymak ve eğreti duran, kılıksız bir anlatıma girmeden onu okuyucuya sunabilmek zor değil, çok zor bir iştir. bazı paragraflar, biraz fazla uzatılmamış mı? evet! bu kusur kadı kızında da görülür.
hikaye, bir ileri bir geri gidiyor olsa da bölümler arasındaki bağlantılar iyi kurulmuş. okuyucunun ihtiyaç duyduğu bilgiler tam da kafa yormaya başlayacağı sırada geliyor.
bu oldukça önemli bir detaydır zira, okuyucu tembellikten hoşlanır. ister ki istediği şeyler kendisine hap gibi sunulsun. oysa, çoğunun söylemlerine baksanız; 'köstebek romanları'ndan başka bir şey okumadığını zannedersiniz. hani, onlar zeka gerektiriyor ya! o bakımdan.
- yazar, gereken özeni gösterdiğinde neler yapabileceğini kanıtlamış. bizler de bunu istiyoruz zaten.
burası, uludağ sözlüğün o yaşamı ti'ye sayfalarından daha farklı olsun, yazarlar işi ciddiye aldıkları vakit neler ortaya koyabileceklerini göstersinler, onları, bir de bu yüzleri ile tanıtalım istiyoruz.
- bu isteğimiz gerçekleştiği zaman da mutlu oluyoruz. babaları, uçan-balon almış çocuklar gibi...
güzel dergimizin, yeni kalemlerle kuvvetlendiği -ve şenlendiği- beşinci sayısı. yeni yazarlarımıza buradan hoş geldiniz demek istiyorum.
dergiye yazan, yazı yollayıp da yayınlanmayan, okuyan, hazırlayan hatta bu başlığa girip ıyyy iğrenç diyenlere dahi teşekkür ediyorum... hepimizin ellerine sağlık olmuş bu sayı...
naçizane görüşlerim aşağıdadır her zamanki gibi...
yalın bir anlatım yapılmış hikayede. Yaşanan olay biraz daha gerilimli anlatılabilirdi sanki
diyalogların üst üste bindirilmesi haricinde okuma keyfini bozan hiçbir şey yok, gayet akıcı ve okumaya değer bir yazı yazarın ellerine sağlık
--
konu olarak gerçekten enteresan bir hikaye. Mekan geçişleri hikayenin temposunun düşmesini engellemiş. Kafa sesiyle başlayan öykünün öyle devam edeceğini zannettim ama öyle değil, yanıltmasın. En nihayetinde okunması gereken yazılardan. ilgi çekici. Yazarın ellerine sağlık.
--
kaliteli cümleler ve yine kaliteli betimlemeler eşliğinde sizi bambaşka bir odaya sürükleyecek güzel- bir hikaye. Fazla söze gerek yok gerçekten. Yazarın ellerine sağlık.
--
ilk başta bir noluyo? diyorsunuz ama sonunda anlıyorsunuz. Saçma bir değerlendirme evet. Aslında biraz içsel bir hesaplaşma gibi gözüküyor baştan hikaye. Ancak sonunda sizi ters köşeye yatırabiliyor. Keyifli bir hikaye demek isterdim ama konusu buna izin vermiyor. Sosyal bir yaraya farklı bir bakış açısı... yazarın ellerine sağlık.
--
yazarın kendisini ana karakter olarak kullanması değişik olmuş. Ancak naçizane tavsiyem yıldızlı bakınız olarak girdiği cümleleri ara cümle olarak kullanması yönünde. Okunabilirliği arttırmak adına diyaloglar güzel ve sonunda yine beklenmedik yerden vuran bir yazı yazarın ellerine sağlık
--
ilginç bir hikaye daha. Anlatım akıcı, cümleler sağlam. Sadece konu biraz klişe. Ama yazar altından kalkmayı başarmış. Kendisine burada run! demek istiyorum. Bu günkü hava durumuna çok uygun bir yazı olmuş. Bu yüzden Okurken gerçekten keyif aldım yazarın ellerine sağlık
--
kısa ama öz bir hikaye. Öz çünkü; bizi anlatıyor. Türk filmlerinden kısa bir kesit gibi. Aslında bu hikaye de klişe. Ama gerçeklik payı ve yine yazarın işleyişi, hikayenin sıcacık olmasını sağlamış. Yazarın ellerine sağlık.
--
değişik bir yazı olmuş. iki adet mektupla hikayeye şekil verilmiş. Sanki kısaca olaylardan bahseden bir girişi olsa daha iyi olurmuş. Yine de güzel bir hikaye. Yazarın ellerine sağlık.
--
12 angry men kokusu aldım bu hikayede * . karakterlerin isimlerini sıfat olarak kullanmak çok eğlenceli.(yok, sıfatlarını isim olarak kullanmak yada her neyse ) Ben de çok severim bunu yapmayı. Gerçekten keyifli bir hikaye. Atmosfer, konu vs. sağlam yazarın ellerine sağlık
--
bizi anlatan bir hikaye daha. Argo kullanımı olsun, mekan tasvirleri ve çizdiği atmosfer olsun, kaliteli bir hikaye olmuş. Yazarın emeğine, ellerine sağlık.
--
tam olarak başlığının karşılığı bir yazı. Okurken arada tebessüm ettiriyor. Uzun paragrafları korkutmasın. Gayet akıcı ve anlaşılır. Hepimizin başından geçen bir olayı hikayeleştirmiş yazar arkadaşımız. Yazarın ellerine sağlık
--
bir x files havası neden yaptın bunu bize diye sormak istiyorum yazara gerilim iyi yakalanmış. Paragrafların uzun olması gözünüzü korkutmasın. Çok çok ilginç bir konu yazarın ellerine sağlık
--
farklı bir konu. Güzel bir kurgu. Yazarında dediği gibi film gibi olmuş. Atmosfer harika yakalanmış. Yazarın ellerine sağlık.
--
geçmişten gelen @siyahgiyenadam
bir ilki yapıp, kendi hikayeme öz eleştiri yapmak istiyorum.
Öncelikle bu hikaye yaklaşık on beş sayfa sürdü. Aslında konu itibarı ile yirmi sayfadan fazla tutması gerekir ancak ben okunması sıkıcı olmasın diye kısıtladım biraz. Bundan dolayı geçişler ani oldu. Hikaye askıda kalmadı ama ani geçişler okuyucunun keyfini kaçırabilir. ikinci olarak Türkçe haricinde üç dil kullandım. Bu aslında deneme amaçlıydı. Çevirilerini parantez içinde yazmak zorunda kaldım. Bu da okunuşu bozabilir. Arapça cümleleri Latin alfabesiyle yazmak da biraz emanet durdu sanırım. Hikayenin geçtiği mekanlarda tasvirleri biraz daha fazla tutabilirdim. Bunun olmaması olayların sahnesini biraz boş bırakmış. Ama kısa yazma çabasından oldu.
Son olarak; söykü dergisinin yayınlanmış 5 sayısının 4üne hikaye verdim. Hepsi birbirinden farklı tarzlardaydı. Bir sonraki de bambaşka bir tarz olacak. Eksiğiyle fazlasıyla; denemeye devam ediyoruz
--
oda ve çocuk @van golu cannavaro
bu sayıda yazılmış bir ters köşe öyküsü daha. Olayların akışı ve kurgusu gayet güzel. Sıkılmadan okuyabileceğiniz başarılı bir öykü daha yazar arkadaşımız konusunu çok güzel kullanmış. yazarın ellerine sağlık
keşke dönmeseydik. evet! keşke... çünkü okuyucu o sıkıcı tanım bölümünden tam da çıkıyorum diye düşünmeye başlamışken tekrar geriye döndürmek ve bilgi mahiyetinde ona bir şeyler daha vermeye çalışmak okuyucuyu geriyor.
üstat sait faik'in bu hususta güzel bir sözü vardır;
" - okuyucu, hikayeyi, genel kültürünü değil hayal dünyasını geliştirmek için okur. "
buna mukabil, hikayelerin bir de girizgah bölümü olmalı elbet ancak, mümkün mertebe kısa tutulması okuyucuyu sıkmamak adına önemli bir detay.
bir diğer husus, tarafların karşılıklı duygularını başarıyla anlatan, hoş ve içten konuşmaların geçtiği diyalog bölümünde;
" - olsun. köpek gibi takip edeceğim seni. nereye gidersen git ben de arkandan geleceğim. "
söyleminde kullanılan 'köpek gibi' benzetmesi, o diyaloğun genel seviyesine hiç de yakışmayan, yakışık almayan bir ifade olmuş kanımca.
hikayelerde, argo ve küfür kullanmak önemli bir sanattır. bu bağlamda, zamanında atılamamış ve gediğine oturtulamamış taş yazarın başını yarabilir.
hikayenin yapısal kurgusu çok sağlam. bu açık-seçik görülüyor. giriş-gelişme-sonuç bölümleri birbirlerinden ayrılmış, uzun paragraflar yerine bölüntülü paragraflar seçilerek okuyucu psikolojik olarak rahatlatılmış. diyaloglar; diyalog formatında verilerek, rahat okunur ve kolay anlaşılır bir hale getirilmiş.
dahası, dil iyi kullanılmış. birbirinin tekrarı kelimeler yok. okuma akışını kesici ya da yavaşlatıcı karmaşık cümleler görülmüyor. rahat okunabilen, çok düşündürmeyen, bir çırpıda okunup bitirilecek güzel bir hikaye olmuş.
doğrusu, yazarın önceki hikayelerinden birini okumak, bu hususlarda katettiği yolu görmek açısından önemli fikirler veriyor ve bizleri de sevindiriyor elbet!
günün sona ermesiyle yazı gönderimlerinin son bulacağı söykü sayısı.
sınav haftası dolayısıyla katkıda bulunamayacağım, olsun. okumak için sabırsızlanıyorum.
- kent altındaki tesisat kanallarına açılan, isyanlardaki bünyeleri huzura erdiren bir yeraltı odası mı?
- çatı katında, aşkla-şehvetle dolu nice gecelere şahitlik etmiş duvarlarıyla, bakla sofaya komşu, nohut oda mı?
-odaya girdim bir de ne göreyim? iki tane taş gibi çırılçıplak, uzun boylu heykel. oda mı müze mi lan burası diye hayıflanırkene...
son tarihe yaklaşmış sayıdır. çoğüzel bir konusu olmasına rağmen bir türlü kalem oynatmaya fırsat yakalayamadım işlerden ötürü(kahrolsun kapita..neyse hadi ekmek yiyoruz küfretmeyelim). yazacak arkadaşların hala fırsatı varken yazsınlar derim, her sayıda çıtayı biraz daha yükseltmek adına farklı kalemlere ihtiyacımız var.