bugün

düş oda bir salon

Geçen sene pazardan aldığı yün iplikleri şişe takmış küçük oğluna kazak örüyordu. Aslında sevmezdi örgü işlerini ama mevsimin değişmeye başladığı bu günlerde alınacak en ucuz şey bu ipliklerdi ve evde oturduğu günlerde, televizyon izlerken, elini dolduracak bir iş lazımdı Aysel Hanım'a. Bir dizini kırmış; kalçasının altına almış bir şekilde, her oturuşta farklı bir perdeden ses çalan, yayları oldukça eskimiş kanepede oturuyordu. Dış kapıdan gelen anahtar sesinden anladı Nihal'in işten döndüğünü. Güzel Nihal , çilekeş Nihal... Liseyi bitirdiği sene şehir dışındaki bir üniversiteyi kazanan; ama hem parasızlıktan hem de kız kısmının şehir dışında okumaya hakkı olmadığını savunan düşünceyi aşamamanın çaresizliğinden okuyamamıştı. Bir kaç ay içinde mahalledeki tuhafiyede çalışmaya başlamıştı. Ah kafasız Nihal diye düşündü Aysel. Ne bulmuştu o çelimsiz çocukta? Ne vardı başını yakacak? Allah'ın cezası o sümsük bu mahallede bile oturmuyordu, nerden musallat olmuştu kızına? Nihal'in odaya girmesiyle kurtuldu bedduaya doğru giden düşüncelerinden. Hoş geldin kızım, diyerek girdi konuya. Genç kız hoş bulduk dedikten sonra uzun uzun baktı annesine. O ses tonundan anlamıştı Nihal; biraz sonra duyacağı şeyler hoşuna gitmeyecekti. Otur kızım biraz konuşalım diyerek devam etti annesi;
- Bugün Hafizelere gittim . Geçen akşam Zeynep'e görücü gelmiş , kapalı çarşıda dükkanı varmış çocuğun, aşağı mahallede de evleri. Kız istememiş baştan, karşılarına bile çıkmamış ilkin. Sonra yola geldi dedi Hafize. Tabi ya nasıl gelmesin, başına talih kuşu konmuş. Arasa da bir daha öylesini bulamaz ki.
- Ne demek istiyorsun anne?
- Aklını başını topla demek istiyorum. Gittin bula bula çulsuzun tekini buldun. Kızım, gençsin, elin ayağın düzgün. Bırak şu aşk meşk meselesini. Doğru düzgün birini bul da rahat et. Kimseye muhtaç olma.
- Seyit de beni kimseye muhtaç etmez anne.
- Sen öyle san. Ben de babana kaçtığımda öyle sanıyordum. Ne oldu? Yıllardır bu bodrum katında ay başında kirayı nasıl ödeyeceğiz diye düşünerek ömrümü çürüttüm. Annenin kaderi kızın çeyizi olurmuş derler. Ben yandım sen yanma. Evi barkı olan hali vakti yerinde birini bul.

Tüm mesele buydu işte. Tüm mesele annesinin yaşam standartlarının arzuladığı kadar yüksek olmamasıydı. Ne sanayide haftalıkla çalışan Seyit'in motor yağlarından kapkara olmuş elleri ne de üç ay önce kızının parmağına takılan nişan yüzüğü umurunda değildi Aysel'in. O sadece kızının, bu kaldırımları eksik mahalleden, yaz kış fark etmeksizin yağan her yağmurda çamura dönen yollarından ve en önemlisi de yıllar önce kendisinin de yaptığı gibi aşka inanıp evlenme düşüncesinden kurtulmasını istiyordu. iki oda bir salon istiyordu kızı için.

Nihal uzun uzun dinledi annesini. Hiç cevap vermedi. Ne dese faydası yoktu. O da anlamışcasına başını aşağı yukarı sallayıp görünürde annesine hak veriyordu. Çünkü bu sıkıcı muhabbetin kısa zamanda bitmesinin tek yolu buydu. Halbuki Nihal seviyordu Seyit'i. Vazgeçmeyecek kadar, annesinin kendisine biçtiği süslü gelecek planlarına kurban vermeyecek kadar seviyordu. Onu askere uğurlarken ardından bir tas su yerine gözyaşlarını dökecek, sabırla bekleyecek kadar seviyordu. Madden çok rahat bir hayat sürmeyeceğini biliyordu elbette. Ama sevmediği birinin yanında yaşlanma düşüncesi o kadar ürkütücüydü ki Seyit'in yanında aç kalmaya razıydı.

Baharın ilk günleriydi. Her zamanki banka oturmuşlardı. Genç kızın başı Seyit'in omzundaydı. Seyit'in de cebinde bir anahtar. Biliyordu Nihal'in istediği tek şeyin başını sokacak bir ev olduğunu. Bu yüzden dededen kalma arsanın üzerine kondurmuştu evini. Tapusu bile vardı. Yıllardır çalışıp biriktirdiği ne varsa bu evin inşaatına harcamıştı. Küçüktü ama onlarındı. Daha iyisini hak etse de Nihal, daha iyisi için hayatında onun varlığına ihtiyacı vardı. Öyle heyecanlıydı ki; bu haberi nasıl verecekti nişanlısına? Ne deseydi? O kadar zaman saklamayı başarmıştı ama şimdi böyle bir haberi gizlemek ne kadar zordu. En iyisi elinden tutup eve götürmekti . O da öyle yaptı. Genç kız nereye gideceğini bilmiyordu ama sonsuz bir güvenle tuttu Seyit'in elini. Sonra gözlerini kapaması söylendi; kapattı. Önce anahtarın sesini duydu, sonra boya kokusu geldi burnuna. Adımını attı, elindeki el biraz daha ilerletti evin içinde. Gözlerini şimdi açabilirsin dendiğinde ilk gördüğü şey açık maviye boyanmış duvarlardı. Anlamıştı. Gözleri doldu; Seyit'e sımsıkı sarıldı. Burası yatak odaları olsa gerekti. Duvarda beyaz gelinliği asılıydı.