Bugüne kadar izlediğim en etkileyici japon filmi. Çello çalan ama ekonomik kriz nedeniyle memleketine gidip, ölüleri son yolculuğuna uğurlayan(ölü yıkama, makyaj)bir adamın hikayesi. Sanatsal açıdan da yönetmenin manzaralık görüntüler yakaladığı bir klasik adayı. Finali babam ve oğlum kıvamında olan bir başyapıt. Mutlaka izlenmesi gereken bir film.
bir orkestra da çello çalan ve orkestranın dağıtılmasıyla işsiz kalan bir adam, gazetede gördüğü seyahat ajansı ilanı için başvurduğu işin aslında ölüleeri son yolculuğuna uğurlamak için hazırlayan bir cenaze evi olduğunu öğrenmesinin şaşkınlığıyla başlayan bir film. ee peki bu oscar'ı neden verdiler bu filme anlamak mümkün değil.
zaten six feet under dizisinde 6 sezon boyunca kara mizahın en dibine vurulmuş biçimde ölülerin son yolculuklarına nasıl hazırlandığını zaman zaman duygusal etkilerle izledik. ama sanırım oscar'ı veren juri izlememiş ki bu filmin oscar'ı hakettiğine karar vermiş.
izlenmesi hoş ilginç tamam ama oscarlık bir değil kesinlikle...
yönetmenliğini Yojiro Takita nın yaptığı, türkçeye "gidişler" olarak çevrilen ve 28.istanbul film festivalinde sürpriz film olarak yer alan, oldukça etkileyici bir film.
Daigo Kobayashi (Masahiro Motoki) Tokyo'daki bir orkestrada çalan bir çellisttir. Profesyonel bir çellist olma hayali ile kendine hayli pahalı bir çello almıştır. Ancak orkestra ansızın tasfiye edilir. Bir anda işsiz kalınca çareyi doğup büyüdüğü küçük kasabaya dönmekte bulur. Karısı ile birlikte kasabaya yerleşen Daigo, ilk olarak kendine bir iş aramaya başlar. Gazetede gördüğü ilanda bir ajans için "gidişlere yardımcı olacak" bir eleman arandığı ve ücretin dolgun olduğu yazmaktadır. işyerinin bir seyahat acentası olduğu yazmaktadır. işyerinin bir seyahat acentası olduğunu düşünen genç adam hemen ilandaki adrese gider. Ancak iş, hayal ettiğinden çok farklıdır. Görevi, ölüleri tören için hazırlamakta Ikuei Sasaki'ye (Tsutomu Yamazaki) yardım etmektir. Önceleri para için kabul ettiği bu iş giderek hayata bakış açısını değiştirir.
Okuribito, güçlü adayların arasında en az şans verilen yapım iken, herkesi şaşırtıp Yabancı Dilde En iyi Film Oscar'ının sahibi oldu. Başarısının sırrı, ölümü hayatın bir parçası olarak sunması. "Ölüme saygı göstermek gerek. Çünkü ölüm bir son değil yeni bir başlangıç" diyor film kısaca. Ölüm gibi kasvetli bir temayı hiç dramatize etmeden, hatta yer yer mizahla harmanlayarak anlatması da dikkate değer. Film bir açıdan babayla oğulun barışma hikayesi aslında. Filmin başrol oyuncusu Masahiro Motoki, Shinmon Aoki'nin 1996'da yayımlanmış Coffinman: The Journal of a Budist Mortician adlı otobiyografik kitabını 2000'de okumuş. Eserden o kadar etkilenmiş ki, yapımcı bulup konuyu sinemaya aktarabilmek için yaklaşık 10 sene beklemek zorunda kalmış. Çünkü ölüm, Japonya'da tabu olarak görülen bir konu olduğu için kimsenin bu filmi izlemeyeceğini düşünmüş yapımcılar. Ancak film, ülkesinde 61 milyon dolar hasılatla 2008'in en çok izlenen 3. filmi oldu.
Yönetmen : Yojira Takita
Oyuncular : Masahira Motoki, Tsutomu Yamazaki, Ryoko Hirosue, Kazuko Yoshiyuki, Kimiko Yo, Takashi Sasano, Mitsuyo Hoshino, Taro Ishida, Hiroyuki Kishi,Miyuki Koyanagi
Senaryo : Kundo Koyama
Görüntü Yönetmeni : Takeshi Hamada
Kurgu : Akimasa Kawashima
Müzik : Joe Hisaishi
Yapım Tasarımcısı : Fumio Ogawa
Yapımcı : Toshiaki Nakazawa, Ichiro Nobukini, Toshihisa Watai
2008 Japonya Yapımı, 130 dak.
(Sinema - Ekim 2009)
dingin bir havası olan film. temposuyla, kurgusuyla, vurgusuyla gerçeğe dokunan bir film. cenazeci olan adamın ilk işinden sonra en çok sevdiği şey olan karısına gidip sarılışı, onu bırakmayışı "ölüm" ün üzerindeki etkisini çok iyi anlatmış...
türkçe'ye son veda diye çevrilen Japon filmi.
--spoiler--
sakin, izlenesi, filmin sonuna gelmedim ama sonunda sanki adam görüşmediği babasını yıkayacak gibime geliyor.
--spoiler--
japon sinemasıyla haşır neşirliğim; akira kurosawa 'nın felsefesini etüt etmiş olmam, birkaç filmini hatmetmiş olmam, gene takeshi kitano (bir filmini bilirim, bebekler ) ismini sinema dergilerinde falan habire duymam (hakkında yazılmış birkaç yazısını okumam) ve yasujiro ozu 'nun yeni türk sinemacılarını fazlasıyla etkilemiş olmasıyla (bir örnek verelim semih kaplanoğlu) sınırlı aslında. tabii bu sinemayla akraba sayılabilecek çin ve tayvan sinemasından birkaç çalışma izlemişliğimle (özellikle yang zhang, ang lee ve Hsiao-hsien Hou filmleri) ve kore sinemasının harikulade yükselişini takip edişimle (herkesin bildiği bir isim kim ki duk ) uzak doğu sinemasının kendime göre minimal ölçekli bir resmini çizdim.
bu yojito takita çalışması da son derece hisli ve duyarlı bir o kadar da başarılı bir yapıt. gene uzak doğu'nun karakteristik özelliklerine dair birçok taraf bulabiliyoruz.
1)ilk aklıma gelen ölen kişiye fazlaca değer vermek. hani ülkemizde bu yaşayana dair bile değer vermemek olarak cereyan etse de bu adamlar bu konuda fazlasıyla takıntılı. ve bu filmin omurgası bence. yani ölen kişinin işlemleri için 5 dakika geç gelmek dahi büyük saygısızlık. ki bu olgu anımsadığım kadarıyla kim ki duk'un birçok filminde de ölen kişinin sarıp sarmalanmasındaki titizlikle aklımda yer tutmuştu.
2)işsiz kalan çellistin cenaze levazımatçısı oluvermesi. ve ölülerden para kazanmak. kağıt üzerinde eşe-dosta bile söylenebilirliği mümkün olmayan bir iş. başta eleştiren 2 kişi (annesini kaybeden bir arkadaş ve güler yüzlü eş) daha sonra durumun hassaslığı ve kritikliğiyle hatta -birisi için söyleyebileceğimiz- mevzunun kendisini buluvermesiyle çark ediyor ve haksızca/ acımasızca eleştirdiği işin aslında son derece zor, çetrefilli bir o kadar da duygusal tarafı yoğun oluverdiğini algılıyor. eşteki değişimse daha ziyade duygusal çetrefilden besleniyor.
3)uzak doğu sinemasından bahsedip ahlaktan, değer yargılarından ve kendilerine özgü inanç yapılarından bahsetmemek olmaz. şu ahlaki olguları ben özellikle yüksek duyarlılıkla değerledim kendimce. ölenin en güzel kılık kıyafetleriyle, makyajıyla ölümsüzleştirilmesi ne denli hassas duyguların izini sürdüklerini bize gösteriyor. en çok istedikleri şekilde ölümsüzleştiriliyorlar. oğlundan şikayet eden anne, o çok sevdiği fularıyla ölümsüzlüğe uzanıyor.
4) aslında film bas bas bağırıyor, sevdiği işi yapmanın ve özellikle onun kutsal bir olgu olmasının bünyeye verdiği rahatlama hissinin büyüklüğünü... bu kısımlarda film çok başarılı. (hatta patronun huzuru ve öğretileri de işin içine katılabilir)
5) film sadece bir çellistten levazımatçı yaratmasıyla değil ruhuyla fazlasıyla sanat kokuyor efendim.
6)babanın elinden taşın düştüğü sahnenin çok estetik olduğunu düşündüm izlerken. estetik ve minimal sahneyle boğaza bir şeyler düğümleniyor. insan bu küçük sahnenin üzerine sayfalarca yazmak istiyor. sadece, yazmak. pürüzsüz taş ve iyilik, pürüzlü taş ve kötülük ...
hassas bünyelere zarar bir çalışma.
10 üzerinden 8,5!
Bir kaç ay önce izlediğim japon yapımı film. ismini hatırlayamıyordum hiç "çello çalan adamın ölü yıkayıcısı olduğu film" diye aradım googleden. Bu şekilde buldum filmin ismini. Neyse film çok gerçekçiydi yani böyle hayatın içinden.