ortaokul 1. sınıftayken türkçe derslerinde haftalık 1'er saat türkçe öğretmenimizin bütün sınıfa okumasıyla ilk olarak haberdar olduğum çok şeker bir kitaptır.
hayatımda ilk bitirdiğim kitaptı. bittikten sonra anneme "neden böyle bana çocuk kitapları almıyorsun?" kızdıktan sonra annemin bana "bu çocuk kitabı değil roman o..." diyerek ayar vermesi de içimde hep kalmıştır.
çok hüzünlü bir kitaptır ama isminden midir bilinmez adını her duyduğumda gülümserim. ve kaç yaşıma gelirsem geliyim her okuyuşumda salya sümük ağlatıyor beni. yüreğimi sızlatıyor küçük zeze. bir gün çocuğum olursa onun okumasını istediğim ilk kitap.
hayatımda okuduğum en muhteşem kitaplardan biri. evet, itiraf ediyorum örnek aldığım birinin okumuş olmasından dolayı niyetlendim okumaya. ama okuyunca iyiki okumuşum dedim. ve öyle zannediyorum ki hiçbir kitap henüz böyle dokunaklı gelmedi bana..
''Ne diyorsun sen, küçük; babanı mı öldüreceksin?''
''Evet, yapacağım bunu. Başladım bile. öldürmek, Buck jones'un tabancasını alıp
güm diye patlatmak değil! hayır. onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek...
ve bir gün büsbütün ölecek.''
Şeker portakalı, José Mauro De Vasconcelos, çev. Aydın emeç, can yayınları, sf. 159
nee? o her şeyiyle zavallı küçücük çocuğun hikayesi mi yine. çok moda bir kitaptı bir zamanlar... herkesin alıp kitaplığına koymak için delli olduğu bir şeydi.
--spoiler--
"Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum... Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın yüreğini paralayan ve sırrını kimseye anlatmadan birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbürüne çevirme cesaretini bile yok eden şeydi."
--spoiler--
ilkokul yıllarındayken almıştım avuçlarıma, ya da öğretenim vermişti kimbilir.. çocuk kalbimin en çok etkilendiği kitap oldu. seneler sonra adını duymak bile gülümsemeye yetti durduk yere. şeker portakalı işte.. küçük zeze'nin boyundan büyük hikayesi.. her çocuğun bir parçası aslında, ya da her çocuktan bir parça belkide..
hayli dokunaklı, elinizden bırakamayacağınız, yaş sınırlaması koymayan harika bir eserdir. zira şu bitişiyle gözleri yaşartır gibi olur ve gırtlakta bir düğümlenme hissedilir.
..... yıllar geçti,sevgili manuel valadares. şimdi 48 yaşındayım ve zaman zaman özlemimde hep bir çocuk olduğum izlenimine kapılıyorum. birden ortaya çıkıverecekmişsin, bana artist resimleri ve bilyeler getirecekmişsin gibi geliyor. hayatın sevilecek yanlarını bana sen öğrettin sevgili portuga'm. şimdi bilye ve artist resmi dağıtma sırası bende,çünkü sevgisiz hayatın hiçbir anlamı yok. arasıra sevgimle mutluyum, arasırada yanılıyorum;bu daha sık oluyor.
o çağlarda bizim çağımızda yani yıllar önce bir Budala Prens'in mihrabın önünde diz çökmüş "budala" nın gözleri yaşlarla dolarak ikonlara şunu sorduğunu bilmiyordum: "olup bitenleri çocuklara niçin anlatmalı?"
gerçek, sevgili portuga'm; bunları bana çok erken anlatmış olmalarıdır. hoşçakal. (ubatuba,1967)