ülke içinde ve istanbul'da ulusal varlığa düşman kuruluşlar
kurulmaya başlayan bu cemiyetlerden başka, ülke içinde daha birtakım girişimler ve kuruluşlar da ortaya çıkmıştır. bunlar arasında diyarbakır, bitlis, elazığ illerinde istanbul'dan yönetilen kürt teali cemiyeti vardı. bu cemiyetin amacı, yabancı koruması altında bir kürt devleti oluşturmaktı.
konya ve çevresinde istanbul'dan yönetilen teali-i islam cemiyeti kurulmaya çalışılıyordu. ülkenin hemen her tarafında hürriyet ve itilaf ve sulh ve selamet cemiyetleri vardı.
(#42378273)
aylar sonra bitirdim ve hakkında birkaç şey çiziktirmenin vakti geldi. kitap akmıyor arkadaşlar. okumaya niyetlendiğimi söylediğim 5 ekim tarihinden, okumayı bitirdiğim 11 ocak tarihine kadar (öyle yazmışım günlüğe)
sindire sindire peyderpey ilerlemek durumunda kaldım. zaten bu sene akıcı okuyamadığım 2 kitap var. biri böyle buyurdu zerdüşt diğeri de bu.
milli mücadele öncesi azınlıkların teşkilatlanmasından başlayıp cumhuriyet sonrası inkılaplara kadar olan dönemi (1927 yılı civarı) konu alıyor kitap. otobiyografi muhteviyatına sahip. içerikten anladığımız kadarıyla mustafa kemal en başından beri yeni ve milli egemenlik anlayışına dayalı bir devlet kurma fikrinde. fakat temsil heyetiyle istanbul hükümeti arasında geçen yazışmalar o dönemde milli mücadeleye karşı olanın padişahın kendisi değil de damat ferit paşa hükümeti olduğu anlayışının hakim olduğunu okuyuculara düşündürüyor. yani atatürk'ün silah arkadaşlarının rejim değişikliği gibi bir fikri ya da beyanı o tarihlerde söz konusu değil. hatta ilginç bir şekilde 23 nisan millet meclisinin açılışından önce 'heyet-i temsiliye adına' ankara'ya telgraf gönderen mustafa kemal atatürk, meclisin amaçlarından birini de "yüce hilafet ve saltanat makamının kurtarılması gibi en mühim ve hayati vazifeleri ifa edecek olan büyük millet meclisi'nin açılış gününü..."* şeklinde bir ifade ile yansıtmakta. tabii bunun doğru olmadığı, zaman göre alınan bir tutum olduğu aşikar.
bir de dikkatimi çeken diğer bir husus kitapta defalarca mevzu bahis olan rauf bey'in (rauf orbay) belki de en başından beri milli mücadeleye engel çıkarma çabası içerisinde olması. atatürk karadenize açılacağı zaman geminin batacağını haber vermesi, amasya genelgesi müsveddesine imza atmak konusunda mütereddit davranması *, lozan barış anlaşması için müzakereler sürerken devamlı ismet paşayla çatışması... adam kitabın resmen kötü karakteri gibi.
eserde tahammül hududunu zorlayan sıklıkta telgraf yazışmalarına yer verilmiş. kitabı okumak isteyen bir birey bilmeli ki nutuk'un -abartısız- yarısına yakın bir bölümü telgraf alıntılarından oluşuyor. halide edip ile mustafa kemal arasında amerikan mandaterliği hususunda sayfalarca süren yazışmaları mevzu bahis duruma örnek teşkil etmekte. tabii bu, okuyucunun konu bütünlüğünü yakalamasını zorlaştırabilir. fakat olayları sözle yetinmeyip vesikalarıyla sayıp dökmek zannımca olumlu.
kitabın tamamı hakkında yorumda bulunmaktan ziyade önceki entrylerde gündeme getirilmeyen noktalara parmak basmak istedim. türkiye tarihiyle alakalı bilgi edinmek isteyen her bireyin okumasında fayda olacağına inanıyorum.
önemli not: kitabın elimde bulunan versiyonu alfa yayınlarına ait, ekim 2018 yılında sürülen 722 sayfalık 55. basımı. yazdıklarımda bu versiyonu referans olarak kullandım.
Şimdilerde ciltsiz 200 sayfa basıp basıp satıyorlar. Afedersiniz de onu siz okuyasınız ne okumasanız ne? Adam gibi alın 1952 yılı 3 ciltlik okuyun. Ayrıca 1952de de değiştirilmiş yerler var ama ne yapacaksın? Bozulmamış orjinali nereden bulacaksın nasıl okuyacaksın?
Ama migrosta satılan boktan kitabı okuyacağınıza hiç okumayın.
Ayrıca bir konuya değinmek istiyorum sayın sözlük yazarları. Bizim ülkemizdeki insanlar çok gözü kapalı, başka düşünceleri asla düşünmeyen çok cahil insanlar ne yazık ki. Bunun en çok görünen kısmında ise kemalistler var. Gerçekten çok tutucular ve başka türlü düşünemiyorlar. Halbuki bir ömür anneden babadan öğrendiğiniz körü körüne bir ideolojiyi savunmak için çok çok uzun bir süre. Onlara da tavsiyem; önyargılarınızı yıkın ve samimi bir şekilde başka fikirleri öğrenip okuyun arkadaşlar.
Şanslı bir eser. En azından yayınevleri tarafından basımı yapılıyor. internette kolayca bulunabiliyor. Fakat Atatürk 'ün söylev ve demeçleri nin on seneden uzun bir süredir baskısı yenilenmiyor. (en son 2006'da yapılmış) Neden acaba? Bunlar hep geleceğe miras olması gereken eserler...
Yanlış anlamadıysam, Mahmut Esat Bey'in sözleri yazıya aktarılırken, "Demokles" kelimesi "demokrasi" olmuş. Bu yanlış diğer nutuklara da yansımış. Demokles olabilir mi? Uzmanı değilim. bilemem. Fakat bana Demokles gibi geldi. Ne dersiniz?
Özgün (sadeleştirilmemiş) metnin günümüz okuyucusu tarafından anlaşılamayacak olduğu tamamen efsaneden ibaret. Evet, bazı yerlerde, özellikle resmi yazışmalarda, oldukça eski kelimeler çıkabiliyor. Fakat daha önce sadeleştirilmiş halini okumuşsanız, olaya hakimseniz, bu kelimelerin hangi anlamda kullanıldığı üç aşağı beş yukarı kafanızda beliriyor. Ve okudukça o kelimelerin anlamlarına da alışıyorsunuz. Yani Nutuk’un aslını okumak, yabancı dilde bir kitap okumaktan zor değil. Ancak biz her alanda “kolaylığa” alıştırılmış olduğumuz için; kolaylığa şartlandırıldığımız için, zor diye düşünüyoruz. Yok öyle bir şey. Hatta lisede bize gösterdikleri divan şiirlerinden bile kolay. Bakın şu küçük parçayı anlıyorsanız, Nutuk’u özgün metinden siz de okuyabilirsiniz:
“Efendiler, Erzurum’u terk ettiğimiz tarih 29 Ağustos 1919 dur. Amasya’dan, Erzurum’a gelirken, Sıvas’ta küçük bir hikâyeye zemin olan vak’a hatırlarımızdadır. Gariptir ki, Erzurum’dan Sıvas’a giderken de buna mümasil küçük bir vaziyete temas ettik.
Erzincan’dan garba hareket ettiğimiz günün sabahı, Erzincan Boğazı methaline gelir gelmez, bazı jandarma neferlerinin ve zabitlerinin, heyecanlı ve mütelâşi bir tarzda otomobillerimizi tevkif ettiklerini gördük.
Vaziyeti izah ettiler: «Dersim Kürtleri, Boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez.»
Bir zabit, merkeze kuvvet gönderilmesini yazmış. O kuvvet gelince, tertibat alacak, hücum edecek, bu eşkıyayı tardedecek ve yolu açacak imiş…
Pek iyi ama, bu eşkıyanın kuvveti nedir, neresini nasıl tutmuş, ne kadar kuvvet ve ne vakit gelecek?!
Bu muammalar halledilinceye kadar, geri, Erzincan’a dönmek ve kim bilir ne kadar günler beklemek lâzım! Bizim ise, işimiz pek acele idi. Ben, Erzurum ile Sıvas arasındaki mesafeyi mutat zamanda kat’edip muayyen günde, Sıvas’ta bulunamazsam, şurada veya burada şu veya bu sebeple tevahhuş ve tevakkuf ettiğim Sıvas’ta şayi olursa panik başlayabilir, işler altüst olabilirdi.
O halde karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka çaremiz de yok idi. Yalnız ufak bir tertip almağı muvafık buldum.
Hafif mitralyözlerle mücehhez bulunan, fedakâr arkadaşlarımızdan birkaçını –elyevm bir alay kumandanı olan Osman Bey, ki Tufan Bey namiyle maruf olmuştur, bunların başında idi – Bir otomobil ile kendi otomobilimize takaddüm ettirdik. Sağdan soldan gelecek, uzak mesafedeki ateşlere ehemmiyet verilmeyerek otomobiller seri hareketle şose üzerinde ileri yürümeye devam edecekler. Vurulan, ölen olursa, onlarla meşgul olunmayacak.. Tam şose üzerinde ve yakınında, şoseyi kapayan eşkıyaya temas edilirse, hep otomobillerden atlayacağız ve bunlara hücum ederek yolu açacağız ve kalanlar tekrar kabil-i istimal otomobillere binerek serian ileri uzaklaşarak yola devam edecekler… işte verilen emir de bu idi…
Bu tertip ve tarz-ı hareketi, makul ve emniyetli görmeyenler bulunabilir. Gerçi bu tarihlerde Elâziz Valisi Ali Galip Bey’in Dersim’de dolaştığı ve bazı tesvilât ve tertibata çalıştığı malûm idiyse de izah edeyim ki, ben, evvela, hakikaten Boğazın tutulduğuna kani olmadım. Bunu hükûmet-i merkeziyenin mümaşatkârı olabileceğini tahmin ettiğim bazı kimseler tarafından, mahza, beni tevakkufa mecbur etmek için tasni edilmiş bir plân telâkki ettim. Saniyen, Dersim Kürtleri Boğazı tutmuşlarsa, bunların alabilecekleri tertibatın, uzak tepelerden yola ateş etmekten ibaret kalması, bence, çok muhtemel idi.
Hulâsa yürüdük, Boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sıvas’a muvasalat ettik. Ahalinin şehrin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak tezahüratiyle karşılandık. (…)”
Etkileyici bir sesle dinlemek isteyenler için Spotify'da podcast halinde 10 bölümde yayınlanmış ulu önder'in mükemmel yapıtı. Seslendirense (bkz: nur subaşı)
Atatürk'ün Türk milletine verdiği en büyük miraslardan biri. Okuyunca anlayabiliyorsunuz bugün neden bu haldeyiz. Nerelerden nerelere gelmişiz. Cumhuriyetin düşmanı hiç bir zaman eksik olmamış. Ancak gereken cesaret eksildi mi milletçe mevzi ve değer kaybetmeye başlamışız. Esas olan cesaret. Korkusuzluk. Laf cambazlığı değil.
Ne mutlu ki kısa bir süre önce ben de Nutuk'u okuma şansına eriştim. Keşke çok daha önce okusaydım tabi. Fakat boyutu insanın gözünü korkutuyor. Okurken kitabı tutmak elinizi ağrıtabiliyor. Bu yüzden, bana kalırsa 3 veya 6 cilde bölünmeli. (Atatürk 6 günde söylemiş). Kitabın sonundaki belgeler de ilgili olan ciltlerin sonuna dağıtılmalı. Böylece daha rahat bir okuma sağlanabilir.
Ayrıca 1927 yazında Nutuk'u hazırlarken verdiği diğer demeçler, bildiriler ve belgeler de bu ciltlere eklenmelidir. Çünkü bu konuşmalar ve belgeler Atatürk'ün iç dünyasına ulaşmamız için önemli bir anahtardır. Nutuk'u değerlendirmemiz için önemli ipuçları taşımaktadır.
atatürkün yazdığı kitaptır. ama nazarımda bir "mein kampf" değil tabiki. mustafa kemal kitabı daha kişisel alarak kendi siyasi görüşünün oluşumunu anlatabilirdi.