çok övülen şeylere güvenmediğim halde çok övüldüğü için aldım, başladım. diyenarda 280 liraydı bu arada, hop nadir kitaba girdim sahaftan aldım, yanına da başka kitap ekledim, daha çok para ödedim; olsun okuyan okuyor işte.
yeni başladım, felsefeye pek az değil ama edebiyata çok merakım var. irvin d. yalom'un bir psikiyatrist olarak edebi yönü ne kadar kuvvetli, sanatı bilgisinin gerisinde mi görmek istiyorum.
fakat kurgusal bir metinde gerçek kişilerin kullanılması beni her zaman rahatsız ediyor. koskoca bir kitapta bahsedilen kişilere iftira atılıyormuş gibi geliyor. bir yandan da gerçek kişilerin şöhretinin kullanılması kurgunun gücünü boşa çıkarıyor. edebiyat nietzsche'den büyüktür gerek yok böyle şeylere. neyse bu kitapta da aynı rahatsızlığı yaşıyorum, görmezden gelerek devam edeceğim. tekrar yazacağım kesinlikle.
filmi de, kitabı da harika olan bir irvin d. yalom eseridir. irvin aynı zamanda bir psikoterapist olduğu için, gözlemleriyle harika bir iş çıkartmıştır.
''Benim için her şey yazılmıştı. ben hiçbir seçim yapmadım. kendime bir şans tanımalıyım. kendimi bulmak için fırsat vermeliyim.
yaşamımı değiştirmek zorundayım. yoksa, bir kere bile yaşadığımı hissetmeden ölümü karşılamak zorunda kalacağım.''
ümitsizlik mengenesi cümleler,
bu düşüncelerin çoğumuzun aklından geçtiğini düşünüyorum.
rutine girmiş hayatlarımızdan çığlıklar saçılıyor etrafa, çıkmalıyım/kaçmalıyım/böyle yaşayamam'lı fikirlerle örülüyor zihnimiz.
heyecan bekliyoruz.,
mucizeler,
biri,
kurtarıcı...
karakterimiz bu noktada hipnoz ediliyor.
ne mi oluyor?
elindekileri bırakıp gidiyor, arzularının bir bir yıkıldığını, arzu edilen şeyin arzu ettiği gibi olmadığını görüyor. hayatının aslında o haliyle güzel olduğunu da görüyor.
psikanaliz açıdan kendini değerlendiren kahramanımız,
''söyleyebileceğim şey yalnızca, son iki yıl içinde yaşlanıyor olmanın, yani sizin deyişinizle- zamanın iştahının- beni korkuttuğu. buna karşı mücadele veriyordum ama kör dövüşü yapar gibi. asıl düşmana değil, karıma saldırdım ve sonunda ümitsizliğe kapılıp beni kurtaramayacak birinin kollarına atlayarak kurtulmayı bekledim.''
Uzun zaman tanıyarak okunması gereken yalom kitabının bana fısıldadıkları, çıkarımlarım;
takıntı yaptığımız, çok istediğimiz kişi veyahut şeyler aslında kendimizden kaçtıklarımızın saplantısı. onlar gerçek değil, zihnin asıl olana odaklanmamamız için bizi oyaladığı oyuncaklar. kolaya kaçıp başkalarını suçlamak yerine kendimizi dinleyip korkularımızla yüzleşebiliriz. yaşamımızı onarabilir daha yaşanır hale ısrarla kendimizle yüzleşerek getirebilirz. yazgımızı sevebiliriz. geçmişe dönmek mümkün olmadığı için, olanı sevebiliriz.
Sadece kendisiyle hayatıyla ve sevdikleriyle yüzleşebilecek kadar cesur olanların okuması için yazılmış kitap. (irvin d. Yalom bu şekilde tanıtıyor kitabını)
Sona doğru özgürlüğün ve özgürlüğü sayesinde ulaştığı gerçeğin ağırlığına dayanamayan doktor breuer'i kınarken kitabı bitirdiğimde benim de zihnimde aynı soru vardı.
Irvin D. Yalom tarafından kaleme alınan, türkçe çevirisini aysun babacan’ın yaptığı ümitsizlik üzerine yazılmış düşünsel roman.19. Yüzyılın viyana’sında geçmektedir.
okumaya yeni başladığım kitap, ilk 100 sayfayi devirdim. Breuer, nietzsche ile gerçekleştirdiği görüşmeleri henüz savunmasını vermeyen çiçeği burnunda bir doktor olan Freud ile akşamları çalışma odasında paylaşıyor.
Hastanın fiziksel sorunlarının kaynağını ruhsal durumunda arayan ve bu yöntemle ile ilk kez bir hastayı tedavi eden breuer ve sonradan psikanalizin babası sayılacak Freud
nietzsche'nin bitmek bilmez ve çıldırtacak derecede şiddetli seyreden hastalığının sebebini onun akla hayale sığmayacak düşüncelerle dolu zihninde arıyorlar.
Niçenin doktorları bile şaşırtan düşüncelerine şaşırırken freud'un bilinçaltı denen keşfine gebe olduğunu fakat bunu hocası breuer'e sürekli çıtlatmaktan öte gidemeyişine, breuer'in daha sonra yollarını ayıracak derecede dalga geçişlerine de şaşırıp duruyorum.
Bugün herkesin varlığını hissettiği, hatta onunla bir amansız kavgaya giriştiği, sürekli bahsettiği, her şeye sebep gösterdiği bilinçaltı, ayan beyan ortadayken bile nasıl da doğum sancıları çekiyor.
Çok güzel kitap. Şu ana kadar son zamanlarda okuduğum en güzel kitap olabilir bu şekilde devam ederse.
Bir önce okuduğum kitabın oğuz atay'ın tehlikeli oyunları olduğunu göz önüne alırsak daha iyi anlaşılır güzelliği.
Bu kitapta bahsedilen adamların keşifleri bütün kitapların ilhamları.
josef breuer ve nietzsche'nin karşılaşmış olması ihtimalinden yola çıkılarak yazılmış olağanüstü romandır. Kitabı okumadan önce breuer, Freud ve nietzsche okumuş olmanız önerilir. Roman dili bakımından kolay anlaşılır olsa da karakterleri ve karakterlerin ruh durumlarını zihinde canlandırabilmek açısından daha faydalı olacağını düşünüyorum.
--spoiler--
Nietzsche lou salome adında bir kadının ihanetine uğramış, ümitsizlik içinde hastalıklarıyla boğuşan bir adamdır. Breuer, onu duyduğu derin ümitsizlikten kurtarmaya çalışır fakat breuer de evliliği ve özgürlüğü arasında sıkışmış, bertha pappenheim adlı hastasına takıntılı bir doktordur. Lou salome'nin küçük bir müdahalesiyle nietzsche ve breuer viyana'da karşılaşır. Esasen ikisi de benzer sorunlara sahiptirler ve fark etmeden birbirlerinin sorunlarını çözmeye ve birbirlerini farklı düşüncelere itmeye başlarlar.
Yazar; breuer'in bertha pappenheim'a duyduğu saplantının bir noktada breuer'in annesi bertha breuer ile ilgili olduğunu anlatır. Bu durumu nietzche ile yaptıkları mezarlık ziyaretinden sonra fark eden breuer, yakın dostu Freud sayesinde bu saplantısından kurtulur. Nietzche'ye lou salome'nin tanışmalarındaki etkisi ve tavırlarından bahseden breuer, nietzsche'nin de salome takıntısından kurtulmasını sağlar. Tüm bu yaşananlar nietzsche'nin bilinçli bir şekilde yalnızlığı seçmesini sağlar ve böyle buyurdu zerdüşt ortaya çıkar.
Romanda cinsellik denince ben o işlerden haz etmem tavırları takınan nietzsche'nin gerçek hayatta frengiden ölmüş olması da son derece entresan bir detaydır.
--spoiler--
gözyaşları bıyıklarından süzülürdü..
--spoiler--
neden ağladığını sordurur. okurlarının biz kültürlüyüz mesajı verme aracı gibi kullandığı kitap.
"Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki hiçbir şey engellenemiyormuş gibi görünür, bizi ayıran küçük bir köprü vardır, o kadar. Ama sen tam bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam: “Bu köprüyü geçip bana gelir misin?” işte o anda artık bunu istemeyiverirsin, sorumu tekrarlasam öylece suskun kalırsın. O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer; bizi ayıran ve yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız. Ama o küçücük köprüyü düşündüğünde, sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın.."
"Birden doğrulup çevreme baktığımda kimsenin yanımda olmadığını, bana eşlik eden tek şeyin zaman olduğunu görüyorum.."
"Bu soruların cevabını zaten biliyorsunuz! Hayır, ben seçmedim! Hayır, istediğim yaşamı yaşamadım! Benim için yazılmış yaşamı yaşadım. Ben, gerçek ben, bir mahkûm gibi bu yaşama kapatıldım!"
"O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus’un arzusunun, insanların, kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.."
''Belki de sevdiğiniz insanları düşünmektesiniz; ama daha derinlere inin.. Sonunda, sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz. Siz, bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz. Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil..''
Nietzsche’yi nietzsche’den daha iyi anlatan bir kurguya sahip olan irvin d. yalom romanı. ‘Gördüğü bir şeye yapışıp kalmakta inat eder ama buna sadakat der.’
Okurken zevk alarak okuduğum nadir kitaplardandı. Çok güzel bir kurgu vardı bu kitapta, lou sahiden o kadar güzel mi ki merak ediyorum. Nietzsche ye de burdan içindeki o ön yargılar kin ve nefret yüzünden daha çok ağlarsın demek istiyorum.
Ben basit şeylerin peşindeyim; gece üçte kabusla bölünmeyen bir uyku uyumak istiyorum, ta içimdeki bu gerilimden kurtulmak istiyorum. işte benim korkum bütün ağırlığıyla tam buraya ''çökmüş duruyor..." diyerek göğsünün ortasını gösterdi.