bugün

bir dostoyevski eseridir..
fyodor mihailoviç dostoyevski nin ilk roman denemesiydi. kardeşine yazdığı 1846 tarihli bir mektupta "itiraf biçiminde büyük bir roman" yazmak istediğini söylüyordu. 1849 da tutuklanıp sibirya ya yollanmasıyla roman yarım kaldı. yazar netoçka nezvanova ya hiç bir zaman geri dönmedi. yarım kalmasına rağmen, netoçka nın çilekes annesiyle, deliliğin eşiğinde başarısız bir müzisyen olan babası arasında başlayan acılı hikayesi, pek çok eleştirmene göre dostoyevski nin sürgün dönüşü yazacağı romanların temalarını verir.
dostoyevski'nin kaleme aldığı, genç bir kızın üvey babasına duyduğu aşkı anlatan romandır ...
su gibi giden, bir oturuşta bitirilebilecek roman.
tam bir şaheser... bana kalırsa dostoyevski'nin en iyi eserlerinden biri.
dosto'nun diğer kitapları kadar bilinmeyen, saklı kalmış romanlarından biri.
15 yaşlarımda okuduğum ve ''ne okuyorsun?'' dendiğinde ''netoçka nezvanova'' cvbının karşılığında çoğu kişinin tekrar tekrar sormasıyla kendimce havalara girdiğim bir kitaptı.
(not; hala aynı etki mevcut)
ilkokulda okumaya kalktığım, dolayısıyla kitap okumaktan bi süre soğuduğum eser.
eskiden radyo vardı. trt kaliteliydi, şimdiki gibi değil. radyoda arkası yarınlar olurdu. kerim afşar, efektör korkmaz çakar,klasiklerin radyoya uyarlanmış piyesleri olurdu. netoçka ile o zaman tanışmıştık ve sevmiştim.
Alçak gönüllülük, yoğun bir şefkat ya da kendini hususiyetle ezme arasında gidip gelen bir kızı konu edinen, şahane ve yine insanın en savunmasız noktasına belki de iki yüzlü kibrine balyoz gibi inen bir Dostoyevski eseridir.
görsel
Küçük bir kızın yarım kalmış öyküsü. Dostoyevski tutuklanmamış olup sibirya’ya sürgüne kürek cezasına gönderilmeseydi devamı nasıl olurdu merak ediyorum.
Diğer yarısını tamamlamak sanırım ciddi okurların hayal dünyasına kalıyor.

Her dişi bireyin okuması gereken baş yapıt yarım kalsa da.
hemen hemen tüm dostoyevski eserlerini okudum. içlerinde en olmasa da pek beğendiğim ve yarıda kalmış olan netoçka nezvanova adlı romanın anlatım biçimi çok hoşuma gitti. yazarın, "durun da biraz çocukluğuma değineyim" ya da "iş aslında öyle değil, böyle" veyahut "işin bir de babanın yaşadığı drama var" şeklindeki tarzı pek de alışık olmadığım bir üslup idi. malumunuz, dostoyevski, romanın ana karakterlerinden ziyade oluşturduğu yan karakterleriyle kendi düşüncelerini dile getirir ki, bunlara en güzel örnek ippolit terentyev'dir. fakat bu romanında durum tamamen farklı olmuş. yan karakter, ana karakter dememiş, tamamı ile deneyerek yazdığı yarıda kalan bir eser olmuş. ne de güzel olmuş.