bugün

bekleneni en iyi anlatan şairdir.

beklenen

ne hasta bekler sabahı
ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar

gelme istemem gelmeni
yokluğunda buldum seni
bırak vehmimde gölgeni
gelme artık neye yarar
Necip Fazıl KISAKÜREK vapurla Karaköy'e geçerken, yanına biri yaklaşıp, ''Üstad, peygamberlere ne diye gerek duyuldu., biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik'' diye sorunca Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan, ''Ne diye vapura bindin yüzerek geçsene karşıya'' cevabını vermiş..
allah dostunu gördüm, bundan alti yil evvel
bir aksamdi ki, zaman, donacak kadar güzel
abdulhakim arvasi hazretleriyle tanıştıktan sonra yazdığı şiir..
şairlerin sultanı... akıllara zarar bir zeka... keskin ve hisli bir dil...
ruhu şad olsun..
"sonum yokluk olsa, bu varlık niye" diyerek kafaları karıştıran şair.

(bkz: indeterminizm)
(bkz: işte de ondan)
Siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu?
Kıymetlı malı olanlar bağırmaz.
Domatesci, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz.
Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz.
Insan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir.
Popcular, folkcular boğazlarını patlatana kadar bağırıp duruyor.
Ama Dede Efendi'yi okuyanlar bağırmıyor.

Insanin kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur.

Necip Fazıl Kısakürek
(bkz: kaldırımlar)
muhafazakar döneminin öncesi halini şu şiiriyle mükemmel anlatan şair

tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
gökyüzünden habersiz uçurtmalar uçurmuşum
hüseyin üzmezin ahmet emin yalmanı vurması sonucu "biz ayağa kalk sakarya dedik onu bir hüseyin anladı ama o da amuda kalktı" diyen büyük şair.
CANIM iSTANBUL

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu istanbul diye toprağa kondurmuşlar.

içimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.

Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki istanbulludur.

Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüzgar onda, onda misale.

istanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...

istanbul,
istanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
ille Istanbul'da bul!

istanbul,
istanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.

Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.

Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...

Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Katibim" i...

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.

istanbul,
istanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...

Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.

Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.

Ana gibi yar olmaz, istanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,

istanbul,
istanbul...
sabah sabah, sol framede adını görünce öldü sandığım(!) üstad.

şu dünyada herkes ajan, herkes bir şeylerin düşmanı, herkes gözü dönmüş bir canavar, bir biz temiziz, bir biz naif ve sütten çıkmış ak kaşığız zaten, bu yüzden bu sözlükler aleminde, yattığımız yerden, koca götlerimizi büyütürken, tüm dünyanın ölümsüz kabul ettiği üstadlara bile bok atma rahatlığını, eşsiz bünyelerimizde ve şaşılası beyinlerimizde bulabiliyoruz.

biz o kadar zeki, çevik ve ahlaklıyız ki, yaşasaydı necip fazıl, yaşasaydı nazım hikmet, övünürlerdi bizimle, hele mustafa kemal... alnımızdan öperdi şüphesiz...

nazım hikmet vatan haini
necip fazıl türk düşmanı
can yücel ayyaş
ahmed arif terörist
mehmet akif faşist
attila ilhan komünist
aziz nesin ateist
murathan mungan eşcinsel
..

sözlük yazarları kusursuz, sözlük yazarları harika, tapılası insanlar, hepsi üstad...

lan zaten karacaoğlan kara
aşık veysel de kördü

valla en iyisi biziz...
*
Nazım Hikmet ve Necip Fazıl Ramazan ayında arabayla gidiyorlarmış.
Tabi Necip Fazıl oruç ama Nazım Hikmet değil.
Nazım Hikmet Necip Fazıl ile dalga geçmek için yolun kenarındaki zayıf bir ineği işaret ederek Necip Fazıl'a demiş ki:
-Şunun haline bak,oruç tutmaktan ne hale gelmiş demiş.
Tabi üstad altta kalırmı hemen cevabı yapıştırmış:
-Aaa Nazım sen bilmiyormusun hayvanlar oruç tutmaz...
içerisinde inanılmaz betimlemerin bulunduğu üstadın şaheseri..

sakarya türküsü

insan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat?

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

insandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

insan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..
Akrostiş
ihtilal acentası...
Solun tam da ortası.
Moskof'un oltası..
Eli, zulüm muştası.
Tek ümidi, cuntası

inkılap, avantası...
Nemrut, onun atası...
Ölüm yolu, rotası..
Namlı servet çantası..
Ünlü küfür softası..

(1968)
Necip Fazıl Kısakürek
kıymetini yeterince bilemedigimiz, politik kavgalarımıza rating malzemesi yaptıgımız buyuk sair, üstad.
savunduğu davadan dolayı kendisine gerici diyenlere verdiği cevapla müthiş bir ayar vermiş büyük mütefekkir ve şair;

'' şimdi ben, 19-20 yaşlarımda gördüğüm hadiseyi bugüne tatbik ediyorum. bir at yarışında bulundum. fransa' da askeri bir at yarışı idi. yedi devir dolanacaklardı dairenin etrafında ve bitiş yerinde yarış nihayete erecekti. attan biraz anlayan bilir ki, cins hayvanlar arasında ne kadar fark olursa olsun bir devir fark olmaz. 40 metre, 50 metre, 100 metreye kadar gider nihayet... düşük kan geride kalır, koşamaz... fakat atlardan biri o kadar kaltabandı ki, öbür atlar altıncı devri bitirmek üzere; o daha birinci devri bitirmiş gidiyor. ve halk '' yuha '' diye bağırıyor mütemadiyen.... öyle oldu ki, potaya, yani bitiş noktasına 6 tane cins attan o kaltaban at daha evvel girmiş gibi göründü. en geride olduğu halde, hepsinden ilerde ! işte bize gerici diyenler, bu kaltaban katırın cinsindendir ! ''

vesselâm...