Azılı türk düşmanı rus hayranı. Atatürke hakaretten ceza yemiş sonra yalakalanmış. Atatürk ölünce kinini tekrar kusmuş hapise atılmış. çıkınca askere alınmamak için kaçmış. Hayatı kadınları aldatmak kullanmak ile geçmiş beş para etmez kişilik. Kötü yanı komunistlerin en boktan kişiyi bile iyi pazarlamaları. Atatürkçülerin bu oyuna hemen gelmeleri.
Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum...
Vahşi avrupa'nın kullanışlı bakteri gibi beslediği sol cenahta şöyle bir olay vardır: aralarından biri çıkıp ortaya sıçar, ötekiler de bokun ne kadar yüce bir sanat eseri olduğunu söyleyip alkışlar. Beynini kullanmamaya yeminli davarlar da o daatten sonra her "bok"a "sanat eseri" derler.
Nazım hikmetin bokları gibi.
Sırf sovyet hayranı diye herifin her yazdığı zırvaya sanat demişler. Bunlar zaten yahudi lobisi gibi, birbirlerini pohpohlayarak büyürler.
Hoş geldin!
Kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
Hoş geldin!
Ayrılık uzun sürdü.
Özledik.
Gözledik...
Hoş geldin!
Biz
bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
Hoş geldin.
Yerin hazır.
Hoş geldin.
Dinleyip diyecek çok.
Fakat uzun söze vaktimiz yok.
YÜRÜYELiM.....
"En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür..."
pirayeye kol saatinde onun adını yazdığını söyleyen ama öldükten sonra kol saattinde veranın ismini yazıldığını görülen çok başka seven şair.
favori şairim.
nazım hikmet karısı piraye’ye şöyle yazıyordu mektuplarının birinde; “seni nasıl seviyorum biliyor musun? ot yağmuru nasıl severse, ayna ışığı nasıl severse, balık suyu ve insan ekmeği nasıl severse, sarhoşun şarabı, şarabın billur kadehi sevdiği gibi, annenin çocukları, çocukların anneleri sevdikleri gibi, lenin’in inkılâbı ve inkılâbın marx’ı sevdiği kadar…” yine o mektupların birinde; “çıkarsam ve sana kavuşursam, bu öyle dayanılmaz bir saadet olacak ki, gebereceğim diye korkuyorum.”, diyordu. oysa öyle olmadı. kavuştular, ve ne oldu ise oldu, ayrıldılar. adını kol saatinin kayışına tırnağı ile kazıdığı piraye ile, 17 yıl boyunca mektuplaştı nazım. tam 518 mektup… daha sonra, dayısının kızı münevver’e, en sonda vera’ya aşık olur ve vera’nın kollarında ölür. nazım ne vera’ya, ne piraye’ye ne de münevver’e aşıktı. nazım, aşka aşıktı.
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey : Belki diyor.
... Yumulu göz kapaklarımın içindesin sevdiceğim
Yumulu göz kapaklarımın içinde şarkılar
Şimdi orda her şey seninle başlıyor
Şimdi orda hiçbir şey yok senden önceme ait
Ve sana ait olmayan