Günümüzde bu davranışlar müslümanlıkla içiçe geçmiştir. ama birçoğu türkiye'nin doğusuna (iran, arabistan, afganistan) gidildiğinde rastlanmayan geleneklerdir. cenaze gömüldükten sonra mezar taşı dikmek, kurşun dökmek, tahtaya vurmak, yıldız kaydığını görünce dilek tutmak gibi. Farkında olsak da olmasak da kültürümüzün, yaşayışımızın, gelenek ve göreneklerimizin temelinde Şamanizm ve Tengrizm kökenli davranışlar vardır. hatta bazıları için batıl olarak nitelendirilse bile hepsi kökeni araştırıldığında manaya bürünür. birkaç örnek yazacağım sizlere.
türklerdeki su kültürünün doğurduğu adettir.
Su berekettir, kutsaldır.
Su gibi çabuk dön, ak geri gel, ak çabuk, kazasız belasız git demek için su dökülür gidenin arkasından.
aslında müslümanlıkta yeri olmayan bir davranıştır. çaput bağlamak yada mum dikmekŞamanizm inancında dilek dileme şeklidir. Küçük kumaş parçaları genel olarak ağaçlara çok önem verildiğinden ve yaşamın sembolü kabul edildiğinden ve yaşam üzerinde muazzam etkileri olduğu düşünüldüğünden, bunların dallarına bağlanır ve dileğin gerçekleşmesi beklenir.
Günümüz Türkiyesinde kullanılan bir tabir olarak bir şeye çaput bağlamak ise, halihazırda o şey bir olaysa gerçekleşmesiyle; o şey bir varlıksa bu varlığın rızasıyla bir başka olayın gerçekleşmesini ummak, beklemektir. Bu gelenek halen devam etmekte olup doğadaki her varlığın bir ruhu olduğu inancından kaynaklanmaktadır.
Benzer bir uygulamaya hristiyan inancında, Şamanizmden gelmemesine karşın, kilisede mum dikmek örnek gösterilebilir.
Eski Türkler göçebe oldukları için, daha önce girmedikleri ormanlara girerken, ormandaki kötü ruhları, şeytanı kovmak için ağaçlara vurup bağırarak gürültü çıkarırlarmış. Tahtaya vurmak ağaca vurmaktan, dudağı büzüp mmüüüçççhhhhh yapmak da gürültü çıkarmaktan gelir. Doğa ruhlarına kötü olayları haber verip korunma dilemek amaçlıdır. Sadece Türk kültüründe değil bir çok Avrupa toplumunda da gözlenen bir harekettir.
Şamanlar bu ritüele Kut Dökme anlamına gelen Kut Kuyma adını vermişlerdir. insana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan bir ritüeldir. günümüzde müslümanlar cinlerden arınmak için uygulamaktadır. Türkiye dışında müslüman ülkelerde görülmemektedir.
ilkokulda okumayı söken öğrencilere takılan kurdeleydi. sene 90'lar. özünde Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdele şaman döneminden günümüze kadar gelmiş bir adettir .Bu kurdelenin anneyi ve yeni doğan çocuğu Albız denen şeytana karşı koruduğuna inanılır. günümüzde Alevilikte mezarın başına bağlanan kırmızı kurdelenin de ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır. Gelinliğin üzerine bağlanan kırmızı kurdele, yüzük takma törenlerinde yüzüklere bağlanan kırmızı kurdele, okumaya yeni geçmiş çocukların yakasına takılan kırmızı kurdele hep uğur ve kısmeti temsil eder. Kötü ruhların şerrinden korunmayı sağladığına inanılır.
hadis: Hilali görünce oruç tutun, tekrar görünce orucu bırakın. müslümanlıkta ay takvimi esas alınır. maltalite olarak yanlıştır çünkü dünyanın güneşin etrafında döndüğü gerçeği o yıllarda bilinmiyordu. halen ay takvimini kullanan müslümanlar ramazan ayında oruç tutuyor olsa da, güneş takvimine göre 10 günlük farktan dolayı takvim olarak güneş takvimini kabul ettiğimiz için zorluklar yaşanmaktadır. keza ayı referans alıp orucu güneş saatine tutuyor olmakta ayrı bir karmaşa özünde. savur ve imsak saatleri güneşe göre, oruç tutulacak zaman aya göre belirlenir müslümanlarda. ayın görüntüsü her bölgede aynı olmadığı için arabistan yarımadası oruç tutmaya 1 gün önce başlar çoğu zaman. özel günlere yüklenen anlamında abartı olduğu anlaşılabiliyor bu noktadan bakınca.
şamanizmde ise anadoluda yeni ayın görünmesi sırasında yere diz çökerek niyaz edilmekte, gökyüzüne bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni ayın yeni umutlara ve yeni başlangıçlara vesile olacağına inanılır. yeni yıl kavramı yunanların hazırlayıp sunduğu güneş takviminden yola çıkarsak 1 ocağa tekabül etmektedir şimdilerde. yılbaşı hristiyan bayramıdır demekte yanlıştır keza isa peygamber için 25 aralık günü kutsaldır. ilk olarak miladi takvim diğer adıyla Gregoryen takvimin 336 yılında Roma'da kutlanmıştır. ilk farkındalık roma'da pekiştiği için halen vatikan roma'nın içinde özerk bir devlet olarak yaşamını sürmektedir. vatikan Dünyanın yüzölçümü olarak en küçük ülkesidir.Mutlak monarşiye dayalı bir yönetim uygulanır. Devlet başkanı olarak Papa'nın sözleri yasa hükmündedir. bizdeki ramazan bayramı hristiyanlardaki paskalyaya tekabül etmekte.
Eski Türk inanışına göre ruh fiziki bedenini 40 gün sonra terk etmektedir.Vefat edenin 40ın çıkması deyimi vardır. 7'sinde ve 40'ında mevlüt okutulur hatta. Türk destanlarında 40 sayısı çok yer alır. Kırk kızlar hikayelerde epeyce yer alır. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikayelerinde 40 yiğitler görülmektedir.
Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler .Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. işte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tane kıl kopartılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderhalar ölür.
40 sayısı da Totemcilik zamanından kalma bir inanıştır.
islamiyette ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kuran ve Mevlit okutma adetlerinin, Musanın Tanrının buyruklarını Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının , eski Mısırda Firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanların Paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının , Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütunun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde Şaman ve Totem geleneklerinin olması düşünülebilir.
Şaman ayin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin,ailenin vefat etmiş büyüklerinin,eski Şamanların ruhlarının,ormanın,suyun ve yerin de yardımcı ruhlarının da Şamana yardım ettiği inanılır. Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şamana yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şamana, gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadır.
Toplumda ulu kabul edilen kimselerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler haline gelmiştir.
Eski Türklerde mezarı gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp üzerine bir yapı(bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.
Gökyüzünden, yıldızlardan, denizden, dağlardan, nehirlerden Tabiatın her parçasının ruhlarından Dilek tutmayanımız var mı? Tabiat varlıklarından dilek tutmak adeti de Şamanizm kökenli bir davranış şeklidir. Tabiat ruhlarının dileklerin gerçekleşmesine aracılık ettiğine inanılır. Dileklerin kabul olması sık rastlanan bir durum olduğu gibi gerçekleşmese bile dilek tutmanın insana inanılmaz bir mutluluk duygusu ve pozitif enerji verdiği kesindir.
Şamanlar (Kamlar), Tanrı ve koruyucu ruhlar için arak (rakı) saçı saçarlar, bu kansız kurban sayılır. Eski Türk kültüründe içki içilmesi yaygın bir gelenektir. Özellikle düğünlerde ve mutlu günlerde müzik eşliğinde içki içme geleneği vardır. Arak adı verilen rakının dışında at sütünün fermante edilmesi ile üretilen kımız, Türk milli içkisidir. Şölenlerin vazgeçilmezidir. şimdilerde ayran olduğu söylense de, o da özünde şaman içkisidir. yoğurt sütün topraktaki bakteriyle fermantasyonu sonucunda elde edilen bir yiyecektir. toprakla doğayla haşir neşir olan ırkın devamı olarak ayran demekte bir nevi mantıklıdır, rakı redetmek dışında.
Kubbe, mimarî alanda eski dönemlerden beri uygulanan bir unsurdur. Tarihî gelişim süreci içinde boyutları büyüyen kubbe, asıl önemli gelişimini Türk ve islâm mimarisinde kaydetti. Kubbe, zamanla cami mimarisinin vazgeçilmez bir unsuru haline geldi lakin Cami minarelerine takılan kubbe Köktengri inancından kaynaklanmaktadır.
Anadoluda halk arasında nazar olgusu çok yaygın bir inanıştır. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine , kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için nazar boncuğu deve boncuğu göz boncuğu vs takılır.
Şamanın üzerine giydiği giysiye yılan,akrep, çıyan, kunduz gibi yabani ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılır. Bugün Anadoluda Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim, örtü ve perdelere işlenen desenler, giysiler üzerinde kullanılan motifler bu inanıştan kaynaklanır.
sadece misafir geldiğince kullanılan oda herkesin evinde vardır, hatırlarsanız. zaten ingilizcede yada diğer dillerde de karşılığı olmayan bir oda bu. Zamanında herkesin evinde bir adet bulunan, sadece misafir geldiginde kullanıma açılan misafir odası Şaman çadırlarında da bunlara benzer, özel konuklar icin ayrılmış bölmeler bulunur, Çocukların bu odalara girmesi uğursuzluk kabul edilirmiş.
Şamanlar ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz bir ayin düşünülemez. Oysa islam dininde Kuran dışındaki dini eserlerin müzikle okunması günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadoluda Hz.Muhammedin Hz.Alinin hayatları müzikle okunmaktadır. Mevlit ve ilahiler sadece Anadoluda uygulanan müzikli anlatımlardır.
konu ölülerden açılmışken, birçok dinde insanın tekrar doğacağı inancı vardır. cennet, cehennem, araf yahut reenkarnasyon zaten insanları ikna eden, mutlu eden temel konu budur. bizler cenazede ağlayıp üzülsek bile, afrika toplumunda ölünün arkasından eğlenilir, cennete gideceğine inanıldığı için...
Muhammetin damadı Halife Alinin öldürülmesinden sonra Emevi hanedanlığı (661- 744) hilafeti devralmış ve bu dönemden başlayarak Araplar ile Türkler arasından 670den 740 yılına kadar sürecek yoğun çatışmalar ve savaşlar süreci başlamıştır. Bu 70 yıllık süreci mercek altına aldığımızda, karşımıza yağmalanan Türk kentleri, katledilen, köle ve cariye olarak satılan Türklerden oluşan kanlı ve karanlık bir tablo karşımıza çıkar:
658 yılında Batı Göktürk devleti iç karışıklık ve Çin saldırıları sonucu yıkılmıştı. Doğu Göktürkleri ise o sırada Çin baskısı altındaydılar (630- 681). Bu nedenle, merkezi bir yetke ve dayanışmadan yoksun, birbirinden bağımsız başına buyruk site ve beylikler halinde (bkz: ipek Yolu) üzerindeki korumasız zengin Türk kentleri islam ve cihat inancıyla güçlenen Araplar için kaçırılmaz bir fırsat ve av haline gelmişlerdi. O tarihlerde Türkmenistan (Aşkabat, Merv), Tacikistan-Özbekistan (Buhara, Semerkant, Taşkent, Baykent), Kırgızistan-Afganistan (Talukan) bölgeleri ile Maveraünnehir denilen Seyhun-Ceyhun (Siriderya-Amuderya) nehirleri havzasında yaşayan Türkler, alım, satım, takas ve ticari uğraşın yanı sıra madencilik (altın, demir, bakır) ile de uğraşıyorlardı. Özellikle adı zengin kent anlamına gelen Semerkant o devirde çok ünlüydü.
632de Muhammetin ölümünden sonra Araplarda halifelik düzenine geçilmiş, sırasıyla Ebubekir, Ömer, Osman, Ali halife olmuşlardı. ilk kez Halife Osman (644-656) zamanında 2.700 kişilik bir Arap ordusu Ferganaya kadar geldiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi.
Halife Ömer (634-644) döneminde de Hazar Türkleri Bulan Han önderliğinde Arap istilasına tüm güçleriyle direnmişler, ancak Halife Hişam Bin Abdülmelik (724 743) döneminde çok kalabalık cihat orduları karşısında Müslümanlığı kabul etmek zorunda kalarak Araplarla barış yapmışlar (737), Araplar bölgeden çekildikten sonra tekrar eski Şaman dinlerine dönmüşlerdir!
Arap akınları Türkleri Müslümanlıktan o kadar soğutmuş olmalı ki bir tepki olarak Hazar Türklerinde Yahudilik resmi devlet dini olarak kabul edilir (799). Hazar Türkleri VIII-IX. yüzyıllarda (bkz: hazar barış çağı/#22008206) diye anılan bir çağın öncülüğünü üstlenirler. Bu dönem süresince dinsel hoşgörü gelişmiş, halkın çoğunluğu Şamanlığa bağlı kalırken kağan ve yönetici sınıf Yahudilik, tüccar sınıf ise Müslümanlığa geçmiştir. Bugün Kafkasya, Ukrayna ve Polonyada yaşayan Yahudi Karaylar (Karayim Türkleri) bu soydandır.
Emevi halifesi I. Muaviye (661-680) zamanında Horasanı (Doğu iran) ele geçiren ve burasını Türklere saldırı üssü olarak kullanan Araplar Ubeydullah Bin Ziyat komutasında 24.000 kişilik bir orduyla Buharayı kuşatır. Buhara Meliki Kibaç Hatun diğer Türk beylerinden yardım istese de yardım kendisine gelmez. Arap orduları terör estirip kenti yağmalayıp geri dönerler. Aynı yıl bu kere Osmanın oğlu Sait komutasında bir ordu yeniden Horasandan Buharaya doğru yaklaşır. Kibaç Hatun bu kere barış antlaşması yapmak zorunda kalır. Araplar bunun üzerine Semerkanta saldırır, kent baştan başa yağmalanır, binlerce Semerkantlı köle olarak satılmak üzere Horasana götürülür.
Halife Abdülmelik (685-705) döneminde Afganistan (Sicistan) seferi başlar. Bölgenin Türk hükümdarı Rutbil cihat ordularına direnir ve kanlı çatışmalar olur. 699 da Afganistan bölgesinden irili ufaklı bir çok kent Araplarca yağmalanır. Abdülmelik ölünce yerine geçen oğlu Halife Velitin komutanlarından Kuteybe ibni Müslim Baykent ve Buharayı ele geçirir. Her iki kent baştan başa yağmalanır, Budist ve Zerdüşt heykellerinden taş olanlar kırılır, altın olanlar ganimet olarak alınır, direnenler kılıçtan geçirilir, kadın ve erkek binlerce kişi köle yapılır. Arap aileler Baykente yerleştirilir. Türk aileler evlerini Arap aileler ile paylaşmak zorunda bırakılır. islami kurallara uymayanlara, sünnet olmayanlara ağır cezalar verilir, her yere camiler inşa edilir, Cuma namazı zorunlu hale getirilir..
Şeriat ordularının amansız ilerleyişi karşısında Talukan (Kuzey Afganistan) kenti teslim olur. Buna rağmen Kuteybenin askerleri 40.000 kadar Türkü öldürüp sağ kalanları kent girişindeki ağaçlara asarlar. Aral Gölünün güneyinde bulunan Harzem bölgesini yakıp yıkıp halkı kılıçtan geçirirler. Bundan sonra Arap ordusu Semerkant üzerine yürür. Taşkent ve Ferganadan yardım gönderilir, fakat birlikler Araplar tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler. Semerkant teslim olur.
Horasanda ordusunu yeniden hazırlayan Kuteybe en son Kaşgara doğru yola çıkar Kaşgar günümüzde Çine bağlı Sincan Uygur Özerk Bölgesinde bir kenttir. O sırada Halife Velit ölmüş yerine Süleyman ibni Abdülmelik (715-717) geçmiştir. Bu yeni Halife ile arası iyi olmayan Kuteybe Kaşgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak yakalanıp öldürülür.
Yeni halife, Kuteybenin yerine Yezit ibni Muhellepi sefere gönderir. Yezitin ilk işi Hazar denizinin batısına, Dağıstan bölgesine saldırmak olur. Dağıstan Meliki Saltekin, Yezite karşı uzun süre dayanır. Sonunda Dağıstan düşer. Kent yağmalanır ve 14.000 kişi öldürülür. Yezitin ordusu Hazar denizinin güney doğusunda bulunan Gürgan kentine yönelir. Günümüzde irana ait bir kent olan Gürgan (Gorgan) savaşmadan teslim olsa da 50.000 Türk acımasızca öldürülür.
717 yılından itibaren Arapların kendi aralarındaki çatışmalar nedeniyle islam ordularının saldırıları hız keser. Bunu fırsat bilen Sogdia (Özbekistan-Tacikistan) bölgesindeki Türgişler (Türkeşler) Araplara başkaldırır (720). Türgiş başbuğu Sulu Çor Müslümanlara karşı başlatılan isyanın liderliğini üstlenir . Türk ordusu karşı saldırıya geçerek 728 yılında Buharayı geri alır. Semerkantı Araplardan geri almak için kuşatır. Ancak, Araplara destek birliklerin gelmesiyle Türkler kuşatmayı kaldırmak zorunda kalır. 732de Buharayı da terk ederek geri çekilirler. Sulu Çor yardımcısı tarafından bir komplo sonucu 737 yılında öldürülür. Sulu Çorun öldürülmesinden sonra Türkler bir daha toparlanamazlar..
Bu arada Arap saldırıları hız kesmeye başlarken Müslümanlığı kabul eden Türklere ekonomik çıkarlar sağlanmakta, cizye olarak alınan vergiler düşürülmekte, çok daha yumuşak politikalar uygulanmaktadır. Halife Hişam Bin Abdülmelik döneminde Taşkent ve Ferganada Arap ordularına teslim olduktan sonra savaşlar sona erer. Araplar Semerkanta tamamen yerleşirler. Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri halinde vergi borçları affedilir, halkın kendiliğinden Müslüman olması teşvik edilmeye başlanır.
Görüldüğü gibi islamın Türklere kabul ettirilmesi hiç de öyle güle oynaya olmamış 70 yıl kadar süren bu kanlı süreç sonunda Arap egemenliğine boyun eğen Türkler Müslüman olanlara sağlanan ayrıcalıkların da etkisiyle eski dinleri olan Şaman- Göktürk dinini terk etmeye başlamışlardır. Zaten bir süre sonra Abbasi devleti (750-1258) dönemi başlayacak, Türk savaşçılar Arap ordularına katılacaklardır.
Nitekim 751 yılında Talas Irmağı (Güney Kazakistan) kıyısında gerçekleşen bir savaşta ilk kez birleşik Arap Türk orduları Çin ordusunu yenince bu başarı da Türklerin Müslüman olmasını hızlandırmış, Karlukların ardından Oğuzlar da islama geçmişlerdir. ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılardan (840) sonra OğuzlarBüyük Selçuklu Devletini (1040) kurmuşlardır.
Abbasi devletinin son dönemlerinde Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletinin dağılmasıyla Anadoluda bir sürü Türk beyliği/devletçiği oluşmaya başlar. Bunlardan Osmanoğulları 1299 yılından itibaren güçlenmeye başlayarak hızla devlet olmaya yönelir ve Anadolu birliğini sağlar. Bu arada Abbasi hanedanlığının sona ermesiyle hilafet ve yönetim Memluk hanedanlığına geçmiş ve Memluklar (Mısır) Devleti (1259-1517) dönemi başlamıştır.
1453 yılında istanbulun fethinden sonra Doğu Roma-Bizansın mirasına konan Osmanlı Devletinin güneye doğru genişlemesiyle Türk-Arap çatışmaları yeniden başlar. Ancak, bu kere Araplar Kahire yakınında Ridaniyede çok ağır bir yenilgiye uğrar. Üç gün süren sokak savaşlarından sonra Kahirenin düşmesiyle, Mısır Osmanlı topraklarına katılır. Yavuz Sultan Selim halifeliği Araplardan devralır (1517). Halifelik Osmanlının yıkılışı (1922) ve hilafetin 1924 yılında kaldırılmasıyla sona erecektir.
Kuşkusuz, Türkler madem Müslüman olacaklardı neden islama bu kadar çok direndiler? Neden bir türlü Müslüman olmak istemediler? diye bir takım sorular akla gelebilir tabi ki. Bu bağlamda Türk töresine ve mitolojisine kısaca bir göz atarsak en azından teolojik açıdan bu soruları yanıtlamak mümkün olabilir. (islamiyet öncesi Türklerin inançları, devirden devire, zaman ve mekana göre müthiş bir çeşitlik ve değişkenlik gösterir.)
Her şeyden önce Türklerin bir peygamberi ve kutsal kitabı olmamasına rağmen Türk destanlarında, masallarında ve Anadoluda yaşamakta olan bazı grupların (Yörükler, Türkmenler, Aleviler, Mevleviler vs) gelenek ve göreneklerinde Türk töresine özgü inançların izlerine hala rastlamak mümkündür. Türk töresi yüksek erdem, dürüstlük, mertlik, onur, kadına saygı ve sevgi, yaşlılara itibar ve hürmet ile hayvan ve doğa sevgisine dayanan bir yaşam birlikteliği olarak özetlenebilir. Kadın erkeğin yoldaşı, acundaşı, kutlu ailenin temel direğidir. Kadın ve erkek hep birlikte çoluk çocuk eğlenir, yemek yer, dans eder, saz çalar, şarkı söylerler.
Doğa, kırlar, dağlar, göller, ırmaklar, hayvanlar, insanlar ve onların tinleri (ruhları) hepsi birliktedir, birlikte yaşarlar. Acun ve insan uyum içindedir. Şaman, kam, ya da, ozan-büyücü (druide) toplumun tinsel (ruhsal) önderidir. Her şey, her zerre canlıdır, hayat doludur. insanlara can vermeden önce gökte kuşlar gibi yaşayan tin soluk, nefes anlamına da gelir. Ölüm soluğun kesilmesi, tinin tenden (bedenden) ayrılması olarak algılanır. insan tini genelde kuş simgesindedir.
Tin ortak, tenler farklıdır. Hayvan ruhları da insan ruhları gibi ölümsüzdür. Hayvanın ayrı, insanın ayrı evreni yoktur. Evren ve yaşam birliği vardır. Bu tümlük ve ortak acun düşüncesi, kaynağını Kök Tengri Gök Tanrıdan alır. insan Gökün verdiği yaşam gücünü korumaya ve çoğaltmaya çalışır. Bu yaşam gücü veya yaşam ruhuna (bkz: Kut) denir. Kut, uğurlu, kutsal, şanlı anlamlarına da gelir. (Kutlu olsun deriz) zannımca müslümanların kutlu olsun değil, hayırlı olsun takıntısı buradan gelmektedir.
Gök, gökyüzü, gökler sadece tinlerin yerleşkesi değil, yaşam gücü olan Kutun da çıkış yeridir. Edilen dualarda para, pul, servet yerine Tanrıdan daha çok Kutsal Tin olan Kutu vermesi istenir. Uzun yaşamın kaynağı Kuttur. Örneğin, toprağın çoraklaşması Kutun kaybolması olarak yorumlanır. Geyiklerin, kurtların, hayvanların yavrulaması, doğum olayı, bereket, bolluk Kutun gücüdür. Hristiyanlıktaki Kutsal Ruh (Ruhulkudüs) gibi Kut doğrudan Tanrıdan gelir.
Gök Tanrı acunu, göklerdeki yıldızları, güneşi, ayı kapsayan bir varlıktır. Tengri sözcüğü hem somut gökleri, hem de soyut göklerin ruhunu betimler. Kök Tengri Gök Tanrı anlamına geldiği gibi Mavi Gök anlamına da gelir. Bu aynı zamanda insan soyunun, tüm canlı ve cansız varlıkların kök ve kökeninin Gök Tanrı olduğunun gizli bir imgesidir. Bu tanrı-acun-insan-canlılar tümlüğü ileriki yüzyıllarda -Platonizmin de etkisiyle- Tasavvuf (Mistisizm, Gizemcilik) ve Sufi felsefesindeki Varlık Birliği (Vahdeti Vücut) inancının temellerini oluşturacaktır.
Gök Tanrının yeryüzüne yansıması olan (bkz: Umay) bir bereket tanrıçasına özgü tüm özellikleri taşır. Ürünler, ekinler, hayvanlar ve yavruları, analar, gebeler, bebekler, çocuklar yeryüzü Tanrıçası Umayın koruması altındadır. insan ölünce göğe uçar. Öldü yerine sunkar boldı (sungur kuşu oldu), ya da, uçuverdi denir. Cennetin adı uçmag dır. Kötülerin gittiği tamag denilen cehennemde suçlular cezaları bitene dek katran kazanlarına atılır.
Türkler Müslüman olmakla kendilerine yabancılaşmış, özgün Türk aile düzeni yıkılmış, kadını ikinci plana atan, feodal aşiret kurallarını ( (bkz: çok eşlilik), (bkz: kölelik), (bkz: ağır cezalar), (bkz: cihat), vs ) dayatan gelenek, görenek ve törelerine tamamen aykırı bir dinin boyunduruğu altına girmişlerdir. (bkz: Hacı Bektaş Veli), (bkz: Pir Sultan Abdal), (bkz: Ömer Hayyam), (bkz: Yunus Emre), (bkz: Mevlana) gibi düşünür, bilge ve önderler bu dinsel boyunduruğa kısmen de olsa direnmeye çalışmışlar, daha insancıl, daha sevecen ve evrensel bir inanç arayışına girişmişlerdir.
Yüzyıllar öncesinin Türk yöneticilerinin halklarına yaptıkları uyarıların, çağrıların bugün bile geçerliğini korumakta olduğunu görmek ürpertici ve şaşırtıcıdır. Uçsuz bucaksız Orhun vadisinde, Yenisey-Yedisu bölgesinde, yükselen dev taş yazıtlarda sonsuzluğa yazılanların geleceğin, hatta bu günlerin bir öngörüsü gibi olduğunu söylemek pek bir abartı gibi görünmedi bana:
Anca kazganmış itmiş ilimiz törümüz erti. Türk Oguz begleri, budun eşiding. Üze tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun, ilirigin törürgin kim artatı ? Türk budun ertin, ökün! Küregürig ün üçün igidmiş bilge kağanırigın ertmiş barmış edgü ilirige kentü yarigıldığ, yablak kigürtüg. (Orhun Yazıtları, Doğu Yüzü: 22, 23)
meali: Bizim onca çabayla kazanılmış, düzene konmuş ülkemiz, töremiz vardı. Ey Türk Oğuz beyleri, ey ulus işitin! Yukarıda gök yıkılmadıkça, aşağıda yer yarılmadıkça, ey Türk ulusu, senin yurdunu, senin töreni kim bozabilir? Ey Türk ulusu girdiğin o yoldan vazgeç, geri dön, pişman ol! Başıbozukluğundan dolayı, özgür ve bağımsız yaşadığın yurduna, Bilge kağanına ihanet ettin, kendini alçalttın.
özellikle kırgızlarda net bir şekilde gözlenebilen kalıntılardır. bizdeki örneklerinden biri de mezarın başına "hayvanlar içsin" diye bir kap içerisine su koymaktır. şamanistik bir adettir bu.