müslüman türklerde şamanizm kalıntıları

entry12 galeri0
    1.
  1. Günümüzde bu davranışlar müslümanlıkla içiçe geçmiştir. ama birçoğu türkiye'nin doğusuna (iran, arabistan, afganistan) gidildiğinde rastlanmayan geleneklerdir. cenaze gömüldükten sonra mezar taşı dikmek, kurşun dökmek, tahtaya vurmak, yıldız kaydığını görünce dilek tutmak gibi. Farkında olsak da olmasak da kültürümüzün, yaşayışımızın, gelenek ve göreneklerimizin temelinde Şamanizm ve Tengrizm kökenli davranışlar vardır. hatta bazıları için batıl olarak nitelendirilse bile hepsi kökeni araştırıldığında manaya bürünür. birkaç örnek yazacağım sizlere.

    (bkz: gidenin arkasından su dökmek)

    türklerdeki su kültürünün doğurduğu adettir.
    Su berekettir, kutsaldır.
    “Su gibi çabuk dön, ak geri gel, ak çabuk, kazasız belasız git” demek için su dökülür gidenin arkasından.

    (bkz: türbelere çaput bağlamak)

    aslında müslümanlıkta yeri olmayan bir davranıştır. çaput bağlamak yada mum dikmek Şamanizm inancında dilek dileme şeklidir. Küçük kumaş parçaları genel olarak ağaçlara çok önem verildiğinden ve yaşamın sembolü kabul edildiğinden ve yaşam üzerinde muazzam etkileri olduğu düşünüldüğünden, bunların dallarına bağlanır ve dileğin gerçekleşmesi beklenir.

    Günümüz Türkiye’sinde kullanılan bir tabir olarak “bir şeye çaput bağlamak” ise, halihazırda o şey bir olaysa gerçekleşmesiyle; o şey bir varlıksa bu varlığın rızasıyla bir başka olayın gerçekleşmesini ummak, beklemektir. Bu gelenek halen devam etmekte olup doğadaki her varlığın bir ruhu olduğu inancından kaynaklanmaktadır.

    Benzer bir uygulamaya hristiyan inancında, Şamanizmden gelmemesine karşın, kilisede mum dikmek örnek gösterilebilir.

    (bkz: tahtaya vurmak)

    Eski Türkler göçebe oldukları için, daha önce girmedikleri ormanlara girerken, ormandaki kötü ruhları, şeytanı kovmak için ağaçlara vurup bağırarak gürültü çıkarırlarmış. Tahtaya vurmak ağaca vurmaktan, dudağı büzüp “mmüüüçççhhhhh” yapmak da gürültü çıkarmaktan gelir. Doğa ruhlarına kötü olayları haber verip korunma dilemek amaçlıdır. Sadece Türk kültüründe değil bir çok Avrupa toplumunda da gözlenen bir harekettir.

    (bkz: kurşun dökmek)

    Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdir. insana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan bir ritüeldir. günümüzde müslümanlar cinlerden arınmak için uygulamaktadır. Türkiye dışında müslüman ülkelerde görülmemektedir.

    (bkz: KıRMıZı KURDELE)

    ilkokulda okumayı söken öğrencilere takılan kurdeleydi. sene 90'lar. özünde Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdele şaman döneminden günümüze kadar gelmiş bir adettir .Bu kurdelenin anneyi ve yeni doğan çocuğu Albız denen şeytana karşı koruduğuna inanılır. günümüzde Alevilikte mezarın başına bağlanan kırmızı kurdelenin de ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır. Gelinliğin üzerine bağlanan kırmızı kurdele, yüzük takma törenlerinde yüzüklere bağlanan kırmızı kurdele, okumaya yeni geçmiş çocukların yakasına takılan kırmızı kurdele hep uğur ve kısmeti temsil eder. Kötü ruhların şerrinden korunmayı sağladığına inanılır.

    (bkz: yeni ayın görünmesiyle oruç tutmaya başlamak)

    hadis: Hilali görünce oruç tutun, tekrar görünce orucu bırakın. müslümanlıkta ay takvimi esas alınır. maltalite olarak yanlıştır çünkü dünyanın güneşin etrafında döndüğü gerçeği o yıllarda bilinmiyordu. halen ay takvimini kullanan müslümanlar ramazan ayında oruç tutuyor olsa da, güneş takvimine göre 10 günlük farktan dolayı takvim olarak güneş takvimini kabul ettiğimiz için zorluklar yaşanmaktadır. keza ayı referans alıp orucu güneş saatine tutuyor olmakta ayrı bir karmaşa özünde. savur ve imsak saatleri güneşe göre, oruç tutulacak zaman aya göre belirlenir müslümanlarda. ayın görüntüsü her bölgede aynı olmadığı için arabistan yarımadası oruç tutmaya 1 gün önce başlar çoğu zaman. özel günlere yüklenen anlamında abartı olduğu anlaşılabiliyor bu noktadan bakınca.

    şamanizmde ise anadolu’da yeni ayın görünmesi sırasında yere diz çökerek niyaz edilmekte, gökyüzüne bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni ayın yeni umutlara ve yeni başlangıçlara vesile olacağına inanılır. yeni yıl kavramı yunanların hazırlayıp sunduğu güneş takviminden yola çıkarsak 1 ocağa tekabül etmektedir şimdilerde. yılbaşı hristiyan bayramıdır demekte yanlıştır keza isa peygamber için 25 aralık günü kutsaldır. ilk olarak miladi takvim diğer adıyla Gregoryen takvimin 336 yılında Roma'da kutlanmıştır. ilk farkındalık roma'da pekiştiği için halen vatikan roma'nın içinde özerk bir devlet olarak yaşamını sürmektedir. vatikan Dünyanın yüzölçümü olarak en küçük ülkesidir.Mutlak monarşiye dayalı bir yönetim uygulanır. Devlet başkanı olarak Papa'nın sözleri yasa hükmündedir. bizdeki ramazan bayramı hristiyanlardaki paskalyaya tekabül etmekte.

    (bkz: 40 Sayısı)

    Eski Türk inanışına göre ruh fiziki bedenini 40 gün sonra terk etmektedir.Vefat edenin 40’ın çıkması deyimi vardır. 7'sinde ve 40'ında mevlüt okutulur hatta. Türk destanlarında 40 sayısı çok yer alır. Kırk kızlar hikayelerde epeyce yer alır. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikayelerinde 40 yiğitler görülmektedir.

    Kırgız türeyiş efsanesinde de, Sahan Han'ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardır. Oğuz’un verdiği şölende , diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi. Hikayelerde ve masallarda kırk gün kırk gece düğünler, kırk haramiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer.

    Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler .Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. işte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tane kıl kopartılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderhalar ölür.

    40 sayısı da Totemcilik zamanından kalma bir inanıştır.

    Semavi Dinler dahil tüm dinlerde 40 sembolizmasının görülmesi dinlerin evrim süreci konusunda bir fikir vermektedir.

    islamiyette ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kur’an ve Mevlit okutma adetlerinin, Musa’nın Tanrının buyruklarını Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının , eski Mısır’da Firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanların Paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının , Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütunun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde Şaman ve Totem geleneklerinin olması düşünülebilir.

    (bkz: cenaze gömüldükten sonra mezar taşı dikmek)

    Şaman ayin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin,ailenin vefat etmiş büyüklerinin,eski Şamanların ruhlarının,ormanın,suyun ve yerin de yardımcı ruhlarının da Şaman’a yardım ettiği inanılır. Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman’a yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şaman’a, gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadır.

    Toplumda ulu kabul edilen kimselerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler haline gelmiştir.

    Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır.

    Eski Türklerde mezarı gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp üzerine bir yapı(bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.

    Arap dünyasında mezar taşı yoktur.Ölünün toprakla bütünleşmesi ve zamanla içinde kaybolması istenir. Kutsanması günahtır. Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın sanat eseri haline getirilecek kadar süslenmesi islam coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir.

    (bkz: yıldız kaydığı görünce dilek tutmak)

    Gökyüzünden, yıldızlardan, denizden, dağlardan, nehirlerden… Tabiatın her parçasının ruhlarından… Dilek tutmayanımız var mı? Tabiat varlıklarından dilek tutmak adeti de Şamanizm kökenli bir davranış şeklidir. Tabiat ruhlarının dileklerin gerçekleşmesine aracılık ettiğine inanılır. Dileklerin kabul olması sık rastlanan bir durum olduğu gibi gerçekleşmese bile dilek tutmanın insana inanılmaz bir mutluluk duygusu ve pozitif enerji verdiği kesindir.

    (bkz: rakı içmek)

    Şamanlar (Kamlar), Tanrı ve koruyucu ruhlar için arak (rakı) saçı saçarlar, bu kansız kurban sayılır. Eski Türk kültüründe içki içilmesi yaygın bir gelenektir. Özellikle düğünlerde ve mutlu günlerde müzik eşliğinde içki içme geleneği vardır. Arak adı verilen rakının dışında at sütünün fermante edilmesi ile üretilen kımız, Türk milli içkisidir. Şölenlerin vazgeçilmezidir. şimdilerde ayran olduğu söylense de, o da özünde şaman içkisidir. yoğurt sütün topraktaki bakteriyle fermantasyonu sonucunda elde edilen bir yiyecektir. toprakla doğayla haşir neşir olan ırkın devamı olarak ayran demekte bir nevi mantıklıdır, rakı redetmek dışında.

    (bkz: camiiyi kubbe ile kaplamak)

    Kubbe, mimarî alanda eski dönemlerden beri uygulanan bir unsurdur. Tarihî gelişim süreci içinde boyutları büyüyen kubbe, asıl önemli gelişimini Türk ve islâm mimarisinde kaydetti. Kubbe, zamanla cami mimarisinin vazgeçilmez bir unsuru haline geldi lakin Cami minarelerine takılan kubbe Köktengri inancından kaynaklanmaktadır.

    (bkz: NAZAR)

    Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inanıştır. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine , kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu” “deve boncuğu” “göz boncuğu” vs takılır.

    (bkz: HALI-KiLiM-PERDE DESENLERi)

    Şaman’ın üzerine giydiği giysiye yılan,akrep, çıyan, kunduz gibi yabani ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılır. Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim, örtü ve perdelere işlenen desenler, giysiler üzerinde kullanılan motifler bu inanıştan kaynaklanır.

    (bkz: misafir odası kavramı)

    sadece misafir geldiğince kullanılan oda herkesin evinde vardır, hatırlarsanız. zaten ingilizcede yada diğer dillerde de karşılığı olmayan bir oda bu. Zamanında herkesin evinde bir adet bulunan, sadece misafir geldiginde kullanıma açılan misafir odası… Şaman çadırlarında da bunlara benzer, özel konuklar icin ayrılmış bölmeler bulunur, Çocukların bu odalara girmesi uğursuzluk kabul edilirmiş.

    (bkz: cin yerine 3 harfli demek)

    Şamanlar, korktukları varlıkların ismini anmaktan kaçınırdı. ismini andıklarında bu varlıkların çağırılmış gibi geleceğine inanırlardı.

    (bkz: Talih kuşu konması)

    talih kuşu. Kuş Umay’ın simgesidir ve bolluk bereket sembolüdür.

    (bkz: mevlit okumak)

    Şamanlar ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz bir ayin düşünülemez. Oysa islam dininde Kur’an dışındaki dini eserlerin müzikle okunması günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz.Muhammed’in Hz.Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır. Mevlit ve ilahiler sadece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır.

    konu ölülerden açılmışken, birçok dinde insanın tekrar doğacağı inancı vardır. cennet, cehennem, araf yahut reenkarnasyon zaten insanları ikna eden, mutlu eden temel konu budur. bizler cenazede ağlayıp üzülsek bile, afrika toplumunda ölünün arkasından eğlenilir, cennete gideceğine inanıldığı için...

    https://www.youtube.com/watch?v=3k3hM_Gcu4Y

    kaynak: http://koktengri.org/down...-samanizm-kalintilari.pdf

    https://drive.google.com/...Ex3VFd2S0RkTjg/view?pli=1

    edit: kitapları pdf'sini yükledim. muazzez abla bunu sorun edecek bir insan değil.
    19 ...
  2. 2.
  3. 3.
  4. Ağaçlara çaput bağlamak , 7ler , 40lar vs...
    0 ...
  5. 4.
  6. 5.
  7. kesinlikle katıldığım teoridir,bu aralar bunun üzerine çalışıyorum.Müslüman olan her bireyin muhakkak araştırması gerekir.
    1 ...
  8. 6.
  9. dua ederken yukarı bakmak buna dahildir. göktanrı inancından gelmektedir dua ederken yukarı bakmak.
    2 ...
  10. 7.
  11. mevcuttur, yaşatılmaktadır. sıradaki yazı türkler inanarak müslüman oldu diyenlere gelsin aksini ispat edecek arkadaşlar yeşillendirebilir elbet;

    (bkz: 70 YIL SÜREN ARAP-TÜRK SAVAŞLARI)

    Muhammet’in damadı Halife Ali’nin öldürülmesinden sonra Emevi hanedanlığı (661- 744) hilafeti devralmış ve bu dönemden başlayarak Araplar ile Türkler arasından 670’den 740 yılına kadar sürecek yoğun çatışmalar ve savaşlar süreci başlamıştır. Bu 70 yıllık süreci mercek altına aldığımızda, karşımıza yağmalanan Türk kentleri, katledilen, köle ve cariye olarak satılan Türklerden oluşan kanlı ve karanlık bir tablo karşımıza çıkar:

    658 yılında Batı Göktürk devleti iç karışıklık ve Çin saldırıları sonucu yıkılmıştı. Doğu Göktürkleri ise o sırada Çin baskısı altındaydılar (630- 681). Bu nedenle, merkezi bir yetke ve dayanışmadan yoksun, birbirinden bağımsız başına buyruk site ve beylikler halinde “ (bkz: ipek Yolu)” üzerindeki korumasız zengin Türk kentleri islam ve cihat inancıyla güçlenen Araplar için kaçırılmaz bir fırsat ve av haline gelmişlerdi. O tarihlerde Türkmenistan (Aşkabat, Merv), Tacikistan-Özbekistan (Buhara, Semerkant, Taşkent, Baykent), Kırgızistan-Afganistan (Talukan) bölgeleri ile Maveraünnehir denilen Seyhun-Ceyhun (Siriderya-Amuderya) nehirleri havzasında yaşayan Türkler, alım, satım, takas ve ticari uğraşın yanı sıra madencilik (altın, demir, bakır) ile de uğraşıyorlardı. Özellikle adı “zengin kent” anlamına gelen Semerkant o devirde çok ünlüydü.

    632’de Muhammet’in ölümünden sonra Araplarda “halifelik” düzenine geçilmiş, sırasıyla Ebubekir, Ömer, Osman, Ali halife olmuşlardı. ilk kez Halife Osman (644-656) zamanında 2.700 kişilik bir Arap ordusu Fergana’ya kadar geldiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi.


    Halife Ömer (634-644) döneminde de Hazar Türkleri Bulan Han önderliğinde Arap istilasına tüm güçleriyle direnmişler, ancak Halife Hişam Bin Abdülmelik (724 – 743) döneminde çok kalabalık cihat orduları karşısında Müslümanlığı kabul etmek zorunda kalarak Araplarla barış yapmışlar (737), Araplar bölgeden çekildikten sonra tekrar eski Şaman dinlerine dönmüşlerdir!

    Arap akınları Türkleri Müslümanlık’tan o kadar soğutmuş olmalı ki bir tepki olarak Hazar Türklerinde Yahudilik resmi devlet dini olarak kabul edilir (799). Hazar Türkleri VIII-IX. yüzyıllarda “ (bkz: hazar barış çağı/#22008206)” diye anılan bir çağın öncülüğünü üstlenirler. Bu dönem süresince dinsel hoşgörü gelişmiş, halkın çoğunluğu Şamanlığa bağlı kalırken kağan ve yönetici sınıf Yahudilik, tüccar sınıf ise Müslümanlığa geçmiştir. Bugün Kafkasya, Ukrayna ve Polonya’da yaşayan Yahudi Karaylar (Karayim Türkleri) bu soydandır.

    (bkz: TÜRK KENTLERiNiN YAĞMALANMASI)

    Emevi halifesi I. Muaviye (661-680) zamanında Horasan’ı (Doğu iran) ele geçiren ve burasını Türklere saldırı üssü olarak kullanan Araplar Ubeydullah Bin Ziyat komutasında 24.000 kişilik bir orduyla Buhara’yı kuşatır. Buhara Meliki Kibaç Hatun diğer Türk beylerinden yardım istese de yardım kendisine gelmez. Arap orduları terör estirip kenti yağmalayıp geri dönerler. Aynı yıl bu kere Osman’ın oğlu Sait komutasında bir ordu yeniden Horasan’dan Buhara’ya doğru yaklaşır. Kibaç Hatun bu kere barış antlaşması yapmak zorunda kalır. Araplar bunun üzerine Semerkant’a saldırır, kent baştan başa yağmalanır, binlerce Semerkantlı köle olarak satılmak üzere Horasan’a götürülür.

    Halife Abdülmelik (685-705) döneminde Afganistan (Sicistan) seferi başlar. Bölgenin Türk hükümdarı Rutbil cihat ordularına direnir ve kanlı çatışmalar olur. 699 da Afganistan bölgesinden irili ufaklı bir çok kent Araplarca yağmalanır. Abdülmelik ölünce yerine geçen oğlu Halife Velit’in komutanlarından Kuteybe ibni Müslim Baykent ve Buhara’yı ele geçirir. Her iki kent baştan başa yağmalanır, Budist ve Zerdüşt heykellerinden taş olanlar kırılır, altın olanlar ganimet olarak alınır, direnenler kılıçtan geçirilir, kadın ve erkek binlerce kişi köle yapılır. Arap aileler Baykent’e yerleştirilir. Türk aileler evlerini Arap aileler ile paylaşmak zorunda bırakılır. islami kurallara uymayanlara, sünnet olmayanlara ağır cezalar verilir, her yere camiler inşa edilir, Cuma namazı zorunlu hale getirilir..

    Şeriat ordularının amansız ilerleyişi karşısında Talukan (Kuzey Afganistan) kenti teslim olur. Buna rağmen Kuteybe’nin askerleri 40.000 kadar Türk’ü öldürüp sağ kalanları kent girişindeki ağaçlara asarlar. Aral Gölü’nün güneyinde bulunan Harzem bölgesini yakıp yıkıp halkı kılıçtan geçirirler. Bundan sonra Arap ordusu Semerkant üzerine yürür. Taşkent ve Fergana’dan yardım gönderilir, fakat birlikler Araplar tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler. Semerkant teslim olur.

    Horasan’da ordusunu yeniden hazırlayan Kuteybe en son Kaşgar’a doğru yola çıkar Kaşgar günümüzde Çin’e bağlı Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde bir kenttir. O sırada Halife Velit ölmüş yerine Süleyman ibni Abdülmelik (715-717) geçmiştir. Bu yeni Halife ile arası iyi olmayan Kuteybe Kaşgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak yakalanıp öldürülür.

    Yeni halife, Kuteybe’nin yerine Yezit ibni Muhellep’i sefere gönderir. Yezit’in ilk işi Hazar denizinin batısına, Dağıstan bölgesine saldırmak olur. Dağıstan Meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır. Sonunda Dağıstan düşer. Kent yağmalanır ve 14.000 kişi öldürülür. Yezit’in ordusu Hazar denizinin güney doğusunda bulunan Gürgan kentine yönelir. Günümüzde iran’a ait bir kent olan Gürgan (Gorgan) savaşmadan teslim olsa da 50.000 Türk acımasızca öldürülür.

    717 yılından itibaren Arapların kendi aralarındaki çatışmalar nedeniyle islam ordularının saldırıları hız keser. Bunu fırsat bilen Sogdia (Özbekistan-Tacikistan) bölgesindeki Türgişler (Türkeşler) Araplara başkaldırır (720). Türgiş başbuğu Sulu Çor Müslümanlara karşı başlatılan isyanın liderliğini üstlenir . Türk ordusu karşı saldırıya geçerek 728 yılında Buhara’yı geri alır. Semerkant’ı Araplardan geri almak için kuşatır. Ancak, Araplara destek birliklerin gelmesiyle Türkler kuşatmayı kaldırmak zorunda kalır. 732’de Buhara’yı da terk ederek geri çekilirler. Sulu Çor yardımcısı tarafından bir komplo sonucu 737 yılında öldürülür. Sulu Çor’un öldürülmesinden sonra Türkler bir daha toparlanamazlar..

    Bu arada Arap saldırıları hız kesmeye başlarken Müslümanlığı kabul eden Türklere ekonomik çıkarlar sağlanmakta, cizye olarak alınan vergiler düşürülmekte, çok daha yumuşak politikalar uygulanmaktadır. Halife Hişam Bin Abdülmelik döneminde Taşkent ve Fergana’da Arap ordularına teslim olduktan sonra savaşlar sona erer. Araplar Semerkant’a tamamen yerleşirler. Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri halinde vergi borçları affedilir, halkın kendiliğinden Müslüman olması teşvik edilmeye başlanır.

    (bkz: TÜRKLER MÜSLÜMAN OLDUKTAN SONRA YAŞANANLAR)

    Görüldüğü gibi islam’ın Türklere kabul ettirilmesi hiç de öyle güle oynaya olmamış 70 yıl kadar süren bu kanlı süreç sonunda Arap egemenliğine boyun eğen Türkler Müslüman olanlara sağlanan ayrıcalıkların da etkisiyle eski dinleri olan Şaman- Göktürk dinini terk etmeye başlamışlardır. Zaten bir süre sonra Abbasi devleti (750-1258) dönemi başlayacak, Türk savaşçılar Arap ordularına katılacaklardır.

    Nitekim 751 yılında Talas Irmağı (Güney Kazakistan) kıyısında gerçekleşen bir savaşta ilk kez birleşik Arap – Türk orduları Çin ordusunu yenince bu başarı da Türklerin Müslüman olmasını hızlandırmış, Karlukların ardından Oğuzlar da islam’a geçmişlerdir. ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar’dan (840) sonra OğuzlarBüyük Selçuklu Devleti’ni (1040) kurmuşlardır.

    (bkz: ARAPLARIN TÜRK EGEMENLiĞiNE GiRMESi)

    Abbasi devletinin son dönemlerinde Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletinin dağılmasıyla Anadolu’da bir sürü Türk beyliği/devletçiği oluşmaya başlar. Bunlardan Osmanoğulları 1299 yılından itibaren güçlenmeye başlayarak hızla devlet olmaya yönelir ve Anadolu birliğini sağlar. Bu arada Abbasi hanedanlığının sona ermesiyle hilafet ve yönetim Memluk hanedanlığına geçmiş ve Memluklar (Mısır) Devleti (1259-1517) dönemi başlamıştır.

    1453 yılında istanbul’un fethinden sonra Doğu Roma-Bizans’ın mirasına konan Osmanlı Devletinin güneye doğru genişlemesiyle Türk-Arap çatışmaları yeniden başlar. Ancak, bu kere Araplar Kahire yakınında Ridaniye’de çok ağır bir yenilgiye uğrar. Üç gün süren sokak savaşlarından sonra Kahire’nin düşmesiyle, Mısır Osmanlı topraklarına katılır. Yavuz Sultan Selim halifeliği Araplardan devralır (1517). Halifelik Osmanlı’nın yıkılışı (1922) ve hilafetin 1924 yılında kaldırılmasıyla sona erecektir.

    (bkz: TÜRKLER NEDEN iSLAM’A DiRENDiLER?)

    Kuşkusuz, “Türkler madem Müslüman olacaklardı neden islam’a bu kadar çok direndiler? Neden bir türlü Müslüman olmak istemediler?” diye bir takım sorular akla gelebilir tabi ki. Bu bağlamda Türk töresine ve mitolojisine kısaca bir göz atarsak en azından teolojik açıdan bu soruları yanıtlamak mümkün olabilir. (islamiyet öncesi Türklerin inançları, devirden devire, zaman ve mekana göre müthiş bir çeşitlik ve değişkenlik gösterir.)

    Her şeyden önce Türklerin bir peygamberi ve kutsal kitabı olmamasına rağmen Türk destanlarında, masallarında ve Anadolu’da yaşamakta olan bazı grupların (Yörükler, Türkmenler, Aleviler, Mevleviler vs) gelenek ve göreneklerinde Türk töresine özgü inançların izlerine hala rastlamak mümkündür. Türk töresi yüksek erdem, dürüstlük, mertlik, onur, kadına saygı ve sevgi, yaşlılara itibar ve hürmet ile hayvan ve doğa sevgisine dayanan bir yaşam birlikteliği olarak özetlenebilir. Kadın erkeğin yoldaşı, acundaşı, kutlu ailenin temel direğidir. Kadın ve erkek hep birlikte çoluk çocuk eğlenir, yemek yer, dans eder, saz çalar, şarkı söylerler.

    Doğa, kırlar, dağlar, göller, ırmaklar, hayvanlar, insanlar ve onların tinleri (ruhları) hepsi birliktedir, birlikte yaşarlar. Acun ve insan uyum içindedir. Şaman, kam, ya da, ozan-büyücü (druide) toplumun tinsel (ruhsal) önderidir. Her şey, her zerre canlıdır, hayat doludur. insanlara can vermeden önce gökte kuşlar gibi yaşayan tin “soluk, nefes” anlamına da gelir. Ölüm soluğun kesilmesi, tinin tenden (bedenden) ayrılması olarak algılanır. insan tini genelde kuş simgesindedir.

    Tin ortak, tenler farklıdır. Hayvan ruhları da insan ruhları gibi ölümsüzdür. Hayvanın ayrı, insanın ayrı evreni yoktur. Evren ve yaşam birliği vardır. Bu tümlük ve ortak acun düşüncesi, kaynağını “Kök Tengri” Gök Tanrı’dan alır. insan Gök’ün verdiği yaşam gücünü korumaya ve çoğaltmaya çalışır. Bu yaşam gücü veya yaşam ruhuna “ (bkz: Kut)” denir. Kut, “uğurlu, kutsal, şanlı” anlamlarına da gelir. (Kutlu olsun deriz) zannımca müslümanların kutlu olsun değil, hayırlı olsun takıntısı buradan gelmektedir.

    Gök, gökyüzü, gökler sadece tinlerin yerleşkesi değil, yaşam gücü olan Kut’un da çıkış yeridir. Edilen dualarda para, pul, servet yerine Tanrı’dan daha çok Kutsal Tin olan Kut’u vermesi istenir. Uzun yaşamın kaynağı Kut’tur. Örneğin, toprağın çoraklaşması Kut’un kaybolması olarak yorumlanır. Geyiklerin, kurtların, hayvanların yavrulaması, doğum olayı, bereket, bolluk Kut’un gücüdür. Hristiyanlıktaki Kutsal Ruh (Ruhulkudüs) gibi Kut doğrudan Tanrı’dan gelir.

    Gök Tanrı acunu, göklerdeki yıldızları, güneşi, ayı kapsayan bir varlıktır. Tengri sözcüğü hem somut gökleri, hem de soyut göklerin ruhunu betimler. “Kök Tengri” Gök Tanrı anlamına geldiği gibi “Mavi Gök” anlamına da gelir. Bu aynı zamanda insan soyunun, tüm canlı ve cansız varlıkların kök ve kökeninin “Gök Tanrı” olduğunun gizli bir imgesidir. Bu tanrı-acun-insan-canlılar tümlüğü ileriki yüzyıllarda -Platonizm’in de etkisiyle- Tasavvuf (Mistisizm, Gizemcilik) ve Sufi felsefesindeki “Varlık Birliği” (Vahdeti Vücut) inancının temellerini oluşturacaktır.

    Gök Tanrı’nın yeryüzüne yansıması olan (bkz: Umay) bir bereket tanrıçasına özgü tüm özellikleri taşır. Ürünler, ekinler, hayvanlar ve yavruları, analar, gebeler, bebekler, çocuklar yeryüzü Tanrıçası Umay’ın koruması altındadır. insan ölünce göğe uçar. “Öldü” yerine “sunkar boldı” (sungur kuşu oldu), ya da, “uçuverdi” denir. Cennet’in adı “uçmag” dır. Kötülerin gittiği “tamag” denilen cehennemde suçlular cezaları bitene dek katran kazanlarına atılır.

    (bkz: ŞAMAN KÜLTÜRÜNÜN MÜSLÜMANLIKLA DEĞiŞMESi)

    Türkler Müslüman olmakla kendilerine yabancılaşmış, özgün Türk aile düzeni yıkılmış, kadını ikinci plana atan, feodal aşiret kurallarını ( (bkz: çok eşlilik), (bkz: kölelik), (bkz: ağır cezalar), (bkz: cihat), vs ) dayatan gelenek, görenek ve törelerine tamamen aykırı bir dinin boyunduruğu altına girmişlerdir. (bkz: Hacı Bektaş Veli), (bkz: Pir Sultan Abdal), (bkz: Ömer Hayyam), (bkz: Yunus Emre), (bkz: Mevlana) gibi düşünür, bilge ve önderler bu dinsel boyunduruğa kısmen de olsa direnmeye çalışmışlar, daha insancıl, daha sevecen ve evrensel bir inanç arayışına girişmişlerdir.

    (bkz: BENGi TAŞLARDAKi YAZILAR)

    Yüzyıllar öncesinin Türk yöneticilerinin halklarına yaptıkları uyarıların, çağrıların bugün bile geçerliğini korumakta olduğunu görmek ürpertici ve şaşırtıcıdır. Uçsuz bucaksız Orhun vadisinde, Yenisey-Yedisu bölgesinde, yükselen dev taş yazıtlarda sonsuzluğa yazılanların geleceğin, hatta bu günlerin bir öngörüsü gibi olduğunu söylemek pek bir abartı gibi görünmedi bana:

    Anca kazganmış itmiş ilimiz törümüz erti. Türk Oguz begleri, budun eşiding. Üze tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun, ilirigin törürgin kim artatı ? Türk budun ertin, ökün! Küregürig ün üçün igidmiş bilge kağanırigın ertmiş barmış edgü ilirige kentü yarigıldığ, yablak kigürtüg. (Orhun Yazıtları, Doğu Yüzü: 22, 23)

    meali: “Bizim onca çabayla kazanılmış, düzene konmuş ülkemiz, töremiz vardı. Ey Türk Oğuz beyleri, ey ulus işitin! Yukarıda gök yıkılmadıkça, aşağıda yer yarılmadıkça, ey Türk ulusu, senin yurdunu, senin töreni kim bozabilir? Ey Türk ulusu girdiğin o yoldan vazgeç, geri dön, pişman ol! Başıbozukluğundan dolayı, özgür ve bağımsız yaşadığın yurduna, Bilge kağanına ihanet ettin, kendini alçalttın.”

    saygılar...
    4 ...
  12. 8.
  13. özellikle kırgızlarda net bir şekilde gözlenebilen kalıntılardır. bizdeki örneklerinden biri de mezarın başına "hayvanlar içsin" diye bir kap içerisine su koymaktır. şamanistik bir adettir bu.
    0 ...
  14. 9.
  15. Kurşun döktürmek , ölünün 40 ı çıkması , tahtaya vurmak gibi sayabilecegimiz geleneklerdir.
    0 ...
  16. 10.
  17. Kapı eşiğinde durmanın uğursuzluk getireceğine inanmak bunlardan biridir.
    0 ...
  18. 11.
  19. Ölünün naaşı üzerine bıçak koymak. Mezar taş. Mezara ağaç dikmek.
    0 ...
  20. 12.
  21. Şöyle ki dini islam olmasına rağmen farklı dinin geleneklerini yapabiliyor insanlar.

    Bunun temel nedeni bunları islamiyette var sanmaktır. He yaparsın yapmazsın beni bağlamaz.

    Ama dini öğrenmek bilmek öyle bir iki oruç tutmayla falan olmuyor.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük