Yatağıma girer yorgani kafamin üzerine çeker ağlarım. Sonra o düşündüğüm şeye ağlarken laf lafı açar kendimi mutsuzlugun dibine suruklerim. Yani henüz bana iyi gelen birsey bulamadım.
Cha'ya galataya veya karaköydeki küçük kafeme gidip seslizliğimle başbaşa kalırım. Kitap okurum veya resim çizerim bütün mutsuzluğum onlarla uçup gitsin diye. işe yarıyor.
mutsuzluk dereceme göre değişir. ama genelde gerçekten mutsuzsam ve ağlayabildiğim bir dönemdeysem oturur ağlarım. hem de içimde duygu kırıntısı kalmayana kadar, yorulup uyku için can atana kadar ağlarım. biraz öncesinde yaşadığım duygu patlamasını yaşamamışcasına uyumaya koyulurum sonra. uykuya dalmadan o kısacık süre içinde bir boşluk kaplar içimi. ama şu sürekli şikayet ettiğim boşluktan değil. daha farklı, sanki duygularım yokmuş gibi. sanki toplumun bana atfettiği tüm sıfatlara sahip değilmişim gibi, sanki kalbim atmıyormuş, nefes almıyormuşum gibi, sanki hiç üzülmemiş, hiç gülmemiş gibi, hiç var olmamışım gibi bir boşluk, bir hafifleme hissi ve ardından hiçbir şey olmamış gibi davranacağım bir güne uyanmak üzere daldığım uyku.
odamın kapısını kilitleyip ağlıyorum. iyi geldiğini düşünüyorum. arada annem sağ olsun kapıda beni yoklasa da...
ve ben bunları yapıyorum ya...hemen sabahında küçücük yaşlarda küçücük bedenleriyle kocaman kalpleriyle daha zor imtihanlar yaşayanları gördükçe bir kere daha üzülüyorum onlar için. ne zaman ağlasam onları görüyorum, her gözyaşlarımı gördüklerinde ağlamayın demeleri geliyor aklıma...sanırım, benimkiler dert değil diyorum sonra da...