kurtlar vadisi ile ilgili kendisinden beklenmeyecek, abuk bir kampanyaya imza atmış şair ve yazar. üzüldüm doğrusu.
--spoiler--
Şair ve edebiyatçı yazar Murathan Mungan, Kutlar Vadisi-Terör dizisine reklam veren şirketlerin ürünlerinin boykot edilmesine dair kampanya başlattı. Tüketicileri bu şirketlerin ürünlerini satın almama çağrısı yapan Mungan herkesi karanlık kara ortak olmamaya çagırdı.
Dizilerin yapanların ceplerini doldurduğunu iddia ederek vatandaşlara şu çağrıyı yaptı:
"Ama sizler daha fazla ölü, daha fazla kan, daha fazla tabut istemiyorsanız, bunu bize söylemenizi istiyorum."
işte Mungan'ın kendi sitesinde Sivil itiraz Adına Suya Atılan Taş başlıklı yazısından bir bölüm:
"Akıtılan bunca kanı aklayacak deterjanların, katil eli yıkayacak sabunların henüz bulunmadığını unutmayalım. Bu karanlık kâra ortak olmayalım. Sesimizi ve varlığımızı duyurana kadar o marka yağları, yoğurtları, çikolataları, dondurmaları, bisküvileri yemeyelim; o marka sütleri, kolaları, meşrubatları içmeyelim; o marka tencere tavaları, kağıt mendilleri, bebek bezlerini almayalım; o marka çarşaf nevresim takımlarında yatmayalım; o marka mobilyalarda oturmayalım; o telefonlarla konuşmayalım; paralarımızı o bankalardan geri çekelim; bunları yaparken en etkin biçimde herkese duyuralım. Bu kampanyanın başarılı olmasını, birkaç kişinin kişisel ahlakına, vicdanına bırakmayalım; takipçisi olalım, sivil itiraz grupları oluşturarak gelişmelerden sürekli herkesi haberdar edelim. Sevenleri, hayranları, okurları, seyircileri, dinleyicileri olan topluma mal olmuş, tanınmış kişileri, bu kampanyaya destek olmaya ve destek olduklarını duyurmaya çalışalım."
efkar gene içiyor. ümit bir türlü vaz geçiremiyor onu.
yeryüzünde her şeyden çok içkiyi sevdiğini o zaman anlamıştı.
vazgeçemeyeceği tek şeyin içki olduğunu. bunu ümit'le birlikte anladılar. küçük
kırgınlıklar, öfkeli kıskançlık nöbetleri, kısa süren dargınlıklar, birleşmenin
büyük ve mutlu anları, gözyaşları, gülücükler, karşılıklı çekilen pişmanlıklar,
aşkın ve gururun sorunları; bir aşkın, bir birlikteliğin bütün
tuzları-biberleri, çeşitlemeleri, şekerlemeleri, gel-gitlerini yaşadılar.
kuyruklarda bekleyenler onları hiçbir zaman bağışlamadı.
üç yıldır birlikteydiler.
üç yılın sonunda bir gün efkar dedi -okyanusun sonuna gelmişlerdi; üç
yıldır korsandılar-:
"ümit beni seviyor musun?"
şaşırdı ümit. acılı gülümsedi, omuzlarını silkti. üç yıl bütün
sözcükleri alıp götürmüştü yaşamlarından. artık birbirlerini tanıyor
olmalıydılar.
"beni seviyorsan eğer bir şey isteyeceğim senden. tek bir şey..."
"bütün erkekler hayatları boyunca tek bir şeyi isterler," dedi ümit:
"her şeyi..."
bu kez efkar acılı gülümsedi. omuzlarını silkti.
"bak üç yıldır seninle birlikteyiz," dedi. "sana allah gibi taptım.
bunu da biliyorsun. acı tatlı günlerimiz oldu. birbirimizi sevdik. Çok sevdik.
her sevişmede benden saklamanı istediğim bir şey vardı bilirsin. bu üç yıl
boyunca çevremin, ailemin, arkadaşlarımın baskısına karşı bütün gücümle
direndim, seni korudum, aşkımızı korudum. aşkimiz bir günahti. senin için kem
söz ettirmesim hiç kimseye. ettirdim mi? herkes bunun gelip geçici bir heves
olduğunu sanırken ben seni daha çok sevdim. ama artık direnecek, karşı koyacak
gücüm kalmadı. herkes kuşkuyla bakmaya başladı bana. senin tenini almaya
başladığımı düşünüyor olmalılar. şimdi senden bir isteğim var: beni seviyorsan
eğer, ama gerçekten seviyorsan hher sevişmede benden sakladığın şeyi saklama.."
"yani?" dedi ümit.
"yani ameliyat ol artık," dedi efkar. "kestir şunu, kadın ol."
ümit sustu. uzun uzun sustu. gözlerine kederli bulutlar yüklendi. "tam
üç yıl," dedi ümit. dile kolay. "üç yıl sonra mı efkar?"
"bir yol ayrımındayız ümit," dedi efkar. "Çevreyi biliyorsun,
yaşadığımız dünyayı biliyorsun. az çekmedik. biz iki kişiyiz. onlarsa bir
yığın. dünyayı onlar ellerinde tutuyorlar. birbirimize yeterek, birbirimize
dayanarak nereye dek direnebiliriz ki? onlara benzemekten başka çaremiz yok,"
dedi.
"yani boyalı kuş," dedi ümit.
"evet, boyalı kuş," dedi efkar. "boyalı kuş boyalı olduğu için
hemcinsleri tarafından tüyleri gagalanarak öldürülür. seni üç yıldan daha fazla
koruyamam, koruyamadım, bağışla beni, bağışla... benim de gücüm buraya kadarmış
demek ki. artık onlara benzememiz gerekiyor. onlar gibi olmamız. onların
rengini almamız, toplumun rengini almamaız. onlar çoğunluk bizse azınlığız. her
şey burada kilitleniyor, burada düğümlenip kalıyoruz," dedi. "beni seviyorsan
bunu yaparsın, benim için yaparsın."
"seni seviyorum ama benden beni istediğinin farkında mısın?" dedi ümit.
"böyle nereye kadar dayanabiliriz sevgilim? ama kadın olursan
evleniriz. evli oluruz hiç olmazsa; nasıl olsa birbirimizi sevmiyor muyuz?
birlikte yaşlanmayacak mıyız? birlikte ölmeyecek miyiz? ha kadın olmuşsun, ha
erkek, ne çıkar? evli olursak kimse diyecek söz bulamaz. istersen buralardan
gideriz, başka yerlere, başka diyarlara gideriz. bir daha hiç dönemeyeceğimiz
yerlere..."
ümit günlerce kıvrandı durdu.
bedeninin sınırındaydı.
efkar kendini saklayarak, kendini sakınarak karar gününü bekliyor
ümit'in. soğuk, alabildiğine uzak şimdi. Çekip gidecek gibi, her an gidecekmiş,
gidebilecekmiş gibi... bir daha hiç dönmeyecekmiş gibi.
"beni sevmiyorsun sen," diyor efkar. "eğer sevsen kırmazsın beni, genci
kıran kırılsın dememişler mi? beni sevmiyorsun. beni sevmiyormuşsun meğer."
bir gün.. bir sabah..
"peki," dedi ümit. "eğer kestirirsem, ameliyat olursam, inanacak mısın
seni sevdiğime?"
"inanacağım," dedi efkar. "ölünceye kadar inanacağım."
"ölünceye kadar," dedi efkar.
arkadaşları artık altın makas diyeceklerdi ona. bıçak altına yattı
ümit. erkekliğini uğurladı bedeninden. göğüsleri yapıldı, iğnelerini vuruldu,
epilasyonu yapılıp, gövdesi tüylerinden temizlendi. saçları çoğaldı, gürleşti,
kalçaları genişledi. Çıkacağı gün uzun uzun saçlarını tarattı, uzun uzun
saçlarını... rapunzel olup sarkıttı uzun saçlarını uzun kulenin uzun
penceresinden efkar tutunsun diye.. sonra çıktı hastaneden efkar'a koştu.
"adım ne olsun?" demişti efkar'a. "adımı sen koy anam gibi, babam gibi,
beni yeniden doğuran, yeniden yaratan gibi adımı sen koy," dedi.
"ümit kalsın," dedi efkar.
"kalabilir mi?" dedi ümit.
ve sonra kadınlığının dokuz ayına varmadan terketti ümit'i efkar.
"kusura bakma," dedi. "bu böyle olmayacak. böyle de olmayacak. neden
bilmiyorum, inan bilmiyorum, ama ayrılmamız gerekiyor. olmuyor, olmuyor,
olmuyor, olmuyor."
okyanus bitmiş, yolun sonuna/başına gelmişlerdi. bütün denizlerin
çekildiği kıyılardaydılar şimdi. indi kadırga'dan ümit. kuyrukta bekleyenler
doluşmaya başladı. arkasına bile bakmadan sokağın sonuna dek yürüdü ümit. az
sonra dolmuşun dolduğunu duydu. "adımı kendim koyarım," dedi. "bundan böyle
yudum olacak adım. okyanusta bir yudum."
şimdi efkar gene akşam birahanelerinde birasına votka, rakı ve bilimum
içkileri karıştırarak demleniyor. hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey
değişmemiş gibi, hiçbir şey yaşamamış gibi. mümkün mü? mümkünmü? eskisinden
daha çok mutsuz, daha çok efkarlı. sürekli içiyor, içiyor, içiyor. yaşamında
değişmeyen tek şey içki. göbeklendi, yağlandı, yanakları sarktı, gözlerinin
altı torbalandı, bakışları dalgın ve kanlı, yüzünde kopkoyu bir matlık.
"kimi neyi sevdiğimi bilmiyorum ağbi," diyor "ölesiye seviyorum."
(hacıbayram'a gidiyor mu gene? en eski aşk masallarını okuyor mu?)
yudum bir pavyonda konsomatris şimdi. hep aynı erkeğin matemini tutarak
dağıtıyor kendini bütün erkeklere, yüreğini bütün erkeklere dağıtıyor, bütün
aşklara, bütün hayatlara... her serüvende en ölümsüz aşk yaratıyor. efkar'ı
düşündükçe hiçliğe benzer bir duygu yokluyor yüreğini; ne kızıyor, ne
öfkeleniyor, ne seviyor, ne nefret ediyor, hiçbir şey. hiçbir şey. hiçbir şey.
şimdi efkar, adını bilmediği, adını koyamadığı bir sızı yalnızca yüreğinde.
altın makas feride diyor ki: "kendi farkında değildi belki ama sende sevdiği
şeyi öldürdü. bilmedi, bilemedi."
bütün erkekleri deliler gibi seviyor şimdi, hepsini de en ölümsüz aşkla
seviyor ve aşkın gözyaşlarını döküyor her gece, aşkın ölümüne döktüğü
gözyaşlarını.
1980 yılında başladığı profesyonel yazım yaşamında şimdiye değin imza attığı eserler şu şekilde olan modern türk edebiyat'nın önde gelen kalemlerinden.
mardin' in elmalılı köyünde doğmuş olan ve köyden dedesinin zamanında kan davası yüzünden göçettiği bilinir. hatta bir romanında bu olaylardan isim vermeden bahseder. olmasa mektubun adlı şarkının sözleri kendisine aittir. bir rivayete göre sözlerini bir arkadaşına atfen yazar ve bu arkadaşıda bu şiiri alıp besteler. murathan mungan 90' lı yıllara damgasını vurmuş ünlü bir şairimizdir. kitaplarını ve şiirlerini okumuş tüm edebiyat üstaları ve öğretmenleri kendisini çok beğenir ve över.
haziran 2007 de 'kullanılmış biletler' adlı son kitabı çıkmıştır. kitabın adından da anlaşılabileceği gibi yazar, sinema üzerine, deneme türünde mükemmel bir kitap yazmış.
..yağmur herkese yağar
güneş ısıtır herkesi
mevsimler herkes içindir
yalnız çığ altında kalan
sele kapılan herzaman birkaç kişi
herkes içindir aşk da ayrılık da
yalnızca birkaç kişi ölür acıdan
eskiden ölümle tartılırdı ayrılık
kiminin hayatı yalnızca unutkanlıktan
her şey, herkes için değildir oysa
kimi hiçbir şey öğrenmez karanlıktan
yalnızlığı kullanmayı bilmez kimi
kimi ayrılamaz karanlıktan
yağmur herkese yağar
ama çok az insan tutar yağmurun ellerini
onca şarkı onca film onca roman
ama sevmeye yetmez herkesin kalbi
çığ altında kalan sele kapılan
aşktan ve acıdan ölen
birkaç kişi dünyayı başka bir yer yapmaya yeter
aslında onların hikayesidir anlatılan
diğerleri dinler, seyreder, geçer gider
geçer gider herkes
hikayelerdir geriye kalan.
Fırsatları sayısız sanıp, hep ileride bir gün karşılaşacağımızı sandığımız birisini, bir yenisine ertelerken hayat yanımızdan geçip gidiyor mu?
Karşımıza erken çıkmış insanları yolun dışına sürerken; bir gün geri dönüp, onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz?
Hayat her zaman cömert davranmaz bize. Tersine, çoğu kez zalimdir. Her zaman aynı fırsatları sunmaz. Toyluk zamanlarını ödetir. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların, savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız bir gün...
Bir akşam üstü yanımızda kimsecikler olmaz;
Ya da olması gerekenler yanımızdakiler değildir...
Murathan MUNGAN'ın en beğendiğim yazılarından biri...
mardinli yazar.
çok güzel yazar yaa... hem bu kadar süslü, hem bu kadar akıcı yazmak her yazara nasip olmaz. eğer hak ettiği değeri görmemesine neden olacağını bile bile bir erkeğe aşık olduğunu söylüyor, ona şiirler yazıyorsa bu, her yazarda bulunması gereken cesaretin bir varyantıdır.
şiir sevmeyen beni bile dize getiren dizelerinden kimse mahrum etmemelidir kendini... nesirdeki ustalığıyla tartışılmaz, homoseksüellik sakızıyla asla sıvanamaz...
mezepotamya üçlemesini oluşturan "mahmud ile yezida" ," taziye" , "geyikler ve lanetler" gibi dehşedengiz oyunların yaratıcısıdır. "insan ait olduğu coğrafyanın hikayesini anlatmalı" dedirten oyunlardır bunlar.
yüksek topuklar kitabında dünya üzerinde kaç çeşit kadın vardır ve bunlar ne yapar, ne düşünür hepsini bir bir afişe etmiş ve kadınları bu kadar iyi tanıyan biri elbette kadınlardan hoşlanamaz, doğaldır dedirten kalemi güçlü saygı duyulası yazar.
üç aynalı kırk oda kitabıyla sevdiğim yazar. insan eşcinsel liği de anlıyor, onların aşk larını da seviyor onu okurken. ayşe arman a şöyle demişti röportajında; ''işim kelimeler benim. sahte alçakgönüllülüğe gerek yok: türkçe nin saçlarını tarayan, tarayabilen yaşayan üç-beş yazardan biriyim. içimizle dilimiz arasındaki mesafeyi kelimelerle kapatmaya çalışan adamdır yazar dediğin''
ayrıca, bıçak sırtı dizisinin oğlum şarkısını yazmış en son gördüm. sözlerini bilmiyorum ama çok etkileyici sözleri var.