liberalizmin tarihine bakarsak, liberalizmin tarihe sol siyasî yelpazede var olan bir ideoloji olarak çıktığı, ardından yükselen sosyalizm karşısında hakimiyetini sürdürmek için sağa çekildiği söylenebilir. gerçekten liberalizm, katolikliğe karşı yükselen bireyci protestanlığın karşılığı olarak, bireyci ve serbest toplum/ekonomi modelini savunan bir siyasal akım hüviyetinde ilk çıkışını yapmıştır. bununla birlikte, amerikan liberalleri avrupalılara göre çok daha solda iken, kıta avrupasında liberal partiler daha çok muhafazakârlarla işbirliği içerisindedir. bunun nedenini amerika'daki iki merkez partisinin (ahlakî anlamda gelenekçi ve bireysel ekonomik özgürlükler açısından liberal, yani sağda olan cumhuriyetçiler ile gelenekleri pek tınlamayan ve bireysel özgürlükleri güçlendirme emelinde olan demokratlar. aynı zamanda cumhuriyetçiler, eyaletlere daha fazla yetki verip merkezî yönetimi zayıflatmak isterken, demokratlar birleşik devletleri üniter bir yapıya yaklaştırmakta kararlıdırlar) ideolojik farklılıklarının çok fazla olmaması hususunda aramak gerekir. amerika'da seçimlerde güçlü bir sosyalist partinin bulunmaması nedeniyle, amerikan liberalleri sosyalistlerin yerine solu marke etmiş ve sosyal devlet anlayışını savunmak zorunda kalmıştır, muhafazakârlar da bu sefer refah devleti anlayışını eleştirerek tam serbest piyasa ekonomisini müdafaa etmiştir. iki kanadın da kapitalizmle problemi yoktur. örneğin demokrat partinin adayı olarak başkan olan obama'nın sağlık reformu açıkça kapitalist sigorta şirketlerinin yüksek kâr marjlarına dokunmamış ama sosyal devlet anlayışını geliştirmiştir. amerikan muhafazakârları buna karşı çıkıyorlar.
avrupa'da ise tam tersidir. avrupa'da çok partili parlamenter rejimlere girmekte zorlanmayan merkez sol veya sosyalist partiler; kamulaştırma, ekomomiye aşırı devlet müdahalesi gibi politikalar güdünce veya bunları destekleyince, liberaller avrupa'da sağa kayarak sosyalistlere karşı muhafazakâr partilerle buluşmuştur. buradan yeni sağ, liberal muhafazakârlık, muhafazakâr liberalizm (son ikisi birbirinden oldukça farklı şeylerdir) gibi siyasal spektrumundan sağından doğan kombine ideolojiler ortaya çıkmıştır. avrupa'da klasik liberaller (radikal liberalizm) refah devleti uygulamalarına (vergi indirimi, ücretsiz sağlık reformu, işsizlik yardımı vesaire) karşı iken çağdaş liberaller ve muhafazakâr liberallerle beraber, yine sağ cenahtan gelişen çeşitli muhafazakârlık tipleri (paternalist, romantik ve gelenekçi) ortakalaşa refah devletini savunmuştur. kıssadan hisse, umumiyetle liberalizm amerika'da biraz daha solken, avrupa'da bildiğiniz sağdır.
tarihsel sürece geri dönersek, ticaretle güçlenen burjuvaların aristokrat hakimiyetine isyan ettiği fransız devriminden sonra yönetimi ele geçirdiği aşikar. aslında 17. yüzyıldan itibaren avrupalılar merkantilizm uygulayarak burjuvalarını güçlendirdiler ve böylece devletleri ekonomik olarak güçlendi. bu korumacı yaklaşımla gittikçe büyüyen orta sınıf, aristokratlara fransa'da baş kaldırdığında, yönetimi ele geçirerek ekonomi politikalarını belirlemeye başladı ve o günden beri de hakim konumda. dolayısıyla 'sürdürücü' olması hasebiyle sağ bir ideolojidir. ancak siyasî alanda savunduğu fikir özgürlüğü, açık toplum, anayasacılık, devleti küçültme temennisi, fırsat eşitliği, bireysel özgürlük gibi alanlarda kısmen muhafazakâr sağdan ayrılarak merkeze yerleşir. merkez sağ dediğimiz siyasal pozisyon, aslında muhafazakâr duruşun ekonomik liberalizmle harmanlanması ve bu iki kesimin temsilcilerinin parti içi mücadelesinden çıkan görüşün parti politikası olarak yansıması üzerinden işler. merkez sağ ideolojik olarak katı olmaması nedeniyle avrupa liberallerinin muhafazakârlarla işbirliği yaptığı, iki tarafın da birbirini denetlediği, yani, liberallerin örneğin politik olarak devletin kürtaja, eşcinselliğe karışmasına engel olmaya çalıştığı; muhafazakârların da ekonomide devlet müdahalesini liberallere kabul ettirmeye çabaladığı bir alandır. mesela akp'nin son dönemde merkez sağdan sağa kayışı, politik anlamda müdahaleci olmasından ileri gelir.
bir sürü gereksiz detaya girsem de özet olarak liberalizm amerika'da biraz daha sol bir hüviyettedir, avrupa'da tam anlamıyla sağ iken, dünya üzerine ilk gelişi otoriteye meydan okuma suretinde olduğundan geçmişte devrimci sol, şuan reformcu sol (sosyalizm) ve devrimci sol (komünizm) karşıtı olduğundan açıkça sağ bir ideoloji haline gelmiştir.
sağ liberal olabileceği kadar sol liberal de olabileceği, yani liberalizmin içine dahil olduğu ideolojiyi kendi felsefesi ile yorumlaması ve esnetmesi ile hallolabilecek bir meseledir.
türkiye'nin genel politik kültürü 1970'lere çakılıp kaldığı için her şey eşek gibi, sike sike, zorunlu olarak, evrenin mutlak bir kanunu olarak ikiye ayrılır: sağ veya sol. geriye kalan her bir şey yavşaklıktır, yalandır, yabancılara memleketi satmaktır, falan feşmekan. neden? millet her bir işin özüne odaklandığından mı: hayır, kolaycı tahta kafa oldukları için. liberal islamcı, muhafazakar sosyalist dendiği vakit bilmiş bilmiş "olmaz öyle şeyler, kelime oyunu yapılmış" tarzında üste çıkmaya, liberalizmin tarihini ve ilkelerini bilmeden her boku olduğu gibi bunu da kendi dar dünya anlayışsızlığına sokuşturmaya, tıkıştırmaya gayret etmeleri eşyanın tabiatı gereğidir.
kemikleşmiş ve markalaşmış hiç bir akım tutup da liberalizm ile arasında bir bağ kurmak istemeyeceği için ortada bıralacağı malum. "liberalizmin türkiye'deki gelişim tarihi" diye bir soru ile karşılaşsa lafı bir şekilde "yabancıların türkiye üzerindeki çıkarları" konusuna getiriverirler. hani aslında mesele liberalizmin ne olup olmadığı da değildir: sağ mı yoksa sol mu olduğudur. her şey işte bu kadar siyah/beyaz ve basittir bu dingillerin ülkesinde...
liberalizm kelime anlamıyla özgürlük demektir. bu kelime her türlü özgürlüğü kapsar. ekonomik, siyasi, kültürel vs. aklınıza gelen tüm alanlarda özgürlüğü savunur.
dünya tarihine baktığımız zaman daha çok ekonomi konusunda uygulama alanı bulmuş gibi görünse de küllen yalandır. neden mi? çünkü liberalizmde herkes eşit haklara, eşit fırsatlara sahiptir. devlet tarafsızdır. piyasaya giriş çıkış serbesttir. halbuki gerçek hayatta öyle mi? devlet burjuva sınıfının yanında. kimse eşit rekabet şartlarına sahip değil. dünyada birkaç tekel(monopol) var, onlar karar verir piyasanın işleyişine. bu monopolller de bilindiği üzere büyük ölçüde yahudilerin elinde. piyasa derken çok kasıntı düşünmeyin. mesela bakkal piyasasını ele alalım. mahalle aralarında bakkal kalmadı. her yer market oldu, tekel(monopol) oldu.
kağıt üzerindeki liberalizm ve gerçek hayatta uygulanan vahşi kapitalizm arasındaki keskin farkları belirttikten sonra liberalizm ve sosyalizm arasındaki farklara bakacak olursak liberalizmin nerede durduğuna ilişkin bir şeyler söyleyebiliriz. bir mahallede 15 bakkal varsa o mahallede liberal ekonomi vardır. 1 tane market varsa o da sosyalist ekonomidir(devletin bakkalıysa). eğer bu bakkal devletin bakkalı değil de bir aile veya gruba, şahsa aitse sömürgeci kapitalist ekonomi vardır, malını istediği fiyattan satar. rakibi yoktur. sosyalizmdeki devletçiliği ve öldürülen milyonlarca insanı göz önünde bulundurursak sosyalizmin sol olmadığını söyleyebiliriz. eğer teori tartışacaksak sol olan sistem kesinlikle sosyalizmdir. solculuk her şeye müdahaleyi içerir, özellikle ekonomik alana.. liberalizmde müdahale hiç yoktur, çünkü liberalizmde doğalcılık vardır, sosyalizmde müthiş bir müdahale. lakin, gerçek hayata dönecek olursak sağ ve sol kavramları arasında pek fark yoktur. dünya konjonktüründe var olan ülkelere bakalım. iki kutuplu bir dünya varmış gibi. aslında iki kutup da düzenin bir parçası. ikisi de faşist. neden mi? büyük büyük tekeller yönetiyor dünyayı. sınıflı bir topluma yol açıyor bu da. sosyalizmde ise kocaman bir devlet var. istediğini yapar. aşırı güçlü. muhalefet edemezsin. sosyalist bir rejimde, sözlükte böyle başlıklar açamazsın. adamı domaltırlar.
o zaman toparlayalım. liberalizm kağıt üzerinde ve uygulamada müdahaleci olmayan bir sistemdir. sosyalizm ise kağıt üzerinde sol ama uygulamada diktatörlükten başka bir şey değildir.
liberalizmde sınıflar yoktur. devlet az müdahale eder her şeye. eşit fırsatlar vardır. herkes eşit haklara sahiptir. gerisi insanların kendi becerisidir. herkes kendi hayatına eşit fırsatlar zemininde yön verir. sosyalizmde ise devlet, babadır. bürokrasi ülkeyi mahveder. özgürlüğün ö'sü yoktur. o halde liberalizm daha devrimci bir sistem iken, sosyalizm totaliter rejimin daniskasıdır. ha bu arada, liberalizm bir sistem iken sosyalizm bir rejimdir. sistemler insanlar tarafından spontane gelişen şartlarda, yani doğaçlama oluşur. hadi bi el at bilader şu sistemi oluşturalım diye oluşturulmaz. sistemi oluşturan şeyler spontane gelişir. oysa rejim bizzat birileri tarafından dikte edilip tüm insanları o rejimde yaşamaya zorlamak ve inat edenleri öldürmek yok etmek felsefesine dayanır. hemen hemen tüm rejimler totalitarizme ihtiyaç duymuşlardır. bunu da unutmamak lazım.
son olarak, liberalizm özgürlükçüdür. sırf bu yüzden bile sol olmayı hak eder; lakin günümüzde solculuk müdahaleyi ve ayrıştırmayı içerdiği için liberalizm sol olamaz. olaya özgürlük boyutundan bakarsak liberalizm sol olmayı elbette hak eder. dediğim gibi, liberalizm bir rejim değil, bir sistem olduğundan sağ veya sol olamaz. çünkü sağ veya sol olan sistemler değil, rejimlerdir.
amerika'da liberalizm soldur, daha ötesi sosyalizm ve komünizmdir.
çünkü tıpkı daha sol ideolojiler gibi, temelinde kapitalizm yeniliğe açıktır. farklı düşünceleri benimser. muhafazakar tarafa karşıdır, çünkü insanların özgür iradelerini bağlayan düşünceler, liberalizmin karşısıdadır.
amerika'da demokratlar liberal, cumhuriyetçiler ise muhafazakar tarafı temsil etmektedir.
öte yandan, liberalizm batıda, daha doğrusu avrupa'da sağ tarafı temsil eder. nedendir bilinmez. merkezden çıkışından sonra kullanılan ülkelerde aşırı bağnazlığın ve vahşiliğin sembolüdür.
emek sermaye çelişkisinde takındıkları tutuma bakarak anlaşılabilecek durumdur. liberaller hangi sınıfın yanında mevzilenmişler ona bakmak yeterli olacaktır.
Liberalizm, özgürlüğü birincil politik değer olarak ele alan bir ideoloji, politika geleneği ve düşünce akımıdır. Genel anlamda liberalizm, bireylerin ifade özgürlüğüne sahip olduğu, din, devlet ve kimi zaman kurumların gücünün sınırlandırıldığı, düşüncenin serbest bir şekilde dolaştığı, özel teşebbüse olanak sağlayan bir serbest piyasa ekonomisinin olduğu, hukukun üstünlüğünü geçerli kılan şeffaf bir devlet modeli ve toplumsal hayat düzeni hedefler. Liberal demokrasi olarak adlandırılan bu devlet düzeni, açık ve adil bir seçim sistemi ile birlikte tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğu ve fırsat eşitliğine sahip olduğu bir sistem olarak modellenir.
Yapısından ötürü liberalizm tartışmaya açıktır. Liberalizm ekonomide, özel girişim demektir en başta. Liberalizm özgür kelimesinden gelir ve tekil değil çoğul bir özgürlüğü kapsar bu sebeple tüm toplumu ilgilendirir. Bir Toplumu,Ulusu yönetim biçimidir. Dolayısıyla bireysel özgürlüklerin kısıtlanamaması liberalizme ters olması gerekir.
Kralların doğal yönetim hakkı, veraset sistemi, devlet dini gibi eski devlet teorisini oluşturan birçok temel kabule liberalizm karşı çıkar. Tüm liberaller bireyin yaşama hakkı, özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel insan haklarını kabul eder ve desteklerler. Bununla birlikte birçok ülkede modern liberalizm, toplumsal refahın sağlanması açısından, devletin birey özgürlüğü üzerinde minimal bir kısıtlayıcı gücü olmasını savunarak klasik liberalizmden ayrılır.
Liberalizmin kökleri batı aydınlanma sürecine dayansa da, bugün için terim sağdan sola siyasal yelpazenin farklı noktalarını kapsayan, özgürlük temelli bir düşünce çizgisini tanımlar.
bir sürü ansiklopedik tanımın doğru oldugundan şüphemiz yok fakat yaşadığımız hayatta işin içine para girdiği zaman her şey biraz anlamıdan kaymakyadır. örneğin bazı çok sevgili yazarlarımızı, ne bileyim bilmem nelerimizi eskiden oldukça solcu tutumla işlerini icra ettiklerini görürdük fakat akepe başa geldi geleli adamların hepsi akepeli oldu, bunu liberalizme bagladılar bir de ki bilen bilir hiç bir alakası yoktur. kendini, fikrini parayla satmanın serbest bilmem neyle ilgili oldugu tam bir fasafisodur. halk arasında bunun açıklaması şerefsizliktir. tabi biz yüksek mevkidekilere yaltaklanma delisi oldugumuz için normal gördük falan filan.
dinciliğini cemaatçiliğini alt kimlik sıfatı ile bize sunan yeni zengin iktidar sahipleri olayı bu şekdilde sığ bir şekdilde liberaizme bağladılar. bizim o çok bildiğini iddia eden kişilerimiz de bunlara inat dinciliği liberazlime benzeterek oldukça cahilce yaklaşımlarla her şeyi kötülediler, körüklediler. yahu dönün bakın amerikaya avrupaya, onların liberalizmi bile farklı manada, filozofları bile çok çok farklı bakmışlar kavrama, onların yaptıklarının artığıyla beslenen bizim gibi 3. dünya ülkelerinde bu tabi ki saptırıldı.
yanlış da düşünüyor olabilirim ama eğer yanlışsa neden şu an olan her şeyi beş sene önceden biliyorduk, neden olan bitenin bir parmağı da başkalarına baglanıyor. beri gel beri, düşün biraz.
liberalizm amerika da sol, avrupa da sagdir. ve hatta turkiye de vahsi kapitalisttir.
1800 civari yapilan gorusler, 2000 lere gelindiginde yalan olmaya baslama ozelligi gosterirler. ulkedeki siyasi konjonkture gore, gerekirse en soldaki dusunce bile olur, ya da en sag dusunce bile olur.
Klasik liberalizmin sol değerlere teğet geçmişliği vardır. Ama k.liberalizm bir takım sol değerleri kapitalizmin gelişmek için ezmek durumunda olduğu feodalizme karşı verilen mücadele esnasında savunmuştur; köleliğin kaldırılması-emek gücünün serbestleşmesi, laiklik-klisenin etkisini kırma, burjuvaziyi yönetici yapma amaçlı gibi. Yani savunduğu sol değerlere insanlığın ilerlemesi amacıyla değil gelişim aşamasındaki kapitalizmin yücelmesi amacıyla dayanmıştır. Liberalizmin en saf biçimde uygulandığı dönem de yine kapitalizmin erken dönemidir, 18 ve 19. yüzyıl. Bu dönemde liberal ekonomi gereği ne sağlık ne de eğitim alanında varolan devlet "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" mantığındakilerce yönetilmektedir. işçilerin durumu içler acısıdır, makinelere kelepçelenmiş halde çalışan küçük çocuklar yirmili yaşlarına ulaşamadan ölmektedir. insanları savaş meydanında değil de makine başlarında öldüren liberalizm için nasyonal sosyalizmin bebeklik halidir denilebilir.
liberalizm'den kasıt sadece ekonomik bakımından özgürlüğü savunan ama diğer sosyal, siyasal ve inanış bağlamında insanlara baskı yapan bir akım olarak değerlendirmekse eğer sol görüşle alakası yoktur tabiki.
immanuel wallerstein'e göre, liberalizm, sosyalizm ve muhafazakarlık, modern çağda değişimin normalleşmesine ilişkin üç tavrı temsil ediyorlardı:
- değişimin tehlikesini mümkün olduğunca sınırlamaktan yana olan muhafazakârlık,
- bu değişimi 'akılcı' bir biçimde yönlendirmekten yana olan liberalizm,
- değişimi hızlandırmaktan yana olan sosyalizm.
Ne var ki, bu üç ideoloji arasında gerçekten temel farklar bulunup bulunmadığı oldukça tartışmalıdır.
- Muhafazakarlar, liberalizmle sosyalizm arasında hiçbir temel fark görmüyorlardı,
- sosyalistler, liberalizmle muhafazakarlığın aynı şey olduğunu söylüyorlardı,
- liberaller, muhafazakarlıkla sosyalizm arasında, özellikle otoriterlik açısından ciddi bir ayrım bulunmadığını savunuyorlardı. kaldı ki bunu, anarşist komunistler de daha sonra dile getirecekler ve bu onların; marksist-leninist ideoloji ile temel ayrım noktaları olacaktır.
Merkezinde liberalizmin bulunduğu bu üçlü sıralanma, çeşitli ittifaklarla, yeni 'türler' de yaratmıştı. Örneğin,
- liberal-sosyalist ittifakının sonucunda, bir tür sosyalist-liberalizm,
- liberal-muhafazakâr ittifakının sonucunda, bir tür muhafazakâr-liberalizm,
ortaya çıkmıştı. Hatta, liberalizme yoğun muhalefet görüntüsü altında, sosyalist ve muhafazakar rejimlerin, liberallerin değişmez ilkesi olan üretkenlik vasıtasıyla ilerlemeyi gerçekleştirdikleri de söylenebilirdi. Bu durumda, sosyalist muhafazakarlığın ya da muhafazakar sosyalistliğin, bir ölçüde, liberalizmin bir varyantı olduğu sonucuna ulaşılabilirdi.
günümüz akademisyenlerinin büyük bölümü, şu temel sav üzerinde görüş birliği halindedirler;
" 1848'den sonraki 120 yıl içinde-yani en azından 1968'e kadar-birbiriyle çatışma halindeki üç ideoloji görüntüsü altında, aslında sadece bir ideoloji; ezici biçimde egemen: liberalizm ideolojisi vardı. "
Sanayileşmiş ülkelerdeki sosyalist hareket; alman sosyal demokrat partisi gibi en militan örnekleri de dahil olmak üzere, liberal reformların gerçekleştirilmesi için önde gelen parlamenter sesler haline geldiler. sosyalistler partileri ve sendikaları aracılığıyla liberallerin istediğini, yani çalışan sınıfların uysallaştırılmasını gerçekleştirmek için 'halk' baskısını kullandılar. Fabianları bir yana bırakalım, yalnızca Bernstein değil, Kautsky, Jaures ve Guesde de 'liberal sosyalist' diyebileceğimiz bir hale geldiler.
Bu üç ideolojinin devlet karşısındaki tavrında da zıtlıktan çok benzerlik söz konusuydu. Bu üç ideoloji de, başlangıçta ve söylemde, devlete karşı ve toplumdan yanaymış gibi görünüyorlardı. Ne var ki, her üç ideolojinin uygulamacıları, özellikle 1848'den sonra, teorik bir devlet karşıtlığı tavrından, pratikte devlet yapılarını muhtelif şekillerde güçlendirmeye ve pekiştirmeye yönelmişlerdi.
Sosyalistler-ki, sosyalistler arasında ezeli devlet karşıtı anarşizm daima küçük bir azınlığın bakış açısı olarak kalmıştır- kısa vadede devletin faaliyetini arttırmaya çalışmışlardı. Hem ikinci Enternasyonal Sosyal demokratlarında, hem de Üçüncü Enternasyonal Komünistlerinde, devlete karşı tavır ortaktı:
- ilkin devlet iktidarını ele geçir,
- ikinci olarak, devlet iktidarını; toplumu dönüştürmek için kullan.
Sosyalistlere göre devlet genel iradeyi uygulardı. Liberallere göre devlet bireysel hakların serpilmesine izin veren koşulları yaratırdı... her iki durumda da sonuç; devletin topluma nazaran güçlendirilmesi oluyordu.
Ulus devlete ve milliyetçiliğe sarılmak açısından da, bu üç ideoloji arasında temelde bir fark yoktu. Her üçü de ulus devletçiliğin ve milliyetçiliğin argumanlarını sonuna kadar kullanmışlardır.
tüm bu tarihsel gerçekler ışığında liberalizme; sağ mı? sol mu? penceresinden bakmaktansa, felsefi arka planını irdelemekte; ne olduğunu anlayabilmek açısından yarar görüyorum:
Bertrand Russell, ilk liberalizmin iyimser, enerjik ve felsefi olduğunu, zafer kazanması mümkün olan ve kazanacağı zaferle insanlığa pek çok yararlar sağlayacağı olası görünen ve gittikçe büyüyen güçleri simgelediğini belirtir.
Liberalizmle toplumsal arasındaki ilişkinin açıklanmasında, bireyi toplumu ve onun uzantısı olan devleti açıklamada, kendi görüşleriyle liberalizme felsefi bir açılım sağlayan Locke, konunun anlaşılmasında önem taşır zira, Rönesans'la birlikte bireyin yeniden keşfine gidilmesi ve bu paralelde gelişen süreç, somut halini, özellikle Locke'nin düşünceleri etrafında, bireyin haklarını gözeten bir takım sözleşmelerde bulmuştur.
1632 yılında ingiltere'nin Wrington kasabasında doğan Locke, felsefesini; mutluluğa ulaşmanın nasıl gerçekleştirileceği konusunda görüş bildirerek oluşturur. Ona göre, insanlar doğuştan bir takım haklarla birlikte doğarlar ve temelde devlete gereksinim duyan insanlığın toplumsal bir organizasyonla devleti meydana getirmesindeki asıl gaye; felsefesinin merkezine aldığı mutluluğu korumak ve gözetmektir. Locke, felsefesinin temelinde; insandan topluma ve toplumdan devlete kurgulanan bir süreç içerisinde, insanın bireysel mutluluğunun esas alınması gerektiği, mutluğun aynı zamanda güven, barış ve özgürlük anlamına geldiği ve bu paralelde oluşturulan politikaların mutluluğun hizmetinde olması gerektiği vurgulanır.
Locke'nin düşüncelerinin pratikteki yansımaları oldukça önemlidir. Locke'nin; tâbi haklar üzerinde belirttiği görüşleri, ingiltere'de 1689'da çıkarılan; haklar bildirgesinin içeriğini oluşturmuştur. Locke'nin görüşlerinin rasyonel düzlemde varlık bulması, batı dünyasında birçok ülkede kabul görmesine neden olmuş ve günümüz insan haklarının oluşumunda, azımsanmayacak katkılar sağlamıştır.
sonuç olarak;
liberalizm, ne 'sağ' ne de 'sol' dur. o, doğuş felsefesi olarak; humanisttir lakin, özellikle hırs ve ihtirasla yoğrulmuş vahşi kapitalizm ; " hedefe ulaşmak adına her yolu dene, her düşünceyi kullan " mantığı ile liberalizmin temel kavramı olan 'bireysel mülkiyet'i kullanmış, varoluş sürecinde iktisadi bir yanı bulunmayan liberalizmin boynuna; adam smith ve david ricardo eliyle kapitalist yaftasını geçirmiştir.
Liberalizm, ister geleneksel dönem boyunca dizginlenmiş hedonizmin zincirlerini koparması, isterse öncesinde kimliğini kaybetmiş bireyin kimliğine kavuşması olarak algılansın, kesin olan şu ki; hiçbir düşünce, liberalizm kadar insan yaşamı ile bu denli uzlaşmayı başaramamıştır.
sağ ya da sol olması önemli değil..
sömürülmeye hazır,üçüncü dünya ülkeleri için batılılar tarafından uydurulmuş bir terim liberalizm.. ve hiçbir batı ülkesinin liberalizmle yönetildiğini göremezsiniz.. ne ingiltere'de,ne fransa'da, ne de almanya'da..
Avrupa liberalizmi içinden doğduğu avrupa iktisadi ve sosyal yapısı gereği sağ ve sol ayrımını çok net bir şekilde yaparken , daha çok doğu iktisadi ve siyasal yapısına sahip olan asya toplumlarında ise merkeziyetçiliğin ve bürokratik yöneticiliğin bir zarureti olarak sağ ve sol kutuplarından ziyade bir status quo liberalizmi görülmektedir . Bu bakımdan ülkemizde de güncel olarak osmanlı bürokratik yapısını ve merkeziyetçiğini kırıntıları ile devralan bir yönetim anlayışı parlementer demokrasi içerisinde hem sağı hem de solu resmi ideolojisi doğrultusunda sürekli ve çeşitli reformlara uğratmıştır ve günümüzde milliyetçilik ile soslanan ulusal burjuva sınıfının neo-liberal politikaları emperyalizmin büyük sermayesi altında çeşitli politik görüşleri , muhalefeti ve azınlıkları bastıran bir ideolojik bütünlük haline dönüşmüştür . Liberalizmin yaşaması için en uygun ortam büyük sermayenin egemenliği altındaki kapitalist devletlerdir .
liberalizm komplike bir doktrin değil bir subjektif siyasal bir yönelim kavramıdır. özgürlük gibi. (bkz: abd nin ırak ı özgürleştirmesi)
(bkz: ıraklı direnişçilerin özgürlük mücadelesi)
liberalizm de tektipliliğe, baskıcı muhafazakarlığa, ırkçılığa, cinsiyet ayrımcılığına karşı bir akım olarak sol tandanslı, (bkz: siyasal liberalizm)
globalleşmeci, sosyal hakları ezme, korumacı politikalara karşı olma adına tanımlanırsa, ki bu aslen vahşi kapitalizm dir, sağa meyillidir. (bkz: ekonomik liberalizm)
türkiye' deki gibi yabancı güçlerin borazanlığını yapan, özgürlükçülüğün de muhafazakarlığın da bayraktarlığını yapan kesimlere ise liboş diyoruz.
(bkz: entellektüel)
(bkz: entel)
sağ dan kastınız otorite ve devlet yanlılığı ise sağ değildir. devlet sömürüsü dahil her türlü sömürüyü kaldırabilecek tek düşünce ise liberalizm dir. bu açıdan bakıldığında soldur. türkiye de chp sol ise, ona muhalif partiler de sağ dır anlayışıyla sağ denmiştir sanırsam. yani türkiyede sağ, otoriteryen anlayışların muhalifi görüşlerin adı olmuş dünyadakinin tersine. esasında bir düşünce sistemini sağ-sol diye kategorize etmek, halka anlatma kolaylığı gibi bir fayda taşımasına rağmen, her zaman başarılı olamamakta ve bu örnekte olduğu gibi yanlış anlaşılma gibi bir sonuca götürmektedir.
soldur lakin bu sol öyle bildiğin sol değildir. çakmadır. samimiyetsizdir. ama adı soldur. sol işçisi ile özdeşleşmiş işçisinin desteği ile yücelmiştir patronların parası ile değil. çakma olmasının sebebi de budur.
sosyalizm sol ise liberalizmin ne oldugu gayet aciktir. he siyasi olarak bakacak olursak ki o zaman bile ideolojik ok'un saginda kalan partiler liberal parti olabilir.
türkiye'de bir çok ekonomiste göre sağ bir akımdır,büyük holdingler dış konjongtür ve sıcak paranın ülkeye girmesi gibide açıklanır ve sol bağlamla alakası yoktur.
liberalizm; hiç bir zaman tam olarak tanımlanabilen bir görüş olmadığı için herşeyden önce ne olduğu değil,ne olmadığı konusu üzerinde durmak daha mantıklıdır. siyasal ve toplumsal bir teori olan liberalizm, tartışmanın odağı olan muhafazakarlık ve sosyalizm/komünizmden farklıdır fakat bu ikisinin arasında yer alan bir 'orta-yol'culuk demek de değildir. ahlaki olarak bireysel özgürlüğü ele aldığı için her türlü cemaatçi görüşe karşıdır fakat bu din karşıtlığı anlamına gelmez; liberal görüşü savunan birisinin de dini inançları olabilir, onu diğerlerinden ayırt eden bu görüşünü başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmamasıdır. işin sosyalizm/komünizm kısmına gelince jandarma devlet anlayışında bir kesişme var gibi durmaktadır fakat liberalizmin liberteryen biçimi bile bu anlayışlar kadar anarşist değildir çünkü liberteryenler devletin tamamen ortadan kaldırılmasını değil; onun mümkün olan asgari büyüklüğe indirilmesini savunmaktadır.
görüldüğü gibi liberalizmi diğerlerinden bağımsız bir görüş olarak algılayabilmek için, dayandığı temel fikirleri diğer görüşlerin temel özellikleriyle karşılaştırmak gerekmektedir..