https://galeri.uludagsozluk.com/r/2129950/+
Saramago’nun insanın bir anda nasıl körleşebileceğini, öteki’ne karşı nasıl vahşileşebileceğini anlattığı, bana göre bir toplum eleştirisi kitabı..
Özellikle doktorun karısının kiliside yaşadığı dialog; gözlerinin üzerine beyaz şerit çekilmiş resimler, heykeller.. “bunu papaz yapmıştır” demesine karşın, eşraftan birinin “papazı tanırım, böyle şeyler yapmaz” demesi.
Yine en güzel özet kitabın kendi içinden gelmiş; “aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı.”
Jose Saramago’nun en bilindik, en sevilen ve hatta kendisine Nobel ödülü’nün yollarını açan kitabı Körlük, trafikte bir adamın bir anda kör olması ile başlar. Her şeyin beyaz görülmesi dışında gözlerde fiziksel hiçbir belirtiye sebep olmayan bu hastalığın diğer körlüklerden en büyük farkı ise bulaşıcı olmasıdır.
insanı hırs, şehvet, para mahveder. kural olmayınca, insanlar aşağıların en aşağısı da olabilir. kural demişken, örf adetler, devletin kanun koyması ve en önemlisi din çok çok önemlidir. yazarımız saramago, işte tam da burada kaosu ve insanın vahşi yönünü ele alıyor.
bu kuralların, neden varolması gerektiğini bir vaiz, bir hukukçu veya bir başkası bu kadar güzel anlatamazdı. tasavvuf, mesela bu nefs denilen doymak bilmeyen istek ve arzuları kontrol üzerine vardır. yazarımız bir arayış içinde ve bunu bu eserle bizlere sunmuş, saramago metafor üzerinden bir ahlaki yüzleşmede bulunuyor...
--spoiler--
kilise konusu, biraz havada kalmış bence. oradaki ikonalar zannımca zihinlerdeki sahte putlar... yani diyor ki saramago, siz sahteye tapanlar sizler nefsinizin kölesi olarak bunlara inanıyorsunuz ama size bu yolda ön ayak olanlar (kilise ve papazlar vs) sizden daha çok nefsinin kölesi olmuş durumda bir batağın içinde demek istiyor.
doktorun eşi neden kör değil? diye meraklandığınızı biliyorum, her karanlığa bir rehber gerekir. saramago, körlerin vicdanına bir vicdan koyuyor.
--spoiler--
Bir yerde okumuştum, bebeklik çağından itibaren kör-sağır ve dilsiz olan Helen Kellere, asıl körlerin kim olduğu sorulması üzerine cevabı şöyle olmuş; ‘‘Görme yetisiyle doğup etrafındakileri görememek’’ demiş. saramago işte, tam burada bunu konu alıyor...
günlük hayata ya da çizgileri farkında olmadan çok kalınca çizilmiş normal e dair algılarımızın tek bir değişkenle nasıl alt üst edilebileceğinin üstüne bir deneme “körlük”
görme duyusunun kaybının aslında bir medeniyet duygusunun da kaybı anlamına gelebileceğini ve aslında bizim bugün medeniyet dediğimiz şeyin de bir öz den daha ziyade bir makyaja tekabül ettiğini düşünebiliriz kitabın sonunda. körlük saramago için hem gerçek bir konu ,hem bir metafor olarak ikili bir işlev görüyor romanda. gözlerini kaybeden bir toplumun yaşamının nasıl zorlaşacağını, günlük hayatın basit gereksinmelerinin bile ne kadar zorlaşabileceğini ve yaşamın devamının imkansızlaşabileceğini bir somut durum olarak görüp, diğer yandan ötekine kapalı bir gözün de bir körlük olduğunu ve mevcut durumda da insanlığın beyaz bir körlükle imtihanını vurguluyor.
kitapta kadınlara aslında devrimci bir rol veriliyor, gözlerini kaybetmeyen tek kişi olan doktorun karısı aslında bir nevi yeni dünya düzenini olması gerekeni, özgeciliği, kadirşinaslığı temsil eden bir kadın peygamber . normal dünyada fahişe olarak görülen koyu renkli genç kız ise kitaptaki ikinci melek, gerek kendi yiyeceklerinden küçük şehla çocuğa pay vermesi gerek yaşlı adamla birlikte yaşama isteği kötü yoldan ayrılıp azizeye samimi bir dönüşümün göstergesi. bu anlamda romanı şöyle de okuyabiliriz. mevcut düzen yani birbirini görmeyecek derecede maddiyatın kölesi olmuş bu düzen eğer yeni bir düzene evrilecekse bu düzenin kadın eliyle olabileceği imajını da hissettiriyor saramago bize. kadınlar körler dünyasında bile zulmün öznesi haline gelebilen, felaket anlarında bile erkeklere göre iki kat daha acı çeken , daha fazla bedel ödeyen ve bu durumda olmalarına rağmen zihinsel olarak erkeklerden daha güçlü kalıp yeni bir dünyaya, aydınlık bir dünyaya geçişi kolaylaştıran bu yükü yüksünmeden taşıyabilen ikili bir roldeler.
romanın biçimsel olarak konuşma çizgisi kullanmadan diyalogları yansıtması kitabın biçimine de sirayet eden bir körlük halini yansıtıyor. yine kitabın içeriğiyle uyumlu bir biçimde kişilerin adlarının bir anlam ifade etmemesi ve romanda hiçbir karakterin ismi olmaması da içerik düşünüldüğünde son derece anlaşılabilir. felaket anlarında normal hayatta kullandığımız pek çok şeyin -bizden ayrılmasına imkan olmayan ismimiz dahil- nasıl anlamsızlaşabileceğini ve bu medeniyet kaybının insanın bütün dünyevi sıfatlarını bir çırpıda silikleştirebileceğini görüyoruz. saramago bir distopya olarak medeniyet kaybından, ilkel bir topluma dönüşümünden bahsederken aslında bahsettiği distopya riskini bugüne de dayandırıyor. kitabın sonunda zaten aslında daha önce de kör olduklarını belirten doktorun ağzından insanın içindeki şiddetin, canavarlığın harekete geçmesinin, bir anda ötekini umursamayan tamamen kendi bencilliği peşinde koşan bir canlıya dönüşmesinin sadece bir zaman sorunu olduğunu duyumsuyoruz. bir tek değişkenle alt üst olan şeye medeniyet demek ne kadar gerçekçi ve yaşadığımız dünyanın ideal olduğuna inanmak ne büyük bir yalan. gözleri hala kapalı bir insanlığı aydınlığa davet etmek diye de okuyabiliriz bu romanı.
kısaca tanımlamak gerekirse jose saramagoya 1998 yılında nobel edebiyat ödülünü kazandıran roman.
kitaba gelirsek, son zamanlarda okuduğum en vurucu romanlardan biri. saramago bence bu eseri kaleme alırken biraz kafkanın dönüşümünden birazda albert camusnun vebasından etkilenmiş. fakat iki kitabından ötesinde çok güzel bir kurgu ortaya koymuş.
yazar kitapta körlük üzerinden, insanların yeri geldiğinde nasıl ilkelleşebildiğini nasıl zulümler yapabildiğini bize gösteriyor.
ve tabiki kitaptaki kadınlar, bu noktaya ayrıca değinmek istiyorum. kitapta bir felaket anında kadınların yine yaşamın her anında olduğu gibi erkeğe oranla daha fazla bedeller ödediği ve daha fazla acılar çektiği çok iyi resmedilmiş. ve yine saramago bize doktorun karısı üzerinden kadınların felaket anlarında nasıl toparlayıcı ve bütünleyici oluşunu, düzlüğe çıkmada erkeklere nasıl yön verdiğini anlatmış.
saramagonun tarzı * ilk başta okuyucuyu yorsa da -ki zamanla alışılıyor- kesinlikle okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.
portekizli yazar jose saramago' ya 1998 yılında Nobel edebiyat ödülü kazandıran kitap.
bugün başladım. daha kitabın ilk sayfasından itibaren okuyucuyu içine çeken bir konuya sahip. Allah Allah acaba ne oldu diyerek sayfaları çevirtiyor.
yazarın okuduğum ilk kitabı. Konuşma çizgileri kullanılmamış kitapta ancak hangi lafı kimin söylediği net anlasiliyor. dikkat ederseniz, virgülden sonra buyuk harfle basliyorsa yan cümle, baska bir konusmaci konusuyor demektir. Bu yüzden sağlam kafayla okunulmasi gerek. ikincisi kitapta karekterlerin isminin olmaması kendilerinden kör doktor, koyu renk gözlüklü genç kız de şeklinde bahsedilmesi hoşuma gitti. Bence akılda daha kolay tutuluyor.
bitirince gelen ekleme: kitabi birakmak istedigim cok zaman oldu. Ne hikmetse ne zaman birakmak istediysem, kitap beni daha cok icine cekti. agir agir okumak gerek agir, sarsici bir konusu oldugu icin. olay örgüsünün yaninda, (bkz: üst kurmaca metin) leriyle anlatim daha da akici kilinmis. okuyun, üzerine kafa yorun.
nobel ödüllü portekizli yazar jose saramago nun kurgusu muhteşem kitabı. bir sabah uyanıp, yola çıkan bir adam trafikte; arabasının içinde aniden kör olur. yalnız değildir.