evet, 1 yıl 3 ay 22 gün oldu bu sözlükte yazmaya başlayalı. toplumun aynası niteliği taşıyan bu mecrada nice dostlar tanıdım. her şeye rağmen yazmak, güzel insanlar tanımak memnuniyet vericiydi. teşekkür ederim!
olur ya, sürçülisan ettikse affola! haydi rast gele...
Her milletten filozofluğun niteliğini taşıyan insanlar vardır, batı düşünce tarihine iyi bakın. filozofların birçoğu akademik bir çalışma yapma olanağı bulduğu için tanınmakta. batı dünyası dışında, filozoflar pek yazılı eser vermiş değiller, hatta onlar yakınları dışında da tanınmış değildir. kimisi bir köyde çiftçi, kimisi bir madende çalışıyor olabilir. stereotiplerinizin(kalıp yargıların) dışına çıkın ve kendi milletinizi hakir görmeyin.
ispanya’daki iç savaşı anlatan bu kitap, savaşın gerçeklerini gözler önüne seriyor.
içinde tarihi bilgilerin yanı sıra psikolojik durum ve tespitleri de barındıran bu kitap detaylı anlatımı ile dikkat çekici bir eser.
ikametgahımızın olduğu beldedir. şehir merkezine 20 km, mimar sinan'ın köyü ağırnas köyüne birkaç kilometre mesafededir. doğası ve yeşilliği ile göz doldurmakla birlikte bir de mesire alanı bulunmaktadır ki, şehri bir tepeden izleyebilirsiniz.
birçok yazar sordular; profilindeki zat kimdir? deyu. işte o zat-ı muhterem muzaffer ozak efendidir.
gönül adamlarından bir büyük adamdır muzaffer ozak efendi, (bkz: mehabet) sahibidir. tarikatlerle yakından uzaktan alakası olmayan nice insan onda başka bir ışık var demişler, keşke yaşadığı dönemde kendisiyle muhabbetimiz olsaydı diye hayıflanır olmuşlardır. tabii evvela bendeniz de yaşarken kendisini görmek isterdim.
yirmi yılı aşkın süleymaniye camiinde ramazan aylarında fahri imamlık yapmıştır kendileri. yaptığı sohbetlerin hatıra sayılır bir kısmı kayıt altına alınmış, bilgisayar ortamına da aktarılmıştır. meşkleri, sohbetleri bugün hala o andan bir parça getirir dinleyenlere... bir tarikat şeyhi olması kadar sahaflık yapması münasebetiyle de sahaflar şeyhi olarak da bilinir ki, kendisi dönemin profesörlerinin, koleksiyonerlerinin rağbet ettiği bir sahaftır.
şairdir aynı zamanda... aşkî mahlasıyla yazmıştır.
ey aşkî ölüme hâzır ol her ân
rehberin hak olsun düstûrun kur'ân
nasılsa senin de gelecek sıran
aklından çıkarma nâçârız bir gün..
misafir kelimesi köken itibariyle arapça üzerinden dilimize geçmiştir. misafir kelimesinin aslı müsafirdir. sefer eden, seyyah, yolcu anlamına gelmektedir.
seferi olmak deyiminin de arapçadaki çoğunluk kullanımı olarak da değerlendirilebilir.
bugün misafir kelimesi türkçe içerisinde seferi olmaktan ziyade konuk, ziyaretçi anlamıyla yerleştiğini söyleyebiliriz.
eserlerinde tüm dünyanın bir kurgu olduğunu, medyanın ve ana akımların hepsinin bu kurgudan uyanmamamızı kendilerine görev biçtiklerini, insanların köleleştirildiğini ve kurgulanmış bir yerdeyken bunun farkında olamadıklarını yazmıştır.
benim en çok ilgimi çeken eserlerinden biri olan amerika adlı eserinde çok iyi bir gözlemleme ile amerika-avrupa karşılaştırması yapar. 1993 yılında gittiği amerika'da tahlilleriyle amerikanın gerçek yüzünü ortaya koyar. mesela, amerikan demokrasisi'nden bahsederken, avrupa’nın nice kıyım ve yıkımın ardından vardığı demokrasiyi, amerika’nın şıp diye benimseyip içselleştirdiğini söyler. disneyland ve hollywood hakkında söyledikleri de dikkat çekicidir.
özellikle de amerika’daki kozmolit yapıya odaklanır… ayrıca los angeles ile new york arasında da karşılaştırmalarda bulunur. los angeles yataylıklar kenti, new york dikeylikler kentidir… daha sonra seminer için geldiği türkiye'de istanbul hakkında da şöyle der;
"istanbul, jeolojik olarak da pek çok uygarlığın, kültürün dibe çökmesiyle oluşmuş bir tortu kenti. amerikan kentlerinde yukarı, istanbul'da ise derine doğru bir dikeylik söz konusu. aynı şey roma için de söylenebilir. ama rio ya da new york gibi kentler için geçerli değil. istanbul, new york'un aynadaki yansıması gibi. belki psikolojik, bilinçaltı değil ama, bir tür derin zamansallık anlamında, düşler biçiminde de olsa kendini hissettiren tüm o fosil kültürlerden yayılan bir sızıntı söz konusu."
bugün the new york times'da kaleme aldığı yazısında türkiye'nin yaşadığı krizi ele alan dünyaca ünlü ekonomist.
türkiye'nin şu anki durumunu 1997-1998 asya krizindeki asya ülkelerinin yaşadığı (malezya-endonezya-güney kore tayland) ekonomik ahvale benzetiyor, bana göre en azından venezuela örneğini veren bazı kimselere göre ayakları yere basan bir analiz yapmış krugman. türk ekonomisine çözüm olarak geçici heterodoks ekonomik politikaları takip edecek uzun dönemli bir ortodoks ekonomi politikası öneriyor. yazıya göre sermaye kontrolleri kısa sürede alınabilecek önlemlerden biri. asya krizinden etkilenen ülkeler arasında olan malezya ve güney kore bunu uyguladı, 2008 krizinde neredeyse bitik bir ülke olan izlanda da uyguladı. 2002 yılında arjantin bunu daha önce uygulasa da heterodoks politikalarda saçmaladığı için çok başarısız oldu ve ülke yine kriz sarmalına girdi.
20 yıl önceki asya krizinden ülkeler nasıl çıkmış? ivedilikle incelenip, çözüm üretilmeli...
sahi dost kimdi? dost o kimsedir ki, çıkar ve riya içinde olmadan seninle muhabbeti olan demektir.
dostun bir nişanesi vardır, vefakar olmak... fuzuli'nin diliyle bî vefa(vefasız) olanlar dost olamazlar. dost vefa sahibidir, dostunu unutmaz, kalbini incitmez. hem derd olur, derde hâr olmaz.
şair naili efendinin dediği gibi;
vifâkı oldu mübeddel nifaka yaranın
zamanede kime dersin bu dost bu düşmen
(dostların dostluğu ikiyüzlülükle karıştı; bu zamanede kime dost, kime düşman dersin)
tıpkı bir zincir gibi en zayıf halkanız kadar zayıf olduğunuz söylendi sizlere. bu sadece yarısıdır gerçeğin. sizler aynı zamanda en güçlü halkanız kadar güçlüsünüz. ölçmek sizi yaptığınız en küçük işle, okyanusun gücünü köpüklerinin zayıflığıyla değerlendirmek demektir.
sizleri başarısızlıklarınıza göre yargılamak, değişkenliklerinin suçunu mevsimlere yüklemek demektir.
Eskiler ağustosun ilk haftası için "eyyâm-ı bahur" derlerdi. Yani yakıp kavuran günler...
eyyam kelimesi, arapça günler anlamına gelir. yevmiye kelimesinin çoğulu olarak niteleyebiliriz. bahur kelimesi ise, çok sıcak anlamı taşımakta. bizim dilimize arapça üzerinden geçen bu meteorolojik olay, medeniyet sahibi kültürlerde de isimlendirilmiştir. Antik Roma kültüründe ise Eyyam-ı Bahur günleri kuzey yarım kürede 24 Temmuz-24 Ağustos olarak nitelendirilir.
Eski bir inanışa göre, bu sıcak günlerin Büyük Köpek Takımyıldızı'nda bulunan Sirius çift yıldızıyla bir bağlantısı vardı. Antik Yunan ve Antik Roma kültürlerinde de yaygın olan bu inanış nedeniyle bu günler Latince olarak diēs caniculārēs, yunanca olarak kynádes hēmérai anılmaktaydı. özellikle Romalılar, Sirius'un görüldüğü tarihlerde kahverengi köpekler kurban ederek Sirius'u hoşnut etmeye çalışırlardı. Çağdaş Avrupa dillerinde bu terimden türeyen adlar halen kullanılmaktadır. ingilizce'de Dogdays, Almanca'da Hundstage olarak bilinen eyyâm-ı bahur günümüzde kullanılmamakla birlikte yerini çöl sıcakları, afrika sıcakları gibi ifadelere bırakmıştır.
edit: sirius ile bu sıcakların nasıl bir bağlantısı var?
Sirius çift yıldızı bu dönemde en parlak olduğu malumdur ki, Sirius'un ışığının Güneş ile olan kombinasyonundaki etkisinin, insanların yanı sıra bitkiler ve hayvanlar üzerinde müsbet veya menfi etkileri olduğu düşünülmüştü.
ancak, Sirius gece gökyüzünde en parlak yıldız olmasına rağmen, güneşin dünyamıza etkisi üzerine bilimsel olarak kanıtlanmış bir bağlantı yoktur.
Günümüz insanı ilkel ve antik çağ insanından daha fazla kötülük yapma kapasitesine sahip değildir. Sadece, kötülüğe eğilimini harekete geçirmek için eskisiyle kıyaslanamayacak kadar güçlü araçlara sahiptir. Bilinci ne kadar gelişmiş ve farklılaşmışsa ahlaki yapısı o denli geri kalmıştır. işte bugün önümüzdeki sorun budur. Akıl tek başına yeterli değildir.
baudelaire’in bir çok şiiri vardır kuşkusuz insanı etkileyen. ancak insan ve deniz adlı şiirinin o ilk dört dizesi beni alır götürür. hiç deniz görmemiş birisine okusanız, o bile tasvirden mutlak suretle etkilenir.
l'homme et la mer, orijinal metninden anlayarak okumak gibi olmasa da, Orhan Velinin güzel çevirisiyle teselli buluyorum.
sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
deniz aynandır senin, kendini seyredersin
bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.
var olmak, tanımını subjektif bir yorumla açıklamışsın ki, varlığı mekan veya zaman içerisinde yorumlayarak tanrıyı da burada zamana ve mekana uyması gereken olduğunu söylemeye getirmişsin.
kendi ifadenle, mükemmel(!) olan tanrının zamana ve mekana ihtiyacı yoktur, eğer aitlik ihtiyacı olsa o zaman mükemmel olmaz.
bir mekan içerisinde olanlar mahluklardır. o ise mekan içerisinde olmaya, her hangi bir aitliğe ihtiyaç duymaz. o, madde değildir ki bu sebeplerle düşündüğün her neyse allah namında o, bunların ötesindedir.
allah'ın varlığı tahayyül edilebilseydi, o allah olamazdı. bir put olurdu. neden? çünkü insan aklının kuşattığı bir şey, varlık mertebelerinde daha aşağı olmak zorunda. insan aklının kuşatamadığı şeyi anlaması ise mümkün değil. allah ise herşeyi kuşatandır.
edit: insanın aklettiği, hayal ettiği, tasavvur ettiği şey insana tâbidir, onun hizmetkarıdır. bu sebeple insanın zihnen dahi olsa somutlaştırabildiği bir varlığa tapması putperestliktir. kendi kuvveleri ile yaptığına tapmış olur. sen aklınla açıklamaya kalkarsan yanılgıya şirke düşersin.