senin sana rağmen bir yüzün var...
herkesin ilk aşkına benzeyen...
beklemek kadar acı, anlamak kadar zor...
nedensiz ölümlerin suskunluğu gibi...
yok karşılığı yüzünün...
senin sana rağmen bir yüzün var...
herkesin ilk aşkına benzeyen...
yakınlaştıkça imkansız uçurumlar...
nedensiz hayatların o büyük acısı gibi...
yok karşılığı yüzünün...
yolculuklarda tuhaf oluyorum.
bu şehirden her gidişimde,
sanki şehri ben uğurluyorum.
sen benden gideli çok oldu ama,
ben her gidişimde hala sana el sallıyorum.
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.
yokluğunda ne ateşleri hasretinle yaktım da
bir seni yakamadım, beni yaktıgın gibi
çölde su, mahpusta gün, oruçta ekmek gibi bekledim seni
sense araya korkular koydun
yasaklar koydun...
bitmez tükenmez engeller koydun...
şimdi neredesin diye sakın sorma
sen çağirdin da ben gelmedim mi?
sen varken darılmazdım çiçeksiz baharlara,
yağmurlu havalara... bu kasvetli akşamlara
sen varken
bakıp içlenmezdim tren istasyonlarına
havalimanlarına...
otobüs duraklarına...
sen varken ayrılanlara ağlamazdım...
yıkılmazdım biten sevdaların ardından
gidenlere küsmezdim
kalanlara acımazdım.
sen varken böyle üşümezdim-titremezdim
masumdum, çocuklar gibi
böyle delirmezdim-küfretmezdim...
hele ölmeyi hiç düşünmezdim.
şimdi soruyorum sana
adı sevdaysa bu cehennemin
sen yaktin da ben yanmadim mi?
biliyorsun
bütün acılarına "yeşil ışık" yaktım olmadı
bütün korkularına "arka çıktım" olmadı
dağlara merdiven dayadım olmadı.
haziranda kar oldum yağdım avuçlarına olmadı
sevdim olmadı-yandım olmadı-taptım olmadı
artik benden pes
bu aşkin biletini istediğin gibi kes
nasılsa gidiyorsun
biliyorum git
ama ardında
ağlayan bir çift göz
paramparça bir yürek
ve yıkılmıs bir dağ görmek istemiyorsan
çek silahını-daya sırtıma
titrersem namerdim...
sen vurdun da ben ölmedim mi?
''genç olmanın moda olduğu
bir devirde yaşlıyım; gülmenin moda olduğu
bir devirde ağlıyorum.
Seni sevmenin daha az bir cesaret istediği
Bir devirde senden nefret ediyorum..'' (bkz: charles bukowski)
o mavi gözlü bir devdi,
minnacık bir kadın sevdi,
kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev,
bir dev gibi seviyordu dev,
ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
o mavi gözlü bir devdi.
minnacık bir kadın sevdi.
mini minnacıktı kadın.
rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
ve elveda ! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..
bugün pazar
bugün beni ilk defa güne$e çıkardılar
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi,
bu kadar geni$ olduğuna $a$ırak kımıldamadan durdum.
sonra saygıyla toprağa oturdum.
dayadım sırtımı duvara.
bu anda ne dü$mek dalgalara,
bu anda ne kavga ne hürriyet ne karım,
toprak,güne$ ve ben...
bahtiyarım ..
su başında durmuşuz
çınarla ben.
suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim.
suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.
su başında durmuşuz
çınarla ben, bir de kedi.
suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim bir de kedinin.
suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, bir de kediye.
su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
suda suretimiz çıkıyor
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.
su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.
su başında durmuşuz.
önce kedi gidecek
kaybolacak suda sureti.
sonra ben gideceğim
kaybolacak suda suretim.
sonra çınar gidecek
kaybolacak suda sureti.
sonra su gidecek
güneş kalacak,
sonra o da gidecek.
su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
su serin,
çınar ulu,
ben şiir yazıyorum,
kedi uyukluyor,
güneş sıcak,
çok şükür yaşıyoruz.
suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.
anladım,
sabahları açılır.
esnaf çarşıları yeminle
bedreddin'im bir ağaca asılır;.
anladım,
en büyük yalan yemindir.
edilir sabahları,
gecesini hatırlamayan esnafların
tüm merasimleri gömdüm.
ömrümün reklam amaçlı takvimlerine.
anladım,
kimse üzgün değildi.
bayraklar yarıya indiğinde.
bir tek el isteyen,
yordam ve özür dileyen,
anladım.
herkese kötü şeyler hatırlatan yüzüm,
evet yüzümdü.
her görüşmeye taşıdığım,
kandırılmaya gönüllü bir gönülle,
az sütlü neskafelere sigaralar iliştirdim.
göz gördüm başka açılara ayarlı.
uzun bir yüz gördüm.
meğer filmin sonu diye ayarsız
fin yazardı end zamanında
bir zamanlar,
fransızlar hep fransız kalacaklar,
sabah sinemasında pazarları...
aklımı alıp doğduğum evin,
müze olma isteğine saklayacaklar.
ama kavaklar büyüyecek.
herkesten gizli boyatmak,
bir kavağın becereceği iştir ancak.
anladım ki ağaçlar,
toprağa acı verdikçe büyüyorlar.
her pazartesi and içip,
cumaları marşa basan,
camiler dolusu yemin edip,
taburlarca yalan söyleyen,
bu toprakta bu ağaç
kuruyacaktır elbet.
anladım.
kimseye acı vermeden,
büyünmüyor.
namusum ve şerefim ve
çocukluğumun üzerine beton dökerim ki
tüfek filan değil,
çimento icat edildi de
bozuldu mertliğin mimarisi,
esrarlı bir ülkeye göçtü sabrın taş ustaları.
anladım.
altı dükkan olsun istiyor evinin.
ve ağlamaklı bulmuyor apartımanları
benim taş ustamın karısı.
ve her yerde
şube açmak istiyor.
iskender kebabını icat eden,
büyük iskenderin çocukları
ki gölge filan etmez.
yoğurtlu bir ziyafet çekerdi.
diyojenle karşılaşsaydı.
anladım.
bursalı iskenderin,
romalı arkadaşından daha çoktur
uygarlığa katkısı.
oysa;
bu satırlarla üstünü örten ben,
kelimelerle sargı bezi ve
merhem yapan,
ozanlığı en çok kendini üzen ben,
anladım.
sadece öğlenleri açarım yaramı.
ve hiçbir yerde şubesi olmaz,
bu kanamalı hastanın.
'seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin
nazlanırsın ama bir gün gelirsin'
düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı asker miyim neyim ben
ekleyip duruyorum sabahları akşama
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu,hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.
kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya,konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim,sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah,unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.
sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.
kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe,benim için dua et;
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
dr şükrü öncüoğlu'ndan
üç ayda bir reçete.
acıyan bir şeyim ben burdan çok uzaklarda
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl birşey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.
sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.
yakartop oynayan melekler gördüm güneşle
ve büyük çiftçiler gördüm dağları biçen
yolundaydı herşey,ben bile yolundaydım
ama
kıyıya vardığımda
kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda.
şiirler söyledim belki duyarsın diye
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin
sana seslendim durdum bu küçücük odadan
acımı duy,sensin pusulam benim
ki dünya
silinmiş bir harita
gibi yabancı bana.
sorma,
usulca uzandığında
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.
hiç olmazsa unutmamak isterdim
eski geceler sevdiklerimle dolu odalar
yalnız bırakmayın beni hatıralar
az yanımda kal çocukluğum
temiz yürekli uysal çocukluğum
ah ümit dolu gençliğim
ilk şiirim ilk arkadaşım ilk sevgim
doğduğum ev
hatırlayacak içim duysam bir tek kapının sesini
arıyorum aklımda bir ninni bestesini
böyle uzaklaşmayın benden yaşadığım günler
güneş geri getir bir bayram sabahını
açılın, açılın tekrar çocuk dizlerimdeki yaralar
hepiniz benimsiniz
yalnız hatırlamak istiyorum
nerde kaldı sevgilim seni o ilk öptüğüm gün?
rengine doyamadığım sema, ahengine kanmadığım ırmak
bırakıp herşeyi nereye gidiyorum?
ne geçmişti aklımdan?
nedendi ağladığım, niyeydi güldüğüm
ah nasıldı yaşama!
ziya osman saba
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum.
Yıkadılar, aldılar götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü.
Gözümün biri söndü kör oldum.
Tepede bir gökyüzü vardı, yuvarlak
söylelemesine maviydi, kör oldum.
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı, ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm.
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden hiç ummazdım bunu kör oldum.
Siz hiç sabunluyken ağladınızmı!