Derin mevzu bu.
Genelde insanlar ilişki bittiğinde şunu derler,
"Yaa çok çabaladım...çaba sarf ettim vs."
Yanılgıdır bu.
çaba gerektiren ilişkiye ilişki denmez. Böyle ilişki olmaz.
mutluluk veren ilişki çaba gerektirmez. ilişki kendiliğinden akmalı.
Akış mutluluk verir.
Berekettir...
tanımı oldukça zor kavramlardan biri. daha önce aşk başlığında yazdığım uzun bir entry ile aşka dair düşüncelerimi, belirgin olmasa da ilişki deneyimlerine dokundurarak aktarmaya çalıştım.
özellikle uzun süredir yalnızsanız, geniş arkadaş çevreniz yoksa ve gönül ilişkisi kurma anlamında coşkulu hayalleriniz/istekleriniz kalmadıysa diğer insanları daha çok gözlemler hale geliyorsunuz. bursayı, yaşadığım şehri, sanki kıyısından köşesine kadar her yerini biliyormuş gibi bi' tavırla değil de, bir yabancının gözünden tecrübe etmeye çalışıyorum son günlerde. doğal olarak insanları da okumak gerekiyor. genç, yaşlı, uzun, kısa, liseli,evli,nişanlı gibi her türden insana bakmak ihtiyacı duyuyorum. müzenin canlı kanlı parçaları gibi onlara dokunmadan onları insan havuzuma koyuyorum. ilişkilerinde gördüğüm şeyler adeta yalnızlığımı perçinleyen noktalar haline geliyor. ne istediğimi bilmiyorum, belirlediğim bir ilişki türü yok kafamda. ancak insanların dışarıya yansıttığı ilişkilerinde onları inceledikçe, ilişkinin bana katacağını düşündüğüm hiçbir şey kalmadığı hissi sarıyor her yanımı. en büyük sorun, ilişkinin başlama sebebi. insanlar kendilerini ilişki içinde "bulmak" yerine, ilişkiyi somut olarak yaratıyor, var olduğuna dair herkesin üzerinde hemfikir olacağını düşündükleri göstergeleri yapay bir şekilde üretiyorlar. facebook ve instagram gibi sosyal medya araçlarında, diğer insanlarca onaylanan, fotoğraflanarak dondurulan "sevgililik" tecrübeleriyle insanlar, ilişki denilen şeyi yaşadıklarını kendilerine anlatmış oluyorlar. diğer bir sorun ise, kişilerin birbirlerine eşlik etme sorunu. eşlik etmiyorlar, birbirlerini belirli/sabit bi noktaya mıhlayarak, büyüme, gelişme, oluş, farklı tecrübelere şans tanıma durumlarını ortadan kaldırıyorlar. doğal olarak, gelişmeye ve değişmeye açık olmayan, birbirlerini "tanımış" iki bireyin sınırlandırıldığı bir ilişki ortaya çıkıyor. sevgi, kıskançlık, tutku gibi duygularla ilgilenmiyorum burada. burada vurgulamak istediğim şey, adı her ne olursa olsun, birlikteliklerin kişileri "olmuş" gibi ele alan boyutunun, "oluşa" zarar verdiği gerçeğidir. bu yüzdendir ki evlilik gibi her anı planlı gibi görünen ve sorumluluklarla bezenmiş ilişki türünün aşk/sevgi ile bağlantısı oldukça hızlı kopar. kimlik sorunu ve buna bağlı olarak oluşma çok muhtemel olan kişinin kendine yabancılaşması ilişkilerin derinlerinde olan sorunların asıl kaynağı haline gelir. ilişki rolleri ve görevleri yerine getirme süreci olur. ne demek istediğimi anlatmak için gerçekten can atıyorum. böyle hisseden birileri varsa bana görüş bildirebilirler. şimdi bi de şunu dinleyin:
yolda yürüyorsunuz, bi yere yetişme derdi olmadan, insanlar geçiyor yanınızdan, bazıları ile göz göze geliyorsunuz, geçip gidiyorlar tek tek. hava güzel, gökyüzü mavi, ağaçlarsa sonbaharın nimetlerinden yararlanıp, renk cümbüşüyle selamlıyorlar sizi. sonra bi' kahve içmek geliyor içinizden, sevdiğiniz bi mekana oturuyorsunuz. tam otururken karşı masadaki biriyle göz göze geliyorsunuz. ama bu başka bir şey. içinize işliyor. gözleri güzel değil, çok güzel/yakışıklı değil. ama ruhunuzun kitabından satırlar fısıldayan biri. tanıdık ama değil de. sonra bi şekilde masanızda konuşurken buluyorsunuz kendinizi bu kişiyle. size gökyüzünün nasıl da güzel olduğundan, ağaçlara vuran gün ışığının kafasında yarattığı imgelerden bahsediyor ve iç dünyanıza davet ediyor sözleriyle. "size en sevdiğin kahve nedir", "tanıdık geldiniz" gibi şeyler söylemiyor. o anda gerçekten konuşmak istediği için yanınızda. gözlerinizin onu davet ettiği sadece size ait olduğunu düşündüğünüz dünyanıza girmek istiyor ve bu dünyanın kuralları yok. herkesin kullandığı kelimeleri kullanış biçimiyle,kimsenin çevirmemiş olduğu bir kitaptan pasajlar fısıldıyor gibi. ağzından büyülü sözcükler şelalesi akıyor adeta. her şeyin sadece kelimelerle mümkün olduğunu hatırlatıyor. hiç hissetmediğin, kavramsal olarak karşılığı olmayan hislerin tanımları onda sanki. en basit şey bile var olmak için güzel bir sebep haline geliyor onun yüzünden. onun gözünden dünyaya bakma şansını elde ediyorsunuz. sizi, kendinizden kurtarıyor, kendinizi sevdiriyor, size ayna tutuyor ve siz bu aynada gülümsüyorsunuz. kendinize dair yeni şeyler keşfetmenizi sağlıyor, size sorular soruyor. var olduğunu hissettiğin o nadir an. ve sadece onda olan kimyasal bir şey yüzünden böyle. "ben bu hissi ya bi' daha yaşayamazsam, aman tanrım çok güzel" diyorsunuz. zaman yavaş akıyor o yokken, tuvalete gitti ya. arkasından bakıyorsunuz, o varken zamanın hızlı aktığı ve etrafınızdaki hiçbir kimseyi ve hiçbir nesneyi algılayamadığınız o mekanı o gelene kadar son bi kez inceliyorsunuz. gerçeklik algınız bükülüyor. o büküyor adeta. sanki herkes ve her şey, sizi ondan alıkoyan engel. sanki herkes ve her şey onu anlamanızı sağlayacak bi' araç. herkes ve her şey onun etrafında, onu daha da anlamlı kılan bir dekor. söz biter ya hani, doldurmak için telefonuna bakarsın, çünkü karşındaki kişiyle gerçekten "yalnız" kalırsın. onunlayken sustuğun an, gözlerine saniyelerce durmadan bakar, anlatmak istediğin ve anlatılması gereken, ama anlatılamayacak her şeyin ışık hızıyla aktığını hissedersin. bütün olasılıklar, rüyalar, imgeler, aşka dair bildiğin, bilmediğin, evrenin en en en derinlerinde sönen yıldızların, denizin en en dibinde, ışığın olmadığı noktada var olan, olmayan her şeyin gözlerinden aktığını görürsün. tanım-la-ya-maz-sın!
" bu şarkıda iki kız üstü açık arabada gün batımına doğru sürüyorlar. saçları da uçuşuyor."
" üzerlerinde de şey olsun, biri elbise giymiş olsun."
sizin en saçma imgelerinize eşlik eder, en anlamsız oyunlarınıza karakter yazar. birlikte hayatı baştan yazarsınız. size kimse karışamaz. ona dokunmadığınız halde, konuşurken deniz kenarında omzunuzda geleceğe kahkaha fırlatır durumdasınızdır. şimdiki zaman, geçmiş ve geleceğin kalıntılarından istediğini kendine alır ve sana en tatlı haliyle sunar kendini. her şey mümkün. en akıllı da sizsiniz. en güzel de. gözlerinize aynı anda bakamadığı için üzülür bile içten içe.
" hadi bi oyun oynayalım, birbirimize bakarken, dayanamayıp önce gülümseyen kişi oyunu kaybedecek."
" neden sana aşık olacağım şeyler yapıyorsun?" ( uzun süre gülmeden bakar, karşındaki ise oyunu kaybetmiştir, dayanamayıp gülümsemiştir.)
" yaaa tamam bakma, ya tamam...huu..."
kurulan cümlelerin anlamlarını düşünürsünüz. hiçbir şey "sırf" söylenmemiştir. her kelime sizde bi' yere dokunur, ondan başka kapılar açılır. her kapıdan farklı bi dünyaya çıkarsınız, o elinizden tutuyordur. bazense film karakterleri olursunuz. ama daha gerçeksinizdir. sonsuza doğru koşuyorsunuz. sonsuza.
hep sizi izliyordur, size tamamlanmış gözüyle bakmaz. her şarkıda, her karşılaşılan insanda, her renkte size yeni bir siz olma fırsatı verir. metro metro, avm'ler avm değildir artık. her şeyin anlamı değişmiştir. ciddi ciddi bir tane daha mekansal boyut olduğuna inanmaya başlarsınız. yerçekimsel dalgaların size dokunamadığı.
cebine küçük notlar bırakırsınız. o iğrenç kağıt parçasında yazan şarkı, yakuttur. koşar. aceleyle bilgisayar başında o şarkıları dinler. sizin farklı biri olduğunuza inanma şevkiyle yapar bunu. sizin her bir parçanıza, sizi anlamak için, size daha çok yaklaşmak için öyle kıymet verir ki. "iyi ki benmişim" dersiniz.
kimseniz aranızdakileri anlamadığı, bilmediği yoğun bir ofis ortamında sizi görür. o gün hiç konuşmadınız, karşılaşmadınız, haberleşmediniz. sizin kimin yanından geldiğinizi bilmiyor, ne yaptığınızı da. başka biriyle görüştüğünüzden başka bir şey bilmiyor. ama yine de o soruyu, cevabını çok iyi bildiği, kendisinin de hissettiği o soruyu soruyor. selam yok, nasılsın yok.
"özledin mi beni?" ( su alırken soruyor, cevabını bekleyerek değil. cevabını size hatırlatmak istiyor. sen beni özledin)
" evet, sen?"
"ben de."
siz ağlarsınız. ağlama nedeninizi anlatırsınız. çok sizden bir şey. çok özel bir şey. sizi siz yapan şeyi açıklar bu aslında. o, konuyu dağıtır, sizi sizden kurtarır. sizin ağlamanızla alakalı olmayan insanlara verdiğiniz " gerizekalı herif" tepkinizi destekler, " evet gerizekalısınız, çünkü onu ağlattınız." der sinemaya girerken.
küçük bir çocuksunuz onun yanında.
"ben de geleyim, n'olur."
" tamam gel, başımın belası, tam bi çocuksun ya."
dünya da oyun alanınız. o sizin inşa etmeye çalıştığınız kumdan kaleler için kum taşır. ama çaktırmadan da yıkan o dur.
insanlar birbirini seviyor , seni seviyorum diyor , sonra bırakıyor , diyoruz ki nasıl bırakırsın beni hani çok seviyordun . şarki diblemeye benziyor aslında yeni bir şarkı buluyorsun , çok iyi sarıyo herseyini ögrenip ezberledikten sonra o şarkiyı bıkıyosun gına geliyor . ama başka bi yerde duyuyorsun mesela çok sonra. yine seviyorsun şarkıyı , söylüyorsun . ezbere biliyorsun çünkü.
Sadece aşk olarak algılanması yanlış olan kelime. Başka bir bireyle iletişim kurduğunuz her an bir ilişki içindesinizdir zaten. Bunun cinsiyetle veya yaşla ilgisi yoktur. anne ile çocuk arasında olan karşılıklı veri alışverişi de ilişkidir, iki sevgilinin arasındaki de...
Her türlü toplumsal öğretilmişlikten uzak olanı makbuldur. Derin ve sessiz olanı makbuldur. Masum olanı makbuldur. Bu tarz bir ilişki içinde sevgi ve nefret muhteşem bir denge içindedir.
Memlekette boku çıkan durum.Bak yemin ederim toplumun eksik yanı.
Oturuyoruz bir yere, açıp karikatür okuyoruz, ne bileyim kahve içerken puzzle yapıp, bira içerken maket yapıyoruz. En olmadı bulmaca falan çözüyoruz.
Insanlar görüp gülümsüyor, ne bileyim kolay gelsin diyor. Şaşırıyorlar falan. E çok mu anormal bir şey yapıyoruz? Yok. Neye şaşırıyorlar bu kadar? Sevgili dediğin şey tüm gün el ele göz göze oturmak olabilir mi arkadaşım? Sadece aşk sözcükleriyle kaç ay geçer mesela? Hani gündemden, toplumden, kültürden, ortak bir şeylerden hararetli konuştuğun bir şeyler olmalı lan!
Sonuç: "ilişki" diye nitelendirdiğimiz şeyi çok yanlış anlamış bir toplumuz abiler ablalar.
"He çok konuşuyorsun feyk, seninki çok mu iyi?" Diyecek olanlara iyi ya da kötü gibi bir ayrım yapmaksızın " günümüz ilişkilerinden farklı" diyebilirim. Bu bazen denk gelmekle alakalı, bazen ortak ritmi tutturabilmekle, bazen karakterlerin uyumuyla falan alakalı olabilir bilmiyorum.
He aylarını el ele "aşkım seni çok seviyorum " la geçiren insanlar belki daha mutludur. Olamaz mı? Olabilir. Bu işin bir "olması gereken"i yoktur muhtemelen.
Fakat, dışarıdan samimiyetsiz duruyorsunuz abiler. Paylaşımsız, boş, verimsiz duruyorsunuz.
ilişki sevgi, saygı, samimiyet ve sadakat barındırmalı.
bir yerden sonra düzene oturmalı.
insan yine neden kestirip attı, niye gitti, neden ayrıldı gibi sorularla uğraşmamalı.
ne kadar kavga olursa olsun empati ile orta yolda buluşabilmeli.
kendini rahatça ifade edebilmeli ve karşısındaki dert yerine huzur olabilmeli.
günlük hayatın belki yoruculuğundan, belki monotonluğundan ona kaçmalı.
ama orada sıkıntı varsa bu adam en sonunda her şeyden kaçmaya başlayacak.
dert verecek, sıkıntı verecekse bir ilişki..
demek yanlış bir şeyler var demektir.
şöyle istediğim gibi bir ilişkim olsun istiyorum.
böyle ilk 1 yıllık safhaları geride bırakıp, doğrudan şu kısma geçebileceğim.
ilişki saygı sınırlarını aşmayan sonsuz ve karşılıklı sevgi, samimiyet ister. Baya uzun süredir yürüttüğüm bi ilişkim var. Cinsel manada pek bişey kalmadı aşırı mantara bağladı fakat gelecek için istiyorum.
8-Uzun süreli ilişki
2 senelik iliskiden bildirdigimdir:)
yas 27. ben eve kappanmısım, depresyondayım. cocukluk askımı ozluyorum.
telefonum caldı, benim erkek kanka:
-gulmekicinyaratılmıs eve kapandın kaldın, bu hayat boyle gecmez, evden bile cıkmıyorsun aylardır. bir erkek arkadasım var, tam senin kalemin, gel seni tanıstırayım. hadi kabul et, naz etme.
velhasılı benim en samimi kız arkadadasım ve ben evde otururken bu ikisi bize oturmaya geldiler.
uzun boylu, guzel yuzlu, kumral, oldukca yakısıklı bi cocuk.
hep beraber sohbet muhabbet gırgır samata.
digerken beni birkac gun sonra beyoglu nda sinemaya davet etti. kabul ettim.
tatlı cocuk. begendim cok cok. bi de her seyden once temiz bi cocuk. yıllar icinde bana cok benzedigini kesfedecektim: zeki ama saf. iyi niyetli.
velhasılı beyoglu nda bulustuk. ben ona beyoglu cukulatası hediye ettim. cok tatlısın deyip kikirdedi. gange ın tas meclis filmine gittik. cıkısta ara cafede kahve ictik. ruya gibiydi. ona dair en sevdigim sey hep bıcır bıcır neseyle konusmamız.
ve adını koyduk.
ayrıl barıs 2 sene surecek cicek gibi iliski:)
bana evlenme de teklif etti, ben olabilir dedim:)
hep zekama ve kulturume cok saygı duydugunu ve beni cok guzel buldugunu soylerdi.
bir kız erkek arkadası onu baska nasıl gorsun isteyebilir ki zaten?
ikizler burcu erkegiyle aramızda dayanılmaz bir cekim var. yapacak bi sey yok:)
saatlerce telefonda konusurduk. sık sık bulusur uzun uzun kikirderdik.
hep "mutlu" hatırluyorum kendimi yanında..
iyilik, saflık, nese, iyimserlik, yakısıklılık, zeka, kultur.
kendine ait degisik degisik hobileri olan cok baska bir adamdı.