her türlü dinde, yaratıcı ile kul arasında olan, sadece ikisini ilgilendiren, hiçbir zaman gösteriş konusu olmaması gereken, yaratıcının yap dediklerini yapmak, yapma dediklerinden sakınmak, yaratıcıya karşı bir kul olarak görevini yerine getirmek.
allah'ın dili olmadığına göre, ibadetin de dili yoktur. sizin düşünceleriniz, hangi duygularla, hangi düşüncelerle ibadet ettiğiniz önemlidir. fakat, bu konu, sıklıkla ibadet zamanının bildirim biçimleriyle, yurdumuzda, türkçe ezanla karıştırılmaktadır. ibadetin diline karışılamayacağı gibi, ibadet zamanının bildirim biçimi, ülkenin ana dilinde, herkesin anlayabileceği biçimde "türkçe" olmalıdır.
Ne yoga yapacağım, huzur bulacağım diye oradan oraya koşuşturmaya; ne de stresten kurtulma yolları, beş dakikada evet dedirtin gibi kişisel gelişim kitaplarına saatler vermeye gerek vardır. O insan kalbini refaha, huzura erdirendir. Kısacası ibadettir. ***
çoğu kez sorulan "allah'ın benim ibadetime ne ihtiyacı var" sorusuna risale i nur'daki izahı insanı tam tatmin ediyor.
BiRiNCi SUAL: Çok tembellerden ve târikü's-salâtlardan* işitiyoruz. diyorlar ki: "Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur'ân'da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor? itidalli* ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur'âniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz'î hataya karşı nihayet şiddeti gösteriyor?"
Elcevap: Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. ibadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi* ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: "Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?" Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.
Amma Kur'ân'ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidâtı ve dehşetli cezaları ise: Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultân-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder. Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie* müteveccih* yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder*. ibadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve herbiri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye* olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden* ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden*, mevcudatı tahkir eder*, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder.
Evet, herkes kâinatı kendi aynasıyla görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas*, bir mizan* suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine* göre gösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neşeli, müjdeli ve kemâl-i neşesinden gülen bir adam, kâinatı neşeli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder* ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.
ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki, namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfi ibadetlerdir ki, hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede aczini, zaafını hisseder, Hâlık-ı Rahîmine iltica eder, yalvarır. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete mazhar olur.
Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah'tan şekvâ etmemek şartıyla, mü'min için ibadet sayıldığına rivâyât-ı sahiha* vardır. Hattâ bazı sâbir* ve şâkir* hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir.
huzurdur en önemlisi. çokça zaman aradığın ama bulamadığın bir huzur. sancısını çektiğin sevgiliye kavuşmaktır ibadet. ya da seni sevgiliye götürecek yegane yol. dudağına tebessümü düşer aşkın, kalbine coşkusu... ibadet dünyayı anlamaktır, yolu yarılamaktır. vuslattır.
ağaca tapan adamın yaptığı ile allaha tapan müslümanın yaptığı arasında hiç fark yoktur, ikisi de birkaç ondakikalık bir faaliyetten sonra; aynı boşluğu ve açlığı hissederler, bu huzur değildir, başka bir şeydir. hadi huzurdur diyelim ağaca tapanla allaha tapanın aynı şeyi hissedebildikleri bir süreç için hangisinin daha doğru olduğu söylenebilir ki.
bazı embesiller tapınmayı ayıp, ibadeti kutsal sayarlar. tapınak yerine ibadethane, tapınmak yerine ibadet etmek falan derler. bunlara biz kısaca "araplaşmış asimile yaratıklar" diyoruz.
tüm hayatın gerçeği allah'ı bulma ve ibadet etmektir. ötesi yan unsurlardır, oyundur eğlencedir. inancıyla yaşayanın uyuması ibadettir, çalışması ibadettir. birde özel olarak dünya telaşı içerisinde unuttuğumuzda tekrar o'nu hatırlamak için yaptığımız türleri vardır en bilinen manasıyla. yaşam da ölüm de allah için! inancı olmayanın yaşaması ölmesi kendisi içindir özünde. ibadeti kavrayanın varlığı ibadettir.
insanların bir şeyin önünde eğilme, tapınma, dua etme ihtiyaçlarını karşılamak için yapıp ettikleridir. yapmazlarsa cehennemde cayır cayır yanacaklarına inanırlar.
yaşamayı oyun eğlence ve bir anlamsızlıktan öte görmeyenlerin yüz çevirdiğidir.
--spoiler--
49. iNSAN, [hayatın] güzel [şeyler]ini isteyip aramaktan asla bıkmaz: kötü bir olayla karşılaşınca da endişeye kapılarak bütün ümitlerini kaybeder. (42)
50. Ama başına bir bela geldikten sonra kendisine rahmetimizden tattırırsak, emin bir şekilde "Bu zaten benim hakkımdır!" der; ve devam eder, "Son Saat'in geleceğini de sanmıyorum: (43) ama eğer [gelirse ve] ben Rabbime döndürülürsem, O'nun katında beni mutlak bir güzellik bekler!" (44) Fakat hakikati (45) inkara şartlanmış olanlara [Hesap Günü] yaptıkları her şeyi apaçık gösterecek ve onlara [bu şekilde] şiddetli bir azap tattıracağız. (46)
(43 - Yani insan, kural olarak, bu dünya sevgisi ile o kadar körleşmiştir ki onun bir gün sona ereceğini hiç aklına getirmez. Burada işaret edilen, ölümden sonraki hayatın gerçekten var olup olmadığı ve insanın mahşerde Allah tarafından gerçekten yargılanıp yargılanmayacağı konusundaki kuşkudur.
44 - insan kendi üstünlüğüne inandığından ("bu zaten benim hakkımdır" sözlerinde ifade edildiği gibi), ölümden sonra gerçekten bir hayat varsa kendisi hakkındaki abartılı görüşünün Allah tarafından teyid edileceğine emindir.
45 - Yani, yeniden dirilmeyi ve Allah tarafından yargılanmayı.
46 - Yani, hayatlarının tümünü kapsayan manevî körlüğün farkına varmaları, öteki dünyada bizâtihî bir azap kaynağı olacaktır: karş. 17:72 -"bu [dünya]da [kalben] kör olan, ahirette[de] kör olacaktır".)
--spoiler--