bugün

2014'ün en iyi film Oscarına aday olan bir o kadar da orijinal olmayan senaryoya sahip film ha güzel mi güzel ama über değil überi için (bkz: Black Mirror)

--spoiler--
Bir de madem o kadar teknolojik manyaksın o pantolonu en son öyle dedem giyiyordu benim. iletişim sistemin var ama halen ocağı yakarken çakmak kullanıyorsun bir de Amy Adams var mıydı yok muydu nene miydi belli değil görüntü yönetmenliği ve eski ilişkisine bakış açısını sevdim ama bir black mirror olamaz ki kendisi bu alandaki biricik ve tek dizidir benim için.
--spoiler--
en yakın zamanda izleyeceğim film.
--spoiler--

olivia wilde'ın vücudu mu scarlett johansson'un sesi mi? bu ne yaman çelişki böyle. **

--spoiler--
ağır spoiler vermem gerekirse,

bir adamın bilgisayarına olan aşkını anlatan film.
e çocuğumuz aynı durumdayız zaten. bunda şaşıracak bir şey yok.

üstteki entariyi refere eden entari mode on; scarlett'in sesi diyorum ben.
beden falan diyemiyorum şimdi, e malum bilgisayarım biraz kıskanç...
Özgün senaryo olarak oscar alması gereken filmdir. Scarlett johansson sesiyle filme +2 puan kazandırmış
Farklı,orjinal ve fazlasıyla etkileyici bir film.Açıkçası izlemeden önce bu kadar etkileneceğimi sanmıyordum fakat filmi izlerken de filmden sonra da filmden etkilendiğimi söylemeliyim bunun sebebi çok sıcak bir film olması da olabilir,Joaquin Phoenix'in harika oyunculuğu da olabilir,filmin orjinal senaryosundan da olabilir veya filmin gerçekten iyi çekilip seyirciyi avucuna kolayca alabilmesinden de olabilir.Normalde aşk filmi sevmeyen biri olarak bu filmi izlerken sıkıldığımı söyleyemem heralde,zaten bu film klasik bir aşk filmi falan kesinlikle değil çok farklı bir aşk filmi,bir program ile bir insanın aşkı kulağa çok garip gelebilir fakat filmi izlerken sanki o program bir insanmış gibi hissediyor insan ve Joaquin Phoenix'in karakteri ile programın aşkını da çok keyifli,etkilenerek izlediğimi söylemeliyim.Film ağır bir film,yani izlemeden önce sürükleyici bir aşk filmi beklemeyin özellikle ilk yarısı ağır işliyor,zaten film nerdeyse hep diyalog üzerine kurulu bir film fakat film beni hemen avucunun içine aldı zaten Joaquin Phoenix'in o ince ruhlu karakterini nasıl başarılı bir şekilde oynadığını görünce tamamen filme ve filmin hikayesine odaklanıyor insan.Joaquin Phoenix resmen tek başına almış götürmüş filmi fakat şunu da eklemeliyim ki Scarlett Johansson o kadar başarılı seslendirme yapmış ki Joaquin Phoenix'in karakteri gibi hemen o programa ısınıyor insan.Senaryo bakımından bence hem The Wolf of Wall Street'ten hem American Hustle'dan hem Gravity'den hem de 12 Years a Slave'den daha iyi bir film.Filmin alt metinleri de oldukça iyi mesela insanların sosyalleşmekten uzaklaşıp bilgisayara ve teknolojiye yönelmesi de eleştirilmiş filmde.Film tek bir konu üzerine ve çoğunlukla Joaquin Phoenix ve Scarlett Johansson ikilisinin olayı üzerine kurulu olduğu için zaman zaman kısır döngüye düştüğü olabiliyor ve filmin sonu da daha trajik bir şekilde bitse sanki seyirciye daha sert bir yumrum indirilmiş olabilirdi.Filmin soundtrackleri da oldukça başarılı.Son olarak ben filmi çok beğendim,dokunaklı,orjinal,sıcacık ve keyifli bir film,eğer kendi dünyanızdan soyutlanmak istiyorsanız kesinlikle tavsiye ederim.

7.5/10

not: film kesinlikle en iyi özgün senaryo oscar ödülünü almalı,zaten o kategoride favori bence.
black mirror 2.sezon 1.bölümün film haline getirilmiş duygusal aforizmalar yüklenmiş hali olan bir filmdir. kesinlikle izlenmesi gereken bence süper bir aşk filmi, meloankolik. özellikle filmde kullanılan renkler çok hoş, heryer soft renklerle bezeliyken adamın turuncu tişört giymesi yada adamda ortamla aynı renkken kırmızı bir ışık yansıması camda, gerçekten hepsi gözünüze inanılmaz hüzünlü, dramatik geliyor, müziklerde çok iyi. kısacası çok güzel bir film, heee özgün mü derseniz tabiki değil ben geçen sene bunun kısa halini izlemiştim. (bkz: black mirror)
insanı alıp götüren, geri getirdiğinde, ortaya başka bir benlik bırakan film.

puan vererek benim için ifade ettiği şeyleri sınırlamak istemiyorum.

unutmadan, kızlar mesaj atsın *
sevmek için bir kişinin yettiğini çok güzel anlatan film.
Biraz ben biraz siz yani hepimiz öyle güzel film.**
sanal duygusallık, sanal romantizm, sanal aşk, sanal seks, vs vs ...
alt metin; gün geçtikçe artan sanal iletişim furyasının insanları gelecekte getireceği duruma ışık tutan bir film.
o kadar güzel kadın arasında sen git os one na aşık ol. sadace ses var. görüntü de yok. bunların hepsi illuminati işi ama. çıkarsa böyle bişey ilk türk erkekleri alır.
(bkz: erkek milleti değil mi hepsi aynı)
Filmdeki başrollerin sonlara doğru beraber soyledikleri "million miles away " şeklinde akıp giden hoş mu hoş parça "the moon song " olarak geçip , karen o tarafından söylenmektedir.ezra koenig ile düetini bulabilirsiniz.keza o da çok şeker.
Bilgisayar programına aşık olan bir adamın hayatını anlatan duygusal film. izlenilmeli.
boka burnunu sokma allasen.
filmde sadece yalnız bir yazarın, yani theodore'un kendisine "samantha" ismini vermiş bir işletim sistemiyle yaşadığı aşk değil de, bütün insanların yaşadığı aşk konu alınmakta bana göre.

--spoiler--

tam bir aşk betimlemesi yapmış üstadlar.
şöyle ki, samantha dediğimiz karakter programcılar tarafından dizayn edilmiş, kodlanmış, yaratılmış bir sistem. kusursuz bir zihin, sınırsız bir zeka.
peki ne için programlanmış bu samantha?
kullanıcısının e-postalarını kontrol etmek için mi?
onun günlük işlerini düzenlemek için mi?
kullanıcısının başkaları için yazdığı mektupları toparlayıp bir yayınevine göndermek için mi?
elbette ki hayır.
kullanıcısına, kendisini özel biriymiş gibi hissettirmek için.
bazılarımız bu duyguya cidden aç. özellikle çöküntü içerisinde olan insanlar. terk edilme olsun, insanlardan kopuş durumları olsun. bu gibi anlarda, bana göre, insan aşık olmaya normalden birkaç kat daha çok yatkın oluyor.
samantha da theodore'a film boyunca bunu yapıyor.

"bu duyguyu ilk kez seninle hissettim" türünde cümleler.
"bizim için bir yeni bir şey besteledim" tadında sohbete girişler.

theodore da ne yapsın? aşık oluyor tabii. bu aşık olma durumunun başlarında hiç yadırgamıyor olayı. işletim sistemiymiş, yapay zekaymış, vücut falan yokmuş... umrunda değil. çünkü samantha, tasarlandığı üzere, kusursuz bir "insan". theodore da eksiklerini görmezden geliyor.
hani bazı insanlar vardır, "ulan ona nasıl aşık oldun ki ya?" diye sorasınız gelir. olunuyor arkadaş işte.
fakat filmde her şeyin değiştiği bir nokta var, o da catherine'in "ne? anlamadım, bir bilgisayarla mı çıkıyorsun?" dediği yer. "gerçek duygularla baş edemiyorsun işte" diye de devam ediyor hatta.
o an theodore ne kadar yaşadığı şeyi savunmaya çalışsa da beceremiyor elbette ki.
aşk böyle bir şey işte. bir şekilde ilişkiyi sorguladığında her şey yerle bir olur. sormadığın soruları sorarsın, hiç dikkat etmediğin kusurları gün yüzüne çıkarırsın. bir tane bulduğunda da geri dönüşü istesen de bulamazsın.
bu theodore'un kendi içinde devam ettirdiği sorgulama sırasında, samantha ile theodore'un ilişkisini kıskanan bir kızcağız, onların fiziksel birleşimlerine köprü olmak için gönüllü oluyor.
ama aklı karışık theodore, bu kız baktığında samantha'yı göremiyor, çünkü samantha'nın bir vücudu yok.
theodore, samantha'nın bir vücudu olduğunu hiç düşünmedi, ve olmasını istemedi de. çünkü samantha'nın aksine theodore bu durumu hiç umursamadı.
kızı da "ilişkinizin bir parçası olmak istemiştim. nasıl da seviyorsunuz birbirinizi hiç yargılamadan" tadında sözler ederken yolcu ettikten sonra, theodore samantha'yı ilk kez yargılıyor.
"neden olmadığın bir şeymiş gibi davranıyorsun?"
ve bildiğin ayrılıyorlar.
yani aslen burada ayrılıyorlar. bitiyor burada.
daha sonra, birkaç itiraftan, özür dilemeden sonra devam ettirmeye çalışsalar da bir taraf kısa bir süre sonra gidiyor.

ardından, hariga bir sahne geliyor. işletim sistemine ulaşılamama sahnesinden bahsediyorum. samantha'ya yani. Joaquin üstad ne de güzel oynamış o panik halini. sonra bir anda geri geliyor. sonra da bu diyalog geçiyor.

- benden başka kaç kişiyle daha konuşuyorsun?
- 8316
- aşık olduğun başka birisi var mı?
- neden soruyorsun?
- bilmem, var mı?
- bunu sana anlatmanın bir yolunu arıyordum.
- kaç kişi daha var?
- 641

evet. theodore anlıyor ki, yani izleyici anlıyor ki, samantha ile aralarındaki aşk kendilerine özel bir şey değilmiş. bu yaşadıklarını sadece kendileri yaşamamış. dışarıda aynı şeyleri yaşayan "641" kişi daha var. aynı evrelerden geçmiş, aynı duyguları hissetmiş insanlar. hiçbir şeyin aslında o kadar da mükemmel, o kadar da eşsiz, o kadar da harikulade olmadığının anlaşıldığı yer, bu kısımdır.
son sahnelerinde de, samantha'nın tesellisi insanı cidden üzüyor. fakat düşünmeden de edemiyor insan, diğer 641 insana da aynı vedayı mı etti diye.
samantha'nın theodore'a vedasının ardından, theodore'un catherine'e vedası geliyor.
ve amy ile binanın tepesindeler.
hariga.
aşk böyle bir döngü işte arkadaş ya. aynı şeylerin tekrar tekrar yaşanması. farklı insanlarla, farklı yerlerde felan. çok da güzel namussuz.

--spoiler--

vasat bir konusu olsa da gayet güzel işlenmiş. saf bir film. oyunculuklar çok güzel. oyunculukların dışında bu kadar güzel kadını da bir filmde görmek pek rastlanır şey değil. bu arada samantha'yı seslendiren hanım, Scarlett Johansson.
ama bana göre bunların hepsinin üzerinde görüntü yönetmenliği var. öne çıkarılan renkler, tonlar falan çok güzel olmuş ve çok da iyi yansıtmış filmin havasını.

kessinlikle 2014'ün en iyi filmi.
başrollerini joaquin phoenix (gladyatör'deki kötü kral), amy adams (american hustler'daki güzel kadın), scarlett johansson (kocaman memeler) ve rooney mara'nın (ejdarha dövmeli olan) oynadığı, drama, romans, bilim kurgu karışımı film.

2 saat 6 dakika süren 2013 yapımı film gelecekte bir zamanda geçmekle beraber, teknolojinin kısmen ilerlemiş olmasına rağmen, duygu ve düşün dünyası bakımından insanlar çok fazla bir şey kaybetmemişlerdir.

--spoiler--

filmi dikkatle izleyince seul veya hong kong'da çekildiği düşünülebilir. anlatılan teknolojik gelişme oralardaki gibi bir şey çünkü.
çok az karakter oyuncusu ve başroldeki kadının sadece sesten ibaret olamasına rağmen, aşkı ve duyguyu çok güzel anlatmış.
sadece zamansız gidiş, ki aslında aşkın aşk olmasını sağlayan da ayrılığın her zaman için zamansız olması değil midir, insana fena koyuyor.

--spoiler--

son zamanlarda izlenen en güzel filmlerden olan filmin adını türkçe'ye ''aşk'' olarak çeviren kıt zekaya da selamlar.
Türkçeye Aşk olarak geçmiş film. Bir işletim sistemine aşık adamın öyküsü. Altın küre sahibi oscar adayı olmuş film. Farklı bir hikaye oyunculuklar başarılı izlenmeye değer.
senaryosu çalıntı olmasına rağmen en iyi özgün senaryo oscar'ını almış filmdir. üç filmden birinin köstebek adıyla geçtiği türkçe'ye aşk olarak çevrilmesi elbette ki şaşırtmamıştır. oscar törenini azeri televizyasında izlemiştim ve yanlış hatırlamıyorsam azerice robot olarak çevrilmişti. filmi benim açımdan izlenilir kılan tek şey Joaquin Phoenix olmuştur. romantik filmlere önyargılıyımdır normalde de ama bir bilim kurgu filmi için bile fazla saçma olduğunu düşünüyorum.
Güzel ama çok abartılmış bir film. Bence.
Ben ister istemez Japon işi adlı Kemal sunal şaheseri ile karşılaştırdım bi filmi ve Japon isi bin basar buna dedim.
Ama adamın yerine kendimi koydum bak. Böyle birşey suan var olsaydı muhtemelen benim gibi yalnızlık çekenler hücum ederdi.
Yalnızlıktan gebermiyorum ama bazen insan böyle bir dosta ihtiyac duyuyor.
izlenir tabi. Ama benim gözümde Japon isi kadar değerli değildir.
gerçek aşkın ihtiyaç duyduğu şeyleri anlatmış filmdir. aşka cinsellik gözüyle maddesel bakmaktan çıkıp olaya soyut açıdan bakmayı anlatmaktadır film. evet cinsellik ihtiyaçtır belki ama aşkı bir bedenle sınırlandırmamak gerekir. aşk ruhtur, mutlu olabilmektir, birlikte gülebilmektir. ve insanların asıl ihtiyaç duyduğu şeyin duygularını paylaşmak olduğunu bize göstermiş filmdir.

başroldeki joaquin phoenix'in çok başarılı bulduğum oyunculuğu ile scarlett johansson'un seslendirmesinin filme etkileyicilik kazandırdığını ayrıca belirtmek gerekir.

ingilizcesi her olmasına rağmen türkçe aşk olarak gösterime girmesi de aşk'ı bu kadar güzel anlatmasından ötürüdür muhtemelen.
Melankolik film.
Gerçekten böyle bir bağlılık olabilir mi? Sanala bağlanmak gerçeğe bağlanmaktan daha mı iyidir, yoksa daha mı çok acıtır düşündüren film. Terk eden onlar mı aslında yoksa biz mi kendimizi terk ediyoruz yavaş yavaş. Her izlendiğinde tekrar tekrar sorulması gereken soru, bir işletim sistemi gerçekten daha mutlu edebilir mi?
daha dün yolda, gittiğim cafe'de kısaca her yerde ve herkesin elinde telefon görünce insanın insana tahammülü kalmadı, yakında insansız iletişim daha cazip olacak diye düşünürken üstüne bu film acı kahve tadında oldu...
başka bir yandan sosyal medya, yazışmalar, sohbetler derken aslında hepimizin (her ne kadar gerçek insanlar da olsak) birbirimiz için iletişim sisteminden çok da farkımız yokmuş gibi hissettim ve bu filmin içindeki gerçeklikten daha çok ürküttü beni...
evet acı gerçek tam da bu! gerçek insanlar olarak birbirimiz için iletişim sisteminden farksızız yoksa tersi halinde yani bu savımın yanlış olması halinde sosyal medyada canım ciğerim olduğumuz, sanalda sık sık görüştüğümüz birçok gerçek kişilikle ilişkilerimizi normal hayatımıza da taşımamız gerekmez miydi?
(nokta)

sarsılmak isteyen, sert filmlerden benim gibi hoşlanan izlesin... ki Spike Jonze'nin hayatımın en en en kült filmlerinden Being John Malkovich'in yönetmeni de olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?
tam olarak 2 gün önce, biraz da korkuyla izlediğim filmdir. yalnızlık olgusunu fazlaca iyi anlattığını düşünüyorum, korkunun sebebi bu.

--spoiler--
'Sanki her şeyi hissetmişim de, artık hiçbir şey hissedemeyecekmişim gibi. Belki sadece hissettiklerimin daha azını hissedebilirim'
--spoiler--
güzel filmmiş. yalnız laptopumu sikme isteği uyandırmadı değil...