evlilik, annelik, ihanet, sil baştan hayata başlamak tüm yaşananlara inat, ve bir daha aşkın tüm varlığına rağmen asla ona inanamak, inandıracak insana rastlayamamak, rastladım sanılan yerde tekrar ve tekrar hayal kırıklığı yaşamak ama fazla acı duymamak...
--spoiler--
eflatuna iki soru sormuşlar;
birincisi, insanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir ?
eflatun tek tek sıralamış;
*çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler,
ne var ki çocukluklarını özlerler
*para kazanmak için sağlıklarını yitirirler,
ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.
*yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar,
sonuçta, ne bugünü ne de yarını yaşarlar.
*hiç ölmeyecek gibi yaşarlar,
ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.
sıra gelmiş ikinci soruya "peki sen ne öneriyorsun?"
bilge yine sıralamış;
*kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın.
yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır.
önemli olan '' hayatta en çok şeye sahip olmak " değil, "en az şeye'' ihtiyaç duymaktır
--spoiler--
- hiçbir şeyle değişmeyeceğim yedi gerçek öğrendim.
- ömrüm seninle geçtiği halde topu topu 7 gerçek mi öğrendin?
- evet.
- söyle bakalım öyleyse neler öğrendin?
- baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor, ona gönül verip bağlanıyor. ancak bunlardan hemen hepsi insanı yarı yolda bırakıyor. ben ise, beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım. ve dost olarak iyilikleri seçtim kendime. ki onlar sonsuz bir yükselme yolculuğuna çıkmış insanoğlunun hiç tükenmeyecek azığı ve en gerçek dostlarıdır.
- çok güzel, ikincisi ne bakalım?
- baktım ki, insanların bir çoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış onları koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye başvuruyor. kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe tutunmuş sımsıkı, onları elden çıkarmamak için çırpınıp duruyor. oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi o'na satıp, gönlümü yalnız o'nun sevgisine açtım.
- devam et!
- insanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm. ancak bir çoğu üstünlüğü yanlış yerlerde arıyor ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu. bunun üzerine üstünlüğü geçici dünya değerlerinde değil, akıl ve ahlakça yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklere vasıta olmakta aradım.
- devam et yavrum.
- yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, boş yere hayatı zehir ediyorlar kendilerine. bütün bunların benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm. ve gönlümü bu kirlerden arıtarak, herkesle dost olup, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum.
- sonra?
- nedense herkes hatasının sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu. böylece suçlarının örtüsü altına saklanıyordu. oysa insanın başına ne geliyorsa kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu. bunun bilip yalnız kendimle cenge girerek, nefsimin iradesine uymamaya ve vesvese verenin ağına düşmemeye çalıştım.
- doğru...
- baktım ki insanlar şu bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helal haram demeden, her türlü hakkı çiğnemekten çekinmiyorlar. hem başkalarının hakkını alıp onları yoksul bırakmakla, hem de bu haksızlığın azabını ağır bir yük gibi vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar. oysa doğru yaşanıldığında ve hakça bölüşüldüğünde dünya nimetleri insanlara yeter de artardı bile.
- ve yedinci?
- yedinci olarak şunu gördüm ki, insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar. kimi zenginliğine, kimi güzelliğine... bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak eğreti desteklerdir. ben ise yalnız o'na sığınıp yalnız o'ndan yardım diledim. ve bunun karşılığı sonsuz bir güven oldu.
- seni tebrik ederim evladım. ben de yıllar yılı bütün din kitaplarını inceledim. hepsinin bu 7 gerçek etrafında döndüğünü tespit ettim. *
Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm,cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedim ki "söz ver kendine"
Denizleri seviyorsan,dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan,önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan,düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan,yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan, anladım
başarının garantisi yoktur ama bir girişimde bulunmazsanız başarısızlığın garantisi çoktur... başarının garantisi olmamasına rağmen, ilk adımı atar atmaz kendi başarı ihtimalinizi önemli ölçüde artırabilirsiniz...
ilk adımı cesurca atın...
sonra bir adım daha, bir adım daha... bir bakacaksınız ki hedef, daha yakında görünüyor...bir bakacaksınız ki hedefiniz artık ulaşılabilecek bir noktada...
istekli olun... gerekli olan şeyleri yapmak yeterlidir... çaba göstereceksiniz, tam çaba gösterin... aksi takdirde değerli vaktinizi ve enerjinizi boşa harcamış olursunuz...
yolunuza çok zor engeller çıkar...
onlardan biri de siz olmayın...
engellere karşı meydan okuyabilirsiniz, bu engellerin de üstesinden gelebilirsiniz, cesurca öne doğru adım atarak başarıya ulaşabilirsiniz...
bunu yaptığınız zaman, daha önce niye tereddüt etmişim ki diyeceksiniz...
(...r.marston) *
ruhlar aleminden, gerçek hayatımız olan ahirete bir köprüdür hayat. başlangıçta çok uzun gibi gelen fakat yaşlandığımızda sadece bir kaç gün gibi yaşadığımızı sandığımız aslında kısacık bir köprü.
yolculuğa başlamamız bir tünelden geçerek olur ki bu ana rahmidir. güvenliğin doruklarını yaşadığımız, sığındığımız etrafımızda koruyucu bir çercevenin bulunduğu enmutlu saadet yuvamız. sonra vaktimiz gelir ve gözlerimizi açarız köprünün başında. ve rahman bizi kendi kadar sevecek olan ve herşeyimize tüm acizliğimize katlanacak anne ve babamıza hediye eder. yaşamımızın cocukluk yıllarını onların sevgisiyle ve ilgiseyle devam ederken bir kiraz ağacına çıkamadığımızda mesela, ya da ilk aşık olduğumuzda gençlik evremiz başlar ve hayata atılmış oluruz. iyisi, kötüsü, sıkıntılarıyla köprünün üzerindeki taşlar, camurlar, güneş, yağmur bazen de kar fırtınaları girer ömrümüze. gönül yakar, gönül yaralar, yaralanırız. yaşamın nihayi amacının farkına varamayan insan ile niçin yaratıldığının farkına varan insanın arasında hayatı algılamada, karşılamada, yaşamada büyük ölçüde farklılıklar vardır...
üzerimizde oluşan ve başımıza gelen acılarla hayatın en derin sularına batıp çıkarız ve nihayi ömür sonlarında tahlil ederiz tüm yaptıklarımızı cünkü artık indiğimiz derin sulara inip de çıkmama vakti yaklaşmıştır. işte bu son demlerimizde o hiç geçmeyen zamanların aslında ne kadar da kısacık olduğunu fark ederiz. yaşamın gerçek gayesine ulaşıp, niçin yaratıldık sorunu bulduğumuz ve rabbin vuslatına erdiğimiz zaman verdiğimizde son nefesimizi. huzur içinde o köprüden gerçek hayat olan tarafa geçmiş oluruz...( farketmesek de hoş geçilecek zaten bu köprü)
nedensiz sebepsiz hiçbir sıkıntı olmayacağı gibi çözümsüz hiçbir dert de yoktur. kainat öyle bir düzendedir ki her şey zıddıyla kaimdir. ve böylelikle devamı sağlanır..
...Biz hayata dair hiçbir yanlış yapmamıştık.
'Bazen acı dinmez,
Bazen de yağmur
Sevgilim gülümse herşey unutulur
Suskunuz bu akşamüstü
Hasrete yanmışız
Neylersin...'
hayat bazen; en acı yerinden koyar baharatı yanık yemeğin, beti benzi solar da çaktırmaz, akarsu yazgılıdır da hani hep gitmelere öykünen; çöle varamaz da yanar, yandırır en donuk yerinden zamanın...
bazen hayat; yola koyar akreple yelkovanı aynı eşikte, kaçan kovalanmaz o vakit, birbiri içinden geçen çemberler sigara dumanına yoldaş, güneşe kapılan gecenin sevdası kadar ayyaş, kuyruğunu yutan yılanın gözlerindeki o savaş gibi hani; hayat öyle kaypak bazen...
hayat bazen gözü yaşlı koyar baharı, yağmura yanıkken en çok, en çok suyu düşlerken bulutları kendine saklar tohum,filiz, dal budak salar da kupkuru;kupkurak kalıncaya...
bazen hayat; hükmünden sual olunmayanı sorgulatır da hani; hakkında en acı hükmü koyar; yargısız infazlara gebe bırakır soru işaretlerini, tek bir tekmeye hapseder ömrü, boğaza sarılan yağlı urganı ilmek ilmek saydırır son nefeste, iki ters bir yüz akan k'an davası düşer, müebbet yas'a kadar gereği düşünülür o dakka...
hayat bazen fena koyar; yerde adım adım sürüklediğin ç'akıl taşını gönüle siper eder, attığı çizik, attığı kazık, attığı yazık tüm ziyanlara bedellenir, bir tek o koyar!..
SEVDALI BAŞIM
Sözleri ve müziği Zülfü Livaneli'ye ait olan 'Sevdalı Başım', insanın kendi içine yaptığı bir yolculuğu anlatıyor. Özünde sevdalanmaya sevdalı bir yüreğin kendiyle yaptığı içli söyleşiyi dillendiriyor.
MÜBADELE
Söz ve müziği Zülfü Livaneli'ye ait olan 'Mübadele' şarkısı Lozan Anlaşması uyarınca Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan nüfus değişimini konu alıyor. Bilindiği gibi bu değişimin sonucunda beş yüz bine yakın Türk doğup büyüdükleri, yurt edindikleri toprakları bırakıp Yunanistan'dan Türkiye'ye geldiler. Aynı şekilde, bir buçuk milyona yakın Rum Anadolu'daki evlerini, hayatlarını geride bırakıp Yunanistan'a göç etmek zorunda kaldılar. Terk edilen memleket ve sevgili imgelerinin iç içe geçtiği 'Mübadele' şarkısı bu büyük ayrılığın acılarını betimliyor.
AKDENiZ AKDENiZ
Söz ve müziği Zülfü Livaneli'ye ait olan 'Akdeniz Akdeniz' şarkısı yalnızca coğrafi bir bölge değil belli bir yaşama biçimi ve kültürünün simgesi de olan Akdeniz'e duyulan sevgi ve bağlılığı anlatıyor.
BiR KARANLIK BiR AYDINLIK
Söz ve müziği Zülfü Livaneli'ye ait olan 'Bir Karanlık Bir Aydınlık', her şeyin zıddıyla bir arada varolduğu insan yaşamına dair hüzünlü bir portre çiziyor. En değerli şeyin asla tam olarak ele geçiremediğimiz, bizden kaçıp giden mutluluk ve coşku anları olduğunu sezdiriyor bizlere.
GÜLDÜNYA Zülfü Livaneli'nin 2004 yılında töre cinayetine kurban giden Güldünya Tören'in anısına yazdığı bu şarkı töreler yüzünden özgürlükleri, zaman zaman da yaşama hakları ellerinden alınan tüm kadınlar için bir ağıt.
ADI AŞK
Müziğini Zülfü Livaneli'nin yaptığı 'Adı Aşk'ın sözleri Eşrefoğlu Rumi'nin aynı adlı şiirinin Ülkü Tamer tarafından Türkçeleştirilmiş hali. 15.yy'da yaşamış olan Eşrefoğlu Rumi, Yunus Emre ile başlamış olan şiir geleneğinin bir takipçisiydi. 'Adı Aşk' aşk uğruna yapılan fedakarlıkları anlatıyor. Bu şarkı hem ilahi hem de dünyevi bir aşkın ifadesi olarak yorumlanabilir.
--spoiler--
Öyle bir zamanı yaşıyoruz ki, cedelleşmeler hayatın bir parçası haline geldi. Birileri hep yenmek, diğerleri ise yenilmek zorunda sanki. Büyük balık küçük balığı yutup semirmezse eğer, en büyük balık onu ham yapıveriyor. Her şey matematiksel gibi görünüyor aslında: Kaybın tersi, kazanç; kazancın tersi, kayıp.
Lâkin; bir savaştır, alıp başını gidiyorsa, kardeş kardeşin kuyusunu kazıyorsa, analar çocuklarına karşı dürüst değilse ya da kadınlar kocalarına karşı... Peki hâl böyleyken biz, neden hâlâ iki kere ikinin kaç ettiğini hesaplayıp duruyoruz. iki ile ikiyi alt alta koysak da, yan yana koysak da, çarpsak da, toplasak da işlemin sonucunu bulamayız. Çünkü bu işlemin sonucu, hiçbir zaman dört çıkmaz bizim için. Beş eder mi? O da tabiata aykırı...
Görünen o ki matematiksel hesaplarla toplumsal problemlerimizin çözümünü bulamıyoruz.
O halde, "BEN" doyuyorsam, "SEN" doymasan da olur; "BEN" zenginsem, "SEN" açlıktan kıvransan da olur ya da "BEN" yaşıyorsam, "SEN" ölsen de olur. Bu günden ne koparırsam, felekten ne koparırsam kâr bana.
Ya "SEN"! "SEN"i kim düşünecek? işte yitirdiğimiz en büyük değer, yenilgilerimizin en büyüğü bu galiba. Fedakârlık ise, zaten içinden çıkamadığımız bir muamma. Kelime anlamı rölatif, fiiliyatı hepten kayıp. Saymakla bitecek gibi değil. Güzellik ve sevgi adına ne varsa hepsi tükendi. Öyle ki, kayıplarımızın çetelesini tutamaz hale geldik. Hep bir savaşımı yaşar dururuz da yanı başımızdaki felaketlerin farkında dahi olmayız. Çünkü, günü birlik ve fert fert yaşıyoruzdur artık.
Çözümsüz değiliz muhakkak. Yenilenlerin kelepçelerini kırması gerekiyor ya da ağlaması gerekiyor birilerinin; tâ ki, "BEN"in nasır tutmuş, kurumuş yüreği ıslanıncaya kadar, fedakârlık nerede yitirildiyse bulununcaya kadar.
Cezayı defterlerimizden silmeliyiz ki, korkmasın suçlular kucaklaşmaya. Şefkati yürek sayfalarına yazmalı ki, melekler bizi kıskansın. Süslenmeliyiz gelinler gibi, gönlünü bize açan her misafiri kapıda karşılamak için.
Fazla söze ne hacet, muştular madde değil sevda; sevgiler gölge değil Leylâ olmalı. Önceliklerimiz "BEN" değil, "SEN ve BEN" olmalı...
manalara kapalı manalı yüzüm, sen avucuna aldığında sığınır gibi dua'ya, eğilirdi ellerine... ben, ağlamaklı yüzümle gözlerimi kapatıp ince bir acıyla sokulurken öptüğüm ellerine... senin nur cemalin mağrur gülümserdi, göğsüne bastırırdın başımı... uzun uzun ağlardık... hiç konuşmadan saatlerce baktığımı biliyorum sana, dizinin dibinde oturup ellerim ellerin arasında dinledim seni, dokundum yüzüne, gözlerine, saçlarına... dokundum biliyorum.
biz seninle iki farklı diyarda kurulan tek bir hayalin içindeki birbirinden habersiz gezen ruhlardık...
hayata dairdir hayal kurmak... birbirinden habersiz kurulan hayallerde buluştuğunu anlamak... acıdan, kızgınlıktan aynada gördüğün kendinden, gözlerini kaçıracak kadar utanmak... aynı hayali bir daha kurmamak için uyumamakta hayata dairdir... aşık olmakta... unutmakta... acıda. *
Yarım kalmaya mahkum cümlelerle tamamlamaya çalışmak seni, sükunu için gönlümün üfleyip kandili derin bir uykuya dalmak yeniden, sıkıca kapatıp ağzını içine güzel duygularımı koyduğum şişeyi zamansızlığa bırakmak belki vurur diye gönlünün sahillerine, içimdeki heyecanı; bir çocuğu en neşeli, en yaramaz, en beklemediği anında yediği kuvvetli bir tokatla neye uğradığını şaşırtmak gibi bir azabı üstlenerek sakinleştirmek, sorusuz cevaplara cevapsız sorulara umarsızca sırtını dayamak, kendine küfrederek, kendini küçümseyerek, kendine gülerek ağlamak sessiz sedasız, mutluluklara gölge etmemek için gölgelerde mutluluk olmak kanatarak boğazında düğümlenmiş sözlerini ve tüm bunları yazıları silinmiş bir kitabın arasına sıkıştırıp yürümek hiçbir şey olmamış gibi başın dik, gözlerinde güçlü bir bakış, dudağında inancına özgü mağrur bir gülümsemeyle; içindeki boynu bükük, gözleri hüzünlü, yanakları kırmızı, dudakları titreyen çocuğu göstermemek için hiç kimseye... direnerek.
Kalp sevdalıdır sözlere... bıraksan onu taşıyan bedeni öldürene kadar kederden, döker durur kelimelerini.
Velhasıl kelam; dil sevsede söz söylemeyi, yürek cümleleri saklamak içindir. *
"Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Madem ki sen, bensin, ben de senim. Artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakkın nuruyuz, Hakkın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekisip duruyoruz? Bir aydınlık bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor? Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücud halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle şaşiyız? Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye sol elini hor görür? Her ikisi de madem senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz." *
Tükürmez insan kendi yüzüne, masumluğunu çizer gökyüzüne hep kendinde büyür kendinde yok olur çevredekilerden ziyade. Yinede biri sebeptir yaşananlara, onu yaşlı kılanlara aldatmanın içli hazin öyküsü vardır her bir uzvunda en çok yara alan yer simalarıdır kendi göremedikleri, birde vicdan sorgulamadıkları. Kör talihin talihsiz oyunlarıdır bunlar, sorgular yine içe dönük. Yaşanır yaşam, olaylardan kıl payı sıyrılmış garipliklere sığınırken benliği benimserler. Basite indirirler yaşanmışlıkları, en çokta kendilerini. Bunca yaşananın yanında güzellik belleğe çizilmiş siyah beyaz resimdir, sırası, yeri geldikçe anımsanan. Sonra renkli yaşamlardır yaşanaçak ve yıllar sonra siyah beyaz bellekte yerini alacak. Herkesin bir hikayesi var, herkesin bir yürek burkan acısı. Ve herkes kendini unutup herkesle meşguldür, yoğunluğun aynasında kendisidir odak nokta, kırılsa parçalanacak çevre, zedelense zelzele misali, yetmeyecek enkazları kendine,toparlanamayacak. Yaşam denizlerin maviliğinin gökyüzüne benzerliği gibi görünsede, can alır, an gelir can yaşatır..
Bilinmez hikayelerin bilinmez kahramanını aramadım ben, felsefenin denizlerinde yüzmedim,yıkanmadım fuzili biçimde ,yankılarım olmadı kendimden yana, yakarmaktan başka. Baş kaldırmak kendime sadece kendime, yüreğimi doyuran sana sığınmak yeri geldiğinde... işte... Onca kendini çoğaltanın arasında, onca içli hazan öykülerin arasında. Bir huzurdur maviden yeşilden yana. Gece serpilir, gündüz doğar, gün yüzüne vurur zelzelerde enkazların kalır, yinede demek yaşama dair yüzüne tükürmeye cesaretsizliğin gibi olmasın...