bugün

adını maksim gorki'den alan şehir.
rusça acı.
"bir ülke allak bullak olduğunda , vicdan sahibi insanlar , ne halleri varsa görsünler diye bırakıp kenara çekilemezler " sözünün sahibi yazar.
Moskova yakınında bir köydür. V.I. Lenin orada ölmüştür.
Lenin ile dostlukları olan, bir çok acı yaşayarak bugünlere gelmiş ve tüm yapıtlarını okumuş olduğum duyarlı yazar."Ana" adlı yaptı mükemmeldir.
"çocukluğum" adlı bir eseri de mevcut olan rus yazar.
belarus'ta bir şehir.

(bkz: horki)
baykuş yuvasında bir yazıdır. (bkz: baykuş yuvası)
“O herifi bana bırakacaktın, ağzını yüzünü temiz bi’ dağıtacaktım. Bildiğin dayak istiyordu amcık. Niye tuttun ki?”

“Tamam işte oldu bitti. Yatıp uyumana bak sen. Bir yüzük için girdiğin çabaya bak amına koyiyim.”

Bara giderken yerde bir yüzük bulmuştu, hani şu yüzüklerin efendisinde ki yüzüğe benzeyenlerden. Bayağı sevinmişti hatta. Ama işler bara gelince karıştı biraz. Bir adam Gorci’nin elindeki yüzüğe bakmış, bir fiyat söyleyip Gorci’den almak istemiş.

Gorci ona yüzüğü verince herifte parayı ödemeden tüymeye çalışmış. Tabi ki pek iyi huylu arkadaşım Gorci’de bütün barda patlak veren bir kavganın tohumlarını ekmiş oldu. Sonra Gorci’nin yumruk attığı adam gelip benim burnumu kırmıştı. Bende her zaman olduğu gibi Gorci’yi oradan uzaklaştırmış, koca cüssesini omuzlayıp eve getirmiştim.

Aslında Gorci şiddete ve olay çıkarmaya meyilli bir insan değil. Tabi yerseniz. Kendisi öyle diyor. Yani tam olarak şöyle diyor:
“Ben olay çıkarmaya meyilli değilim, olaylar beni bulmaya meyilli”

Bilinci olmayan nesnelerin hareketleri. Bilinci olmayan derken, kalemden kâğıttan bahsetmiyorum tabi ki. Barlarda oturup olay çıkarmayı seven koca götlü oğlanlarla, yanlarında gezdirdikleri sürtüklerden bahsediyorum. Tahminimce kas denilen şey, beynin çalışmasını engelliyor. Aynı duyguları makyaj içinde düşünüyorum. Ve Gorci’de gün geçtikçe o koca götlü orangutanlara benziyor.

Bir benliğin şehit oluşu.

Ya da eriyip gitmesi de diyebilirim. Daha dramatik. Ama fazla kitsch. Neyse ne, Gorci kendini aslında sütten çıkmış ak kaşık gibi tanımlasa da, bunun chewbacca kadar gerçek olduğunu etrafında ki herkes biliyor. Şiddet yanlısı orospu çocuğunun teki. Ama naparsın işte, kanka kankadır. Buraya kankalarla ilgili birkaç anekdot düşersem eğer, sizi kendi eğlencelerine çekmekten –siz eğlenmeseniz bile- zerre çekinmeyen kancıklar olduğunu söyleyebilirim. Etrafım arkadaş denen zımbırtılarla çevrilmiş. Kendime ait dünyam sınırlı, sınırlı ve sınırlı. Dünyanın ihalesini alıp, içini dayayıp döşemesi için başarısız bir inşaat şirketine vermiş gibi hissediyorum. Tabi ki işi sıçıp batıyorlar.

Onca çalışma, başarılı notlar sonra üniversite sınavı ve iyi bir üniversite.

Uçağımız kalkışa geçmiştir. Lütfen kemerlerinizi bağlayın.

Ve “bum” her şey bir binanın dinamitlerle çökertilmesi gibi bir iki saniyede toz duman arasında kalıyor.

Uçağımızın iki kanatıda koptu. Siz hâlâ siktiğimin kemerleriyle uğraşın. Kontrolsüz inişe geçiyoruz.

inanın bana, ben kaptan pilotunuz.

Ve ilk seferde bombok ettim her şeyi. Ne yazık ki, hayata ikinci kez gelmiyoruz. O yüzden bende bokun içinde yaşamayı öğrendim.

Koduğumun uçağında bi’ tane bile paraşüt yok.

Örneklendirmeyi uçak üzerinden vermek belki biraz uçuk kaçabilir. Anlatmak istediğimi şöyle daha iyi anlatabilirim bence:

En şık kıyafetlerinizle yürürken, hemen önünde çamur olan taşa ayağınız takılıyor. Sonrasında çıplak yaşamayı öğreniyorsunuz. En azından ben öyle yapıyorum. Aslında bu durumda intiharı düşünen birçok insan var. Neden onlardan biri olmadığımı sorarsanız, sanırım şu yakışıklı herifi gösteririm size. Hani şu Albert Camus. Adam bir sürü anlamadığım şey yazmış. insan anlamadığı şeylere itaat eder. Sonuçta kendimi diğer amcıkların yaptığı gibi öldürmedim ve tekrar ayağa kalkmak üzere çalışmalara başladım.

“Kaynattın mı? Kaç saattir bekliyorum amına koyim, kanka manka demiyeceğim bi gün çok güzel benzeticem seni de. Yüzüğüde kavgada düşürdüm galiba, bulamıyorum.”

“Sakin ol lan, gerilme. Yapıyoruz işte.”

Şu an Gorci’nin kemiklerinin titreştiğini, midesinin göğüs kafesinde olduğunu, biri üflese bin parçaya ayrılacağını hissedebiliyorum. Eğer acele etmezsem, kriz kapıda ve bir iki kusma seansıyla tıkanabilecek bir tuvaletim var. Ayrıca acilen sıçmam lazım. Yani elimi çabuk tutmaya bakıyorum.

Pamuğu koyup şırıngaya çekiyorum, mumu söndürüyorum. Kaşığı da ters şekilde mumluğun üzerine bırakıyorum.

“Çabuk ol.” Diyip dişlerini gıcırdatıyor. içimde sebepsiz bir öfke doğuyor. O an elimdeki şırıngayı bırakıp, yüzüne güzel bir yumruk atmak, dişlerini evimin zemininde görmek istiyorum. Saman alevi gibi bi’ anlık bir şey işte.

“Tamam kardeşim, hazır.” Diyip, sağ kolunu sıyırıyorum. Kabuk kaplı, hiçbir damar bulamıyorum. Sonra sol kolunu sıyırıyorum. Aynı durum. Sonra Gorcinin şeyine bakıyorum. Kahkaha atmak geliyor içimden ama kendimi tutuyorum.

“Hadi ama amına koyim, gene mi? Nasıl olurda kolumda ki tüm damarları tüketmiş olabilirim? Diyor Gorci, anlayarak.

“Senin damarlar pek yüzeye çıkmayı sevmiyor. Napalım, bazı insanların vücutları eroine yatkın değildir.”

“Eğer sikim bi enfeksiyon kaparsa, bütün malı göt deliğinden içine pompalarım” Diyip aletini ortaya çıkarıyor. En belirgin damarlar burada.

“Bende seninkini elime almaktan çok hoşlanmıyorum” diyorum kızgın değilde daha çok takılarak. Sonra damarı bulup vücuduna enjekte ediyorum malı. Rahatlayıp uzanıyor. “Aslına bakarsan, bu mal olduğu sürece pekte ihtiyaç duymam sanırım penisime. Boşalmaktan bin kat daha keyifli bu.” Gerçekten öyle. Aleyhinde bu kadar reklam olmasına rağmen, onu kullanan bunca insan olmasının geçerli bir sebebi olmalı değil mi?

Nefsimize yenik düşmüz insanlarmışız bizler, düşme kısmına tamamen katılıyorum. Kendimizden başka bir şey düşünmezmişiz biz. Berkay 1, insanlık 0, kendimden başka kime ihtiyacım var ki? Biz canlarımızı sokakta mı bulmuşmuşuz? Yaşamayı seçtiğimi kim söyledi?

Şimdi, sıçmam lazım. Kanımca bu eylem bütün eroinlerden daha rahatlatıcı bir şey. Açıkçası hayatım adına bir kısır döngüdeyim, eroin kullanıyorum, sonra sıçıyorum, sonra tekrar eroin, sonra tekrar tuvalet. Uzun bir zamandır tek gördüğüm, kaşık ve tuvalet kağıdı. Şikayetçi miyim? Aslında içimde bir ses, hani şu aç olmasanız bile kahvaltı yapmanız gerektiğini söyleyen ses, yaşadığım hayatın sadece zamanımı harcamak olduğunu söylesede. Hayır, şikayetçi değilim.

Dava düşmüştür.

Geri dönüp kendime de bir doz enjekte ediyorum ve anlamsız biçimde kendimi çok yorgun hissediyorum. Üstelik sabah yedi ya da sekiz gibi uyumaya alışık olduğum halde. Gidip yatağa uzanıyorum. Saat gecenin bir buçuğu ve alışıklığımdan dolayı dışarda hiç ışık olmamasına şaşıyorum nedense. Benim için henüz güneş batmadı. Gözlerimi kapattığım anda aklıma Nikol geliyor, şu Rus çıtır. Sonra ki durağımız, Ukrayna’dan Beqiri. Elimi aletime doğru götürüyorum. Sizinde anlayacağınız gibi, enerjimin düşük olmasını anlıyorum. Birlikte olduğumuz bütün kızları düşünüyorum. Hızlanıyorum, sonra caddeden bir motor geçiyor. Bütün konsantrem dağılıyor. Amına kodumun amcığı. Kafamı tekrar toplayıp, kaldığım yerden devam ediyorum. Sırada ki küfredeceğim şey, her 15 dakikada bir gürültülü şekilde parfüm sıkan şu siktiğimin aleti. “En tepede bırakmak, mizacıma uygun değil açıkçası.” Son bir kez daha şansımı deneyip, mutlu sona ulaşıyorum.

Şu anda, sanki hayatta elde edebileceğim tüm mutlulukları yaşamış gibi hissediyorum. Açıkçası iki ayağımın üzerinde durmakta zorlansamda, gidip Gorci’nin dudaklarına yapışıyorum. Kafam güzelken ne yaptığımın önemi yok açıkçası.

“Siktir git amına kodumun homosu” diyip üzerinden atıyor beni. Yere düşüyorum. Dünyanın en mutlu insanı benim.

Düştüğüm yerden kalkamayacak kadar yorgun hissediyorum kendimi. Bir çizgi çekip, keyfime bakıyorum.



Sabah inanılmaz biçimde erken kalkıyorum. Yapacak bir şey olmadığı için, göğsümdeki kıllarla oynuyorum. Fazlalığı makasla kesmek için tuvalete doğru hareketlendiğim sırada, kapı zili çalıyor. Hasiktir. Ev sahibi büyük ihtimal. Bu yaşlı kancıklar, ay başını iple çekip zamanı geldiğinde, kafanızın etini yemekten anlamsız bir zevk alırlar. Bu bok yuvası için kira aldığına hâlâ şaşırıyorum açıkçası, burası benim olsa elimden çıkarmak için her şeyi yapardım. Hemen geri dönüp, aletleri ortadan kaldırıyorum. Şırıngaları falan işte. Her ne kadar şikayetçi olsamda, bu bok çukuruna karşı özel hisler hissediyorum. Başka yerde yapamam. Uzun süredir buradayım ve eğer atılırsam birkaç güne kalmaz sokaktaki tinerci orospu çocuklarından birine karnımı deştiririm. Ya da muhtemelen krize girip ara sokakların tekinde kendi sidiğimde boğulurum. Şu an için cebimde zırnık kuruş yok. Annemin –hâlâ benim üniversitede başarılı bir öğrenci olduğumu sanıyor- her ay gönderdiği para olmasa, ne bok yerdim bilemiyorum. Yalnız annem hakkında üzülmeyin. Zengin, sosyete biri. Babam öldükten sonra, onun maaşını da almaya başladı. Kendisi de çalışıyor. Hatta bana gönderdiği para, kendi kazandığı paranın yanında o kadar küçük bir miktar ki, görseniz aslında annem için pek bir şey ifade etmediğimi anlardınız. Hele üniversite okumadığımı öğrense, çevresine, beni, babamın bir önceki karısından olan evladı olarak anlatır. Babam ise üç evlilik geçirmiş, dışardan bakıldığında normal bir emekli memur tipi olan ama paranın amına koymuş bir insan. Bir gün, yanına çağırıp bana bütün hayatını anlatmış ve gözümde sarsılmaz bir imaj oluşturmuştu. Sonra ki günde ölmüştü. Hayat işte, neyin ne zaman olacağını kestiremiyorsun.

Gidip kapıyı açıyorum. Tahmin ettiğim gibi, yaşlı kancık önümde ellerini beline koymuş, bir ayağını yere vurararak tak tak tak sesleri çıkarıyor. Kafam hafif güzel. Bunu yapması sinirimi bozuyor.

“Eee, Berkay Bey? iki gün gecikti kira. Bunu neyle açıklayacaksın bakalım…”

Sen yüzündeki buruşukları neyle açıklıyorsun?

Beş on saniye bakışıyoruz, karşımdaki kadın dul. Büyük ihtimal eski kocası, sikini bunun küçücük buruşuk göt deliğinden geçiremediği için terk etti bunu. Tek eğlencesi benim, bu yüzden beni evden atamayacağını biliyorum. Bütün güç bende. Esas oğlan benim. Başrol benim!

“Çalıştığım yeri başka bir şirket satın aldığı için maaşlar biraz gecikti. O yüzden ödeyemedim, üzgünüm.”

Her ay farklı bir bahane buluyorum. iş yerinde biri öldü, iş yerinde grev çıktı, iş yerinde yangın çıktı, iş yeri soyuldu, iş yerine uzaylı indi , iş yerine göktaşı düştü. Şaşırdığım şey ise, her söylediğim bahaneyi bir şekilde yutturduğum.

“iyi” diyor sinirli biçimde bunak. Sonrada siktir olup gidiyor.

Gerçek şu ki, annem –ya da yanında çalışanlardan biri- henüz parayı yatırmadı. Ve gene bir iki gündür simit ve uyuşturucudan başka vücuduma hiçbir şey girmiyor.

Kapıyı kapatıp, telefonumu bulmaya çalışıyorum. En sonunda Gorcinin üzerine yattığını anlayıp telefonu kıçının arasından çıkartıyorum. Rehberden annemin numarasını bulup arıyorum.

Telefon bir iki bipledikten sonra meşgule alıyor. Siktir, eğer annem meşgula aldıysa bir iki gün ona ulaşamam. Ara ara dışarı çıkıp paranın yatıp yatmadığını kontrol etmek zorundayım şimdi. Gorci’yi uyandırıyorum. Herif ter ve sidik kokuyor. Midem bulanıyor ama kusacak değilim, uzun zamandır kusma eylemi bana çok uzak bir şey. Atletinin sırt kısmında “V” şeklinde kuyruk sokumuna kadar inmiş ter izi var. Şurup şişesine benzer bir kafa yapısı, incecik kaşları, askeri yeşil gözleri ve üç numara saçı ile herif yakışıklılık abidesi. Bir kız için Gorci ile sevişmek hayatta yapılacak en doğal şeylerden biri. Benimse cılız bir vücudum, son günlerde beni iyice mağara adamına çeviren bir sakalım ve sürekli yağlı olan kumral düz ve çok uzun olmayan saçlarım var. Yine de, uyuşturucu kullanan diğer tiplerden uzak yakışıklı ve narin bir yüzüm var. Yani, Gorci öyle diyor en azından. Bense aylardır aynaya bakmıyorum. Aslında bu evde çok fazla eşya olduğunu söyleyemem. iki tane kıçıkırık yatak –ne zaman kırılacağını merak ettiğim- ve içini bir türlü dolduramadığım buzdolabı var. Ha bi de kitaplarım. Odamın her yerine dağılmış, sayısını bilmediğim kitaplar. insan bir süre sonra her şeyden sıkılınca, yeni dünyaları görmek istiyor. Yaşadığım dünya fazla sıkıcı gelmeye başladı. Dostoyevski’den Irine Welsh’e. Gogol’dan Chuck Palahniuk’a etrafım selüloz kokusuyla dolu.

Gorci’ye “Dostum ben banyoya gidiyorum diyorum.” ikimizinde bildiği gibi, ikimizde banyo yapmıyoruz. Bu aramızda, benim bulduğum, özel bir terim. Banyoya gir, kapıyı kapat, dışarıdan içeriye hava girmesini tamamen engelle. Suyu en sıcağa alıp birkaç saat akıt. Gözeneklerinin kapandığını ve oksijenin bitmek üzere olduğunu hissedince kapıyı aç ve nirvanaya ulaş. Aslında ikimizde zeki insanlarız, yani bu işlere kafamız çalışıyorsa her şeye kafamız çalışır sanırım. Yine de bunu kabul etmek yerine bir doz daha çakmayı seviyoruz. Hayatlarımız o kadar kötü değil aslında, en azından ben yaşadığım hayatı seviyorum. Gorci ile dışarı çıkıyoruz, malı alıyoruz sonra ya ikimizden birinin evine gidiyoruz ya da libidomuzu yüksek hissettiğimiz zamanlar ava çıkıyoruz. Tabiki de gelen sarışın hatunlara, esmerlere, boyalı kafalara, aşırı makyajlılara aslında kim olduğumuzu söylemiyoruz. Kitap okumanın faydaları. Yeni ve farklı bir kimliğe bürünüyoruz bu ikiyüz elli gramlar karşısında. Yayınevi sahibi, oyuncu, yönetmen, yazar, mühendis, fizikçi. inanın bana, kızlar otuzbirci sivilce suratlardan çok akıllı ve hayatta bir noktaya gelebilmiş kişilerle ilgileniyor. Tabi ki hangi yönde umut beslediklerini söyleyemem, evlenmek mi istiyorlar? Onları gerçek Berkay ile tanıştırdığım anda her şey bitiyor. Sonu gelmez ve hep benim kazandığım bir oyun. Berkay 2, dünya 0.

“Dostum,” diyorum “malımız bitiyor.” Her ne kadar buzdolabını dolduracak kadar param olmasa da, mal almak için her zaman kenarda duran param vardır. Gidip duvarda duran tabloyu indiriyorum aşağı. Tabiki arkasından duvara gömülmüş çelik bir kasa falan çıkmıyor. Neyim ben? Don Corleone mu amına koyiyim? Tuvalin arkasına bantla tutturduğum parayı yerinden söküyorum.

Malı alıp eve geliyoruz. Yolda küçük çapta bir macera geçti başımızdan. Amcığın teki cüzdanını yere düşürmüş, alıp açtım. içinde amcığın kimliği ve Mustafa Sönmez diye bi’ sanat danışmanının kartvizitinden başka hiçbir şey yoktu. Sonra bu cüzdanın sahibi beni cüzdanı karıştırırken gördü. Amcık “Polis! Soydular beni! Hırsız var diye bağırdı.” Gorcide gidip kendine hayrı olmayan amcığın suratına bir güzel oturttu. Giderkende yerdeki adama cüzdanını geri vermeden önce “Bir daha ki sefere içine birkaç kağıt parçası koyda öyle düşür” dedim. Gücü hissetmek böyle bir şey işte.

Eve geliyorum, malı çakıyorum, gidip sıçıyorum falan işte. Bildiğimiz kısır döngü. Ancak tuvaletten çıktığımda fark ettiğim şey dehşet verici.

“Suyu kesmişler amına koyiyim.” Diye bağırıyorum Gorci’ye. Sonra faturalar için ayırdığım parayı idda kuponuna yatırdığımı hatırlıyorum. içimden Fransız ikinci ligine güzel bir küfür savuruyorum. ilerki saatlerde, Gorci’ninde iri cüssesini hesaba katarsak, tuvalet içine girilemeyecek kadar kötü kokmaya başlıyor. Ve sonunda tıkanıyor. Mutlu sonlara bayılıyorum. Hayatta her zaman bir alternatifiniz olmalı. Bu böyle olmazsa, şöyle olur. Bayağı genişçe bir kova getiriyorum. Tuvalet sorunumuz çözülünceye kadar bu kovanın içine sıçacağız.

“iğrençsin amına koyiyim” diyor Gorci, genelde bu tür şeylerden fazlasıyla iğrenir. Eğer kendisi yıkandığını görmezse, ne bir bardağı kullanır ne de çatal, kaşığı. Böyle biri Gorci. Aslında herkesten nefret etmesem, sevebilirdim amcığı. Ama hayat bazen bazı şeylere engel oluyor. Belki de en iyisini yapıyor. Doğruları çıkarıyor önünüze ama hiçbir zaman gerçeği göstermiyor. Bütün egodan sıyrıldığınız zaman geriye kalan sadece doğrularınız oluyor. Çamura düştüğünüz de, uçaktan atladığınız da tek düşündüğünüz tercihleriniz, hayatınızda atacağınız bir sonraki adım oluyor. Göreceli doğruluk kuramı. Bu da benim kuramım. Şu Einstein götü gibi beynim kulaklarımdan falan akmıyor olabilir. Ama yaşadığımız topluma göre kendimi zeki sayıyorum. En azından hayat tarafından taşı en tepeye çıkartılmakla cezalandırılmış insanlar gibi değilim. Taşı en tepeye çıkar. Sonra taş düşsün, sonra tekrar çıkar. Hayatının sonuna kadar tekrarla bunu. Yo, benim dünyaya karşı bir duruşum var. Benim doğrularım, benim hayatım. Kimse sikimde değil falan işte.

Asıl korkutucu diğer ayrıntı, hiçbir zaman mutlak gerçeği öğrenemeyecek oluşumuz. Hayatı çeşitli düşünce biçimleriyle, göreceli doğrularımızla yaşıyoruz. Sonra da o kadar emek verilmiş bu vücuda, bu yaşama, varoluşa hakaret edermişçesine ölüyoruz. insan ölmemek zorunda. Evrenin bence bizde ki sevmediği nokta bu.

Sonunu getiremediğim mevzular işte, yine de inandığım bir tür kelime harmonisi var. Hani bir sürü kıçı açıkta kelime bir araya gelip mükemmel cümleyi oluşturuyorlar. Düşünsenize, dünyanın gerçeği, sadece birkaç cümleden oluşuyor. Kelimeler önünüzde ama pazılı bir türlü tamamlayamıyorsunuz. Böyle şeyler düşünmemek lazım aslında, yaşa gitsin amına koyiyim.

Neyse, en iyisi gidip bir doz daha çakayım.





“Bir adamın dönüşümünü anlatıyor dostum.” Diyorum karşımda 1.60’lık boyuyla duran Özgün’e.

“Nasıl yani amına koyiyim? Gregor Samsa gibi mi?” diyor Özgün, hiçbir bok anlamadığı tipinden belli. Genelde bu tür konularda gayet fazla şey bilen biri. Herifin yüzünde iki tane doksan derecelik açı var. Resmen adamla konuşurken lisedeki geometri derslerime dönüyorum. Sarı saçlı, yeşil gözlü. Pek Türk tipi yok. Geçmişini araştırmadım ama göçmen falan olduğunu tahmin ediyorum. Ne biliyim, rus göçmeni falan herhalde. Ruslar sıcak denizlere inme işini pek becerememiş galiba. Gorci ile geçirdiğim onca zamandan sonra herif o kadar kısa geliyor ki bana, bacaklarımdan beş on santim kestirip adama ekletmek istiyorum.

“Hayır amına koyiyim, ahlaksal bir dönüşümü anlatıyor. Hani iyi birinden nasıl kötü biri çıkacağını falan anlatıyor işte”

“Dizinin ana fikri “insanları dış görünüşüyle yargılama” mı?”

Gülerek “siktir git,” diyorum. Uzun süredir evden dışarı çıkmamıştım. Bugün Oğuz telefon açıp bizi buraya davet etti. Söylememiştim, dışarıdan bakıldığında aslında Gorci ile ben gayet prestij sahibi insanlarız. Yani birileri bizle kanka olmaktan pek gurur duyar. Bende kabul ettim. Uzun zamandır dişiye dair hiçbir şey düşünmemiştim açıkçası, yani iki gündür falan. Benim için gayet uzun bir zaman dilimi. Ve açıkçası, porno dedikleri şey o kadar midemi bulandırıyor ki, aşırı saf bir maldan yanlışlıkla 2-3 kilo vurmuş gibi hissediyorum. Bu yüzden benim liteatürüme göre uzun bir zamandan sonra, libidomun tavana vurduğunu hissedebiliyorum. Ayrıca gelmemin diğer nedeni de, evdeki kovanın gittikçe dolması ve ikimizde de onu bir yere boşaltacak cesaret olmaması. Yani, ağzına kadar bokla dolu bir kovayı nereye boşaltabilirsin ki?

Gorci’ye baktığımda, bir köşede çoktan biriyle yiyişmeye başladığını görebiliyorum. Müziğin sesi o kadar yüksek ki, hiçbir yiyecekten tat alamıyorum. Yine de, simitten başka bir alternatif sunulduğuna göre bunu sonuna kadar değerlendirmem gerekiyor.

“Kıtlıktan mı çıktın lan? Yavaş yesene biraz!” Diyerek kahkaha ata ata yanıma gelen amcık kafalının ismi Oğuz. Adamın yüzünde ergenlik döneminden kalmış o kadar çok sivilce izi var ki, bir lise müdürü olsam ilk alacağım öğrenci Oğuz olurdu.

“Eee nasıl gidiyor ahbap.” Diyor dişlerini pazarlamak istermiş gibi sırıtarak.

Gülümseyip ağzımı oynatıyorum ama hiçbir şey söylemiyorum. ilk önce “Bağır biraz,” diye karşılık veriyor. Aynı ağız hareketini bir daha yapıyorum. “Anlamadım lan,” diyor. Tekrar aynı hareketi yapıyorum. Hiç kimse üçüncü kez anlamadım demeye cesaret edemez. “iyi iyi eğlendiğine sevindim” diyor. Kahkaha atmamak için zor tutuyorum kendimi.

Bana doğru eğiliyor “Dostum senin için nüfuzumdaki en güzel kızları topladım buraya, hâlâ şu bok kafalıyla niye takılıyorsun?” diye bağırıyor. Özgün’e bakıyorum. Muhtemelen kızların görüş açısına giremiyor pek. Yani boyla alakalı bir durum. Etrafındaki insanlar onu yanlışlıkla ezmemek için büyük çaba sarfediyor. Bense, nedense herife acıyorum.

“Tamam lan, kızlar kaçmıyor bir yere ya.” diyorum Oğuz’a. Omzunu silkip gidiyor. Etrafa bakıyorum bir kez daha, Gorci ortalarda görünmüyor. Muhtemelen kızın tekini odalardan birinde beceriyor şimdi.

Vıcık vıcık insan yığını, ter kokusuna alışık olmama rağmen bu kadarı açıkçası çok fazla geliyor. Benden beş on metre ötede kalabalık bir grup, yeşil boyalı saçlı sivilce suratlı bir göt oğlanını sahneye ittiriyor. Oğlan sahneye çıkıyor, eline mikrofonu alıyor ve sanki kuklaymışçasına bir oraya bir buraya savruluyor. Elindeki mikrofonunu kendi siki sanıp 31 çekmeye kalkışıyor. Henüz ergenlikten çıkmamış sesiyle şarkı söylemeye çalışıyor. Hayatımda ki bütün rezil anılarımı toplasam bu kadar utanç verici bir şey çıkartamam açıkçası ortaya. Üstelik oğlan bunu birkaç dakika içerisinde beceriyor. Muhtemelen bu anı hayatının en güzel anısı olarak kazınacak beynine. Tabi hatırlarsa. Ama kalabalık içindeki birkaç çıtır ve yanlarında ki, muhtemelen sivilce suratla aynı yaştaki, fazla gelişmiş kancıklar ellerindeki fotoğraf makineleriyle bu anı oğlanın hafızasına kaydetmenin komik olabileceği düşüncesindeler. Sahnede ki oğlana acıyorum, yanımda ki oğlana acıyorum. Ne oluyor amına koyiyim bana? Yine de üstüme vazifeymiş gibi sivilce suratın ileriki zamanlarda bana minnettar kalacağı bir eylemi gerçekleştirmek üzere sahneye gidiyorum. Oğlanı kolundan tutup aşağı çekiyorum, kafa üstü yere düşüyor amcık. Zaten bol olan pantolonu iyice düşüyor kıçından ve ortaya iğrenç bir koku yayılıyor. Bir süre sonra sivilce suratının altına sıçtığını etrafa yayılan bok parçalarından anlıyorum. Peki, galiba çokta minnettar olmayacak bana. Sivilce surat sonunda ayağa kalkıyor. Bana sinirle bakıyor. Pantolonunu yukarı çekiyor.

“Amına kodumun çocuğu, kendine bir düşman kazandın. Götünü kollasan iyi edersin bundan sonra.” Diyor oğlan. Gözümden yaş gelinceye kadar kahkaha atıyorum. “Sende bir bez bağlasan kimse şikayetçi olmaz.” Diyorum, etraftaki herkes gülmekten yerlere yatmış durumda. Sonra sivilce surat, küçücük boyuyla bana vurmaya çalışıyor. Geri çekiliyorum, yumruk bana isabet etmiyor. Sivilce surat o kadar çok sinirleniyor ki, yüzünden gökkuşağının bütün renkleri geçiyor. Hani şu çizgi filmlerde kulaklarından duman çıkaran insanlar olur ya, bana onları anımsatıyor bu amcık oğlanı. Sonra gidip fazla gelişmiş embesillerden birine vuruyor. Ve ortalık bir anda karışıyor. Herkes birbirini tekmelemeye yumruklamaya başlıyor, kızlar saklanmaya çalışıyor, biri Oğuz’un kafasına bira şişesini geçiriyor. Şahsen bu noktada bir kenara oturup olan biten her şeyi izlemek tercihim olsa da, mantıklı hareket polis gelmeden önce eve gitmek. Gözüm Gorci’yi arıyor etrafta. Gorci bir odanın kapısından, bütün malı ortada çıkıyor. Sonra donunu yukarı çekiyor. Pantolonunu giyip kemerini sıkıyor. Yanıma geliyor. Etrafa meraklı gözlerle bakıyor. Hatta kalabalığa girip birkaç kişinin gözüne yumruğunu patlatıyor, eğilip yerden bir şey alıyor. Ne aldığını göremiyorum. Sonra ısrarlarım sonucu kavgadan ayrılıp eve gidiyoruz.

ilk yaptığım iş gidip kovaya sıçmak oluyor. Kovadaki bokun artık kıçıma değdiğini hissetmeye başlıyorum. Sonra da bir parti daha çakıp olduğum yerde sızıyorum.





Kızlarla ilgili anlamadığım şey, onca ay geçse bile nasıl olupta ümitlerini muhafaza ettikleri. Yani muhtemelen kafam güzelken becerdiklerim birkaç ay sonra nasıl oluyorda evimi buluyorlar? Kapıma dayanıyorlar? Ve sanki üzerinden onca ay geçmemiş gibi kaldığımız yerden devam ettiğimizi sanıyorlar? Üstelik size istatiksel bir gerçeği söylemem gerekirse, siz onu becerdikten sonra gelip kapınıza dayanan kızların çoğu siktikleriniz arasında en çirkinleri olacaktır.

Sonuçta güzel olanlar, o anda bile kendilerini becerecek başka birilerini bulma potansiyeline sahipken diğerleri ilk seviştikleri kişinin hayatlarının erkeği olduğunu düşünürler. ilk erkeklerinin sadece onun için yaratıldığını, birsürü ortak noktaları olduğunu kesinlikle çocukları olması gerektiğini falan düşünürler.

Kapıyı açtığımda gelen bahsettiğim hatunlardan biriydi.

Bana tatlı göründüğünü sandığı bir bakış attı.

“Sorun yok değil mi?”

Sorun yok mu? Duyduğum en saçma soru, seni siktikten sonra iki ay çıkagel kapıma sonra sorun yok değil mi? Bir sorun var. Sorun, o miligramlık beyninin içine benim seni sevebileceğim fikrini yerleştirmen. Üzerinde kazı çalışması yapılan götünü birdaha, üstelik uyanıkken isteyebileceğimi düşünmen.

Yalancıktan birkaç gözyaşı döküyorum. Alışık olduğum kısa konuşmayı yapıp benden ümidini kesmesini istiyorum. Uyuşturucu kullanıyorum, bir hata yaptım ancak kurtulamıyorum, seninde bu bok çukuruna düşmeni istemiyorum falan filan işte. Karşımdaki ilk önce ağlar, sonra beni polise şikayet edeceğini söyleyip koşarak uzaklaşır, birdaha da ortalarda gözükmez.

Sorun şu ki, bu gibi durumlarda aşırı bir ümitsizliğe kapılıyorum. Hiçbir zaman kendimi ego merkeziyetçiliğinden kurtartıp, saf halimi göremeyeceğim. Hiçbir zaman bilincimin ben kısmını törpüsüz bırakamayacağım. Hiçbir zaman kendimi kendimmiş gibi göremeyeceğim. Kadınlar, zihnimin aynaları; pürüzsüz kötülüğüm. Midemi bulandırmalarına rağmen onlardan asla vazgeçemeyecek oluşum ise gerçek kabullenişim. Bağımlılığı sadece madde ile sınırlamak, cahillik olur. insan, ruhunu beslemek ve hayatta kalmak için her zaman bir bağımlılığa ihtiyaç duyar. Ahlaksal anlamda, eroin kullanmak ya da televizyon izlemek arasında, bir oyuncağı kırmak ya da bir insanın boynunu kırmak arasında hiçbir fark yok.

Bizler, attığımız her adımda asıl gerçek olanı redderek anlamsızlık içinde anlam ararken attığımız her adımda aslında bu gerçeği bulmaktan ne kadar uzaklaştığımızı göremeyecek kadar kör olmuşuz. Doğanın ahlakını bozmuşken, kendi bilincimize yönelik yeni ahlaklar var edip onların köleleri olmuşuz, varoluşumuzu bir anlam düzlüğüne oturtmaya çalışırken, kafalarımızın içini bokla doldurmuşuz. Hristiyanların inandığı gibi, doğduğumuzda sırtımızda taşıdığımız bir günahla doğarız. Tek farkla, bu günah isa’ya karşı işlediğimiz değil, doğaya karşı işlediğimiz günah.

Her şey bir yanlış anlaşılmadan ibaret, yanılsamalar dünyasında yaşıyoruz ve neyin gerçek olduğu kafamızı karıştıran tek soru oluyor. Gorci’nin yanına gidiyorum “Gorci,” diyorum “nereye gidiyoruz?”

“Nereye gidiyoruz lan? Bir yere gittiğimiz yok bugün için planımız yok.”

“Hayır amına koyiyim, hayatta nereye gidiyoruz? Yani sonunu göremediğim bir düzlükte amaçsız ilerlemek benim canımı sıkmaya başladı artık.”

“Krizde misin?” diye soruyor alaya alarak. Canımın sıkkın olduğunu görünce omzuma sarılıyor. “Yapma lan öyle suratını. Bak ne buldum, sana göstermedim” diyerek gidip pantalonunun cebinden bir şey çıkardı. Elime tutuşturdu. Şu bara giderken bulduğu yüzüktü. Sebepsiz yere sırıttım. Anlam veremediğim bir mutluluk kapladı içimi. “Sevindim kanka.” Dedim. Cidden kast ederek söyledim bu cümleyi.

Anladım, yani aslında hayatta hiçbir amacımız yok. Absürd bir komedi filmi yaşadıklarımız. Amaçsız, gereksiz. Bunun hakkında düşünmekte zaman kaybı. Küçük bir yüzük, üstelik ne bana getirisi olan ne de benim olan bir şey biraz önce yüzümü güldürdü. işte gittiğimiz yer. Biz insanlara hayatta yaşamak için birkaç on yıl verilmiş. Kısa bir zaman, gerçekten kısa bir zaman. Madem yaşamayı kabul ediyoruz kendimizi öldürmeyerek. Gerçeklerinde farkına varmaya kabul etmeliyiz.

işte bunu anladım. Evrende cevaplanması gereken onca soru var, ancak hiçbirini cevaplayamayacağız.
Bizde o zaman baş edemeyeceğimiz şeylerle uğraşmaktansa, mantığın alabildiğince geniş sınırlarında bize ayrılan kısımda yaşayalım. Bizi mutlu eden her şeye yaşayalım. Hayatlarımız ne kadar sıkıcılığa batmış olsa da toplumun dayattığı mutsuzluk zincirlerininden kurtulmak için yaşayalım.

Gidip bir çizgi daha çekiyorum. Keyfime bakıyorum, sonuçta hayat devam ediyor…
Ateş karşısında bozulmayan altın, altın karşısında bozulmayan kadın, kadın karşısında bozulmayan erkek; kalitelidir.
gor ki ve ana ayrılmaz iki kelimedir.
gorki ana
ana gorki.

bi de zorki var. falla bak.
Maksim olan mı ?
aslen aleksey maksimoviç peşkov'dur.

gorki rus dilinde acı anlamına gelmektedir.
Aslen aleksey maksimoviç peşkov olan adını, yaşadığı çileli hayat sonucunda maksim gorki (gorki rusça acı anlamına gelir) olarak değiştirmiş rus yazar ve toplum eleştirmeni.