bugün

1800 lü yılların başlarında osmanlı padişahı ikinci mahmut un halk arasındaki adı.
yaptığı kıyafet devriminden dolayı halife ıı. Mahmud'a halkın taktığı lakaptır. bu gün osmanlıcı geçinen kafasında fes olan amca iyi bilir osmanlıya fes sarığın yerine bu padişah tarafından getirilmiştir. yani fes osmanlının simgesi vs. değil devletin neredeyse dağılmasına yakın kullanılmaya başlanan bir aksesuardır. bu arada üstte fes altta takım elbise tam da bu adamın istediği kılıkta dolaşmakta kendisi.
Laikliği gavurluk olarak Gören cahiller varmış sözlükte.
Sultan II. Mahmud'a (1784-1839; saltanatı: 1808-1839) büyük gayretiyle 19. Yüzyılın başında ortaçağ kisvesinden silkinmeyi denedi, ama ondan sonra gelen padişahlar döneminde, bunun yalnızca bir yanılsama olduğu görüldü. Zaten halk, değişimi benimsememişti. Nu nedenle II. Mahmud'a ''gavur padişah'' damgası vurulmuştur.

(Kaynak: Şengör A.M.C; bilgiyle sohbet, Türkiye iş Bankası kültür yayınları, 2013 syf. 480)
günümüzün neo osmanlıcı satılmış beyinlilerin sevmediği padişahtır.

tıpkı 3. selim gibi.

lakin mısırı, kıbrısı, balkanların çoğunu savaşmadan vermiş, kendi gölgesinden korkan, borsa oynayan, içki içen adamı baştacı ederler.

ne desek faydasız, ne desek gg.

cahilliğinizde boğulun.
görsel

Böyle güzel bir tabloya sahip padişahtır imparatorluğu geç de olsa 19. Yy ın başında ortaçağ havasından çıkartıp çağa ayak uydurmaya endekslemiştir osmanlının son soy atasıdır muhalifleri tarafından gavur padişah ismi takılmıştır sarık ve cübbeyi kaldırıp fes ceket kravat ve setreyi getirmiştir cumhuriyete giden yolun ilk adımını atmış olan padişahtır.
ikinci Mahmud için söylenen sözdür.

Kendisine bu lakabın takılmasının sebebi tabi ki yenilikçi bir isim olmasından kaynaklıdır. Eğitimden askeri alana kadar bir çok yeniliğe imza atmış ve osmanlı'nın modernleşmesi için adım atmıştır.

Elinden geldiğinde ileri bir safhaya da taşımıştır.

Kıyafet anlamında da modernleşmeye gitmiş ve kendisini de modernleştirmiştir.

görsel
"askere setre pantolon giydirip imanına halel getiren, gavurları muallim diye karşısına düşüren padişaha allah elbette tevfini esirger" diyenler olmuştur.

Bu yazıyı lise 3 tarih kitabındaki bir resim altından hatırlıyorum. çünkü hocaya yağ çekmek için böyle şeyler ezberlerdik sıra arkadaşım "heredot mahmut" la birlikte.
Devlet memurlarına Sarığı kavuğu vs. Yasaklayıp fes giymeyi emrettiği için gavur padişah olarak namsalmış yiğidimiz. (bkz: şapka kanunu)
medeniyetimizin temel çıkmazlarından birisi.

“...tuhaf, bir asır önce, bizimle mısır arasındaki hudut da burada biterdi.nizip, o zaman yıllarca imparatorluğun son kasabası olarak kaldı. mısırlılarla son cenginimizi de burada verdik. başkumandan hafız paşa karargahını nizip’in etrafına kurmuştu.

bu karargahı malatya’da iken gören poujoulat anlatır: ne kadar renk varsa, o kadar çadır varmış. maviden beyaza, siyahtan kurşuniye, yeşilden sarıya kadar renk renk çadırlar. hepsinin tepelerinde hilalli yıldızlı kırmızı bayrağımız dalgalanıyor. bu karargah o zaman hazırlık yapıyordu. iki sene geçmiş, hazırlık biterek cenk için nizip’e gelinmiştir. 1839 temmuzunun sonları. garip tesadüf, bir asır sonra biz de aynı ayın aynı günlerinde oradayız. frenk seyyahın anlattığı karargahı gözlerimle görüyor gibiyim: nizip’i çevreleyen şu dalgalı topraklar, o sıcak temmuz içinde birdenbire iri iri ve renk çiçekler açmış gibi bezenivermişti.

bu çeşit çeşit çadırlar içinde en büyüğü ve en yeşili... “tarihi ata” anlatır. hafız paşa, malatya’dan hareket ederken, amasya, harput, diyarbekir, sivas, tokat, ve sair yerlerin müftülüklerine hususi posta tatarları çıkarmış. bütün oraların en ünlü hocalarıyla en keskin nefesli şeyhlerini orduya davet ediyor. nizip önünde o renk renk çadırlar içinde en büyüğü ve en yeşili işte bu hacı hocalar için dikildi. çadırın büyüklüğü bunların hem şerefli, hem de çok kalabalık oluşlarındandı; yeşilliği de yeşilin din ve ahiret rengi oluşundandır.

paşa’nın pek öyle dar duygulu olmadığı şuradan belli: çadırın önünde çalan ordu bandosunu bir italyan artist idare etmektedir ve bando donizetti’nin havalarını çalışıyor. antitorosların vahşi dağları arasında bundan bir asır önce avrupa nağmeleri dinleyen frenk seyyahı kulaklarına inanamayacak kadar şaşırmış.

sonra, paşa kendisinden beklenmeyecek kadar bilgilidir de. poujoulat’la ünlü fransız diplomatı talleyrand hakkında münakaşalara girişir. paşa, birçok inkılaplara rağmen yarım asır iktidarı elinden kaçırmayan talleyland’ın zekasını yüksek, fakat yaptığı işi küçük görüyor. poujoulat, paşanın mantıklı fikirlerine cevap vermekten aciz kaldığını söyler.

paşanın cesaret ve bahadırlığını da moltke’nin “şark mektubu”ndan öğreniyoruz . kürd isyanlarını bastırışta gösterdiği yiğitliklerden başka, nizip’te zaferi elinden kaçırdıktan sonra, yenilmek utancından olsun nefsini kurtarmak için, elinde kılıç, azraili canla başla arar dururmuş.

işte bu kırattaki bu osmanlı paşasının yazık ki büyük kusuru vardı: din işlerini askerlik fennine karıştıracak kadar fazla dindar oluşu. elindeki kılıçtan çok yeşil çadırdaki kavuklara güvendi. kendisiyle orduda bulunan tarihçi ata da şaşırmaktadır; “...çokça yeyip içmeden hasıl olma hararetle görülen rüyaların bu ülemaya tabir ettirilmekte olduğu hayretle görülmüştü.” yalnız rüya tabiri değil, kendileri de evliya tavırları alıp “istihare” ye yatarak yapılması lazım işleri keşfediyorlar. yeşil çadırdan çıkan ses, hersesi boğuyordu.

din, hayat sonunun ötesindeki sonsuz karanlığa karşı alaca bir avunuş mudur? peki; din, hayat içindeki husranlarımızı karşılayacak bir nevi ruh desteği midir? peki; din, iyiliğe cazibe, kötülüğe siper, içimize şefkat midir? peki, peki... fakat madde olmayan dinin madde oluşu, hayır, bu olamaz. bak, yeşil çadırdaki kavuk kılıca kumanda ediyor.

işte, ahmed rasim’in tarihinde yazılıdır. ilk gün, mısır ordusu çevirme harekatına kalkmış. biz taarruz edersek tehlikeli bir vaziyete düşecek. fakat o gün cumadır. yeşil çadır “cuma günü harbetmek olmaz” diyor. ertesi gün de mısır ordusu vaziyetini düzeltir. cuma bitmiş, fırsat da gitmişti.

işte gene aynı tarihte yazılı, ilk gece. bir baskın yapılacak. pek çok suriye askeri bizim tarafa geçmek için hazırdır. bu baskınla düşman belki harbedemez hale gelecekti lakin yeşil çadır homurdanır. “ devleti aliye ordusunun şanına öyle geceleyin ve apansız haydutlar gibi karanlıkta harbetmek yakışmazmış”. tuhaf, bu karanlık kafalar karanlıktan hoşlanmıyor!

moltke “şark mektupları”nda yana yakıla söylemez mi? düşmanın yaptığı manevraya göre, bizim birecik karşısındaki müstahkem mevkii tutmamız lazım. hafız paşa bunu kabul ediyor. hareket saati bile kararlaşmıştır. fakat paşa yeşil çadıra girdi. bir müddet sonra çıkınca, alman zabit bakıyor ki bu, bambaşka bir paşadır. yeşil çadır “ricat etmek namusa yakışmaz” demiş. aklı başında, çadıra gir; çadırdan çıktın, aklın başında değil!

akşamüstü vaziyet büsbütün vahimleşince paşanın çadırında meclis kuruldu. moltke, ric’atten başka çare olmadığını söyler. çadırdaki kavuklardan biri, galiba iğri cenginde hoca sadeddin’in korkak padişaha sebat edişini hatırlamış olacak, “sabr ü sebat mucib i fevzü necattır” dedi.

sözü dinlenmeyen moltke haklı bir hiddetle istifasını veriyor. ondan 33 yıl sonra fransız ordusunu yenip paris’i alan adam, bizim yeşil çadıra yenilmişti.

yeşil çadır, yeşil çadır... neye karışırsa onu karıştıran çadır, şükür seni artık kökünden kaldırdık."

kaynak: yurttan yazılar, ismail habip sevük, sf 54-59, kültür bakanlığı yayınları