bugün
- bamya seven insan13
- gideon reid morgan jj silik yesin kampanyası10
- magnum un 2 tl olduğu yıllar16
- artık kadınlardan uzak duruyorum11
- memati192315
- arap milliyetçiliği15
- hiç kavga oluyormu sözlükte8
- ayet ile hadis çelişirse hadisten hüküm alırım8
- türk kızlarının türk erkeklerinden nefret etmesi15
- aydinoglu bombala25
- sözlük yazarlarının kaç flörtü var11
- kel kadın olmaması9
- gideon reid morgan jj31
- sözlük erkeklerinin fotoğraf atmaması36
- true'ya vurmak isteyen sözlük erkekleri tam liste8
- dinsiz kitapsız kafir ve küresel ıkınma ilişkisi8
- dolar neden düşmüyor avradnı sikiyim8
- insanlara nasıl faydalı olurum8
- 12 haziran 2024 istanbul sıcağı13
- eşcinsel bir erkeğe küresel'in fotosunu göstermek16
- anın görüntüsü13
- neden fenerbahçeliyim8
- yeşil pasaportlu koca arayan hanım abla17
- jose mourinho35
- bik bik kiraz yerken siz fakirler ne yapıyorsunuz16
- erkeklerin çoğunun yalnız olması13
- hakemlerle şampiyon olmak12
- manyak olmaya karar verdim9
- sözlük erkeklerinin fotoları başlığına bakan erkek8
- yazarlardan akıl almak18
- islamcıların saç ile alıp veremediği nedir11
- kürt milliyetçiliğinin çok komik olması9
- siradansiradisibiri8
- kuresele yavsayan gotler tam liste24
- küresel ısınmanın erkek kökünü kurutacak olması11
- rte türkiyenin geleceğinin garantisidir16
- galatasaray'ın ünlü bir hakemle anlaşması15
- 4 israilli rehine için 274 filistinli ölmesi10
- beyler moralim bozuk yardımcı olur musunuz9
- türbanlı bacımızın milletin ortasında öpüşmesi22
- bizi tanrı değil bilim kurtaracak14
- bir kızın sizi sevip sevmediğini anlama yöntemleri9
- tebliğcilerin insanların giyimine karışması15
- üstteki yazar sevdiği ve sevmediği iki şey11
- allah'ı seven insan8
- vatanınızın kıymetini bilen diyen gurbetçi16
- ramazanda anne sütü içmeyen oruçlu bebek12
- tehlike içermeyen köpeği götüreni durdurmak15
- ağzı göt gibi kokan erkek8
- 3 çarpı 3 çarpı 38
medeniyetimizin temel çıkmazlarından birisi.
“...tuhaf, bir asır önce, bizimle mısır arasındaki hudut da burada biterdi.nizip, o zaman yıllarca imparatorluğun son kasabası olarak kaldı. mısırlılarla son cenginimizi de burada verdik. başkumandan hafız paşa karargahını nizip’in etrafına kurmuştu.
bu karargahı malatya’da iken gören poujoulat anlatır: ne kadar renk varsa, o kadar çadır varmış. maviden beyaza, siyahtan kurşuniye, yeşilden sarıya kadar renk renk çadırlar. hepsinin tepelerinde hilalli yıldızlı kırmızı bayrağımız dalgalanıyor. bu karargah o zaman hazırlık yapıyordu. iki sene geçmiş, hazırlık biterek cenk için nizip’e gelinmiştir. 1839 temmuzunun sonları. garip tesadüf, bir asır sonra biz de aynı ayın aynı günlerinde oradayız. frenk seyyahın anlattığı karargahı gözlerimle görüyor gibiyim: nizip’i çevreleyen şu dalgalı topraklar, o sıcak temmuz içinde birdenbire iri iri ve renk çiçekler açmış gibi bezenivermişti.
bu çeşit çeşit çadırlar içinde en büyüğü ve en yeşili... “tarihi ata” anlatır. hafız paşa, malatya’dan hareket ederken, amasya, harput, diyarbekir, sivas, tokat, ve sair yerlerin müftülüklerine hususi posta tatarları çıkarmış. bütün oraların en ünlü hocalarıyla en keskin nefesli şeyhlerini orduya davet ediyor. nizip önünde o renk renk çadırlar içinde en büyüğü ve en yeşili işte bu hacı hocalar için dikildi. çadırın büyüklüğü bunların hem şerefli, hem de çok kalabalık oluşlarındandı; yeşilliği de yeşilin din ve ahiret rengi oluşundandır.
paşa’nın pek öyle dar duygulu olmadığı şuradan belli: çadırın önünde çalan ordu bandosunu bir italyan artist idare etmektedir ve bando donizetti’nin havalarını çalışıyor. antitorosların vahşi dağları arasında bundan bir asır önce avrupa nağmeleri dinleyen frenk seyyahı kulaklarına inanamayacak kadar şaşırmış.
sonra, paşa kendisinden beklenmeyecek kadar bilgilidir de. poujoulat’la ünlü fransız diplomatı talleyrand hakkında münakaşalara girişir. paşa, birçok inkılaplara rağmen yarım asır iktidarı elinden kaçırmayan talleyland’ın zekasını yüksek, fakat yaptığı işi küçük görüyor. poujoulat, paşanın mantıklı fikirlerine cevap vermekten aciz kaldığını söyler.
paşanın cesaret ve bahadırlığını da moltke’nin “şark mektubu”ndan öğreniyoruz . kürd isyanlarını bastırışta gösterdiği yiğitliklerden başka, nizip’te zaferi elinden kaçırdıktan sonra, yenilmek utancından olsun nefsini kurtarmak için, elinde kılıç, azraili canla başla arar dururmuş.
işte bu kırattaki bu osmanlı paşasının yazık ki büyük kusuru vardı: din işlerini askerlik fennine karıştıracak kadar fazla dindar oluşu. elindeki kılıçtan çok yeşil çadırdaki kavuklara güvendi. kendisiyle orduda bulunan tarihçi ata da şaşırmaktadır; “...çokça yeyip içmeden hasıl olma hararetle görülen rüyaların bu ülemaya tabir ettirilmekte olduğu hayretle görülmüştü.” yalnız rüya tabiri değil, kendileri de evliya tavırları alıp “istihare” ye yatarak yapılması lazım işleri keşfediyorlar. yeşil çadırdan çıkan ses, hersesi boğuyordu.
din, hayat sonunun ötesindeki sonsuz karanlığa karşı alaca bir avunuş mudur? peki; din, hayat içindeki husranlarımızı karşılayacak bir nevi ruh desteği midir? peki; din, iyiliğe cazibe, kötülüğe siper, içimize şefkat midir? peki, peki... fakat madde olmayan dinin madde oluşu, hayır, bu olamaz. bak, yeşil çadırdaki kavuk kılıca kumanda ediyor.
işte, ahmed rasim’in tarihinde yazılıdır. ilk gün, mısır ordusu çevirme harekatına kalkmış. biz taarruz edersek tehlikeli bir vaziyete düşecek. fakat o gün cumadır. yeşil çadır “cuma günü harbetmek olmaz” diyor. ertesi gün de mısır ordusu vaziyetini düzeltir. cuma bitmiş, fırsat da gitmişti.
işte gene aynı tarihte yazılı, ilk gece. bir baskın yapılacak. pek çok suriye askeri bizim tarafa geçmek için hazırdır. bu baskınla düşman belki harbedemez hale gelecekti lakin yeşil çadır homurdanır. “ devleti aliye ordusunun şanına öyle geceleyin ve apansız haydutlar gibi karanlıkta harbetmek yakışmazmış”. tuhaf, bu karanlık kafalar karanlıktan hoşlanmıyor!
moltke “şark mektupları”nda yana yakıla söylemez mi? düşmanın yaptığı manevraya göre, bizim birecik karşısındaki müstahkem mevkii tutmamız lazım. hafız paşa bunu kabul ediyor. hareket saati bile kararlaşmıştır. fakat paşa yeşil çadıra girdi. bir müddet sonra çıkınca, alman zabit bakıyor ki bu, bambaşka bir paşadır. yeşil çadır “ricat etmek namusa yakışmaz” demiş. aklı başında, çadıra gir; çadırdan çıktın, aklın başında değil!
akşamüstü vaziyet büsbütün vahimleşince paşanın çadırında meclis kuruldu. moltke, ric’atten başka çare olmadığını söyler. çadırdaki kavuklardan biri, galiba iğri cenginde hoca sadeddin’in korkak padişaha sebat edişini hatırlamış olacak, “sabr ü sebat mucib i fevzü necattır” dedi.
sözü dinlenmeyen moltke haklı bir hiddetle istifasını veriyor. ondan 33 yıl sonra fransız ordusunu yenip paris’i alan adam, bizim yeşil çadıra yenilmişti.
yeşil çadır, yeşil çadır... neye karışırsa onu karıştıran çadır, şükür seni artık kökünden kaldırdık."
kaynak: yurttan yazılar, ismail habip sevük, sf 54-59, kültür bakanlığı yayınları
“...tuhaf, bir asır önce, bizimle mısır arasındaki hudut da burada biterdi.nizip, o zaman yıllarca imparatorluğun son kasabası olarak kaldı. mısırlılarla son cenginimizi de burada verdik. başkumandan hafız paşa karargahını nizip’in etrafına kurmuştu.
bu karargahı malatya’da iken gören poujoulat anlatır: ne kadar renk varsa, o kadar çadır varmış. maviden beyaza, siyahtan kurşuniye, yeşilden sarıya kadar renk renk çadırlar. hepsinin tepelerinde hilalli yıldızlı kırmızı bayrağımız dalgalanıyor. bu karargah o zaman hazırlık yapıyordu. iki sene geçmiş, hazırlık biterek cenk için nizip’e gelinmiştir. 1839 temmuzunun sonları. garip tesadüf, bir asır sonra biz de aynı ayın aynı günlerinde oradayız. frenk seyyahın anlattığı karargahı gözlerimle görüyor gibiyim: nizip’i çevreleyen şu dalgalı topraklar, o sıcak temmuz içinde birdenbire iri iri ve renk çiçekler açmış gibi bezenivermişti.
bu çeşit çeşit çadırlar içinde en büyüğü ve en yeşili... “tarihi ata” anlatır. hafız paşa, malatya’dan hareket ederken, amasya, harput, diyarbekir, sivas, tokat, ve sair yerlerin müftülüklerine hususi posta tatarları çıkarmış. bütün oraların en ünlü hocalarıyla en keskin nefesli şeyhlerini orduya davet ediyor. nizip önünde o renk renk çadırlar içinde en büyüğü ve en yeşili işte bu hacı hocalar için dikildi. çadırın büyüklüğü bunların hem şerefli, hem de çok kalabalık oluşlarındandı; yeşilliği de yeşilin din ve ahiret rengi oluşundandır.
paşa’nın pek öyle dar duygulu olmadığı şuradan belli: çadırın önünde çalan ordu bandosunu bir italyan artist idare etmektedir ve bando donizetti’nin havalarını çalışıyor. antitorosların vahşi dağları arasında bundan bir asır önce avrupa nağmeleri dinleyen frenk seyyahı kulaklarına inanamayacak kadar şaşırmış.
sonra, paşa kendisinden beklenmeyecek kadar bilgilidir de. poujoulat’la ünlü fransız diplomatı talleyrand hakkında münakaşalara girişir. paşa, birçok inkılaplara rağmen yarım asır iktidarı elinden kaçırmayan talleyland’ın zekasını yüksek, fakat yaptığı işi küçük görüyor. poujoulat, paşanın mantıklı fikirlerine cevap vermekten aciz kaldığını söyler.
paşanın cesaret ve bahadırlığını da moltke’nin “şark mektubu”ndan öğreniyoruz . kürd isyanlarını bastırışta gösterdiği yiğitliklerden başka, nizip’te zaferi elinden kaçırdıktan sonra, yenilmek utancından olsun nefsini kurtarmak için, elinde kılıç, azraili canla başla arar dururmuş.
işte bu kırattaki bu osmanlı paşasının yazık ki büyük kusuru vardı: din işlerini askerlik fennine karıştıracak kadar fazla dindar oluşu. elindeki kılıçtan çok yeşil çadırdaki kavuklara güvendi. kendisiyle orduda bulunan tarihçi ata da şaşırmaktadır; “...çokça yeyip içmeden hasıl olma hararetle görülen rüyaların bu ülemaya tabir ettirilmekte olduğu hayretle görülmüştü.” yalnız rüya tabiri değil, kendileri de evliya tavırları alıp “istihare” ye yatarak yapılması lazım işleri keşfediyorlar. yeşil çadırdan çıkan ses, hersesi boğuyordu.
din, hayat sonunun ötesindeki sonsuz karanlığa karşı alaca bir avunuş mudur? peki; din, hayat içindeki husranlarımızı karşılayacak bir nevi ruh desteği midir? peki; din, iyiliğe cazibe, kötülüğe siper, içimize şefkat midir? peki, peki... fakat madde olmayan dinin madde oluşu, hayır, bu olamaz. bak, yeşil çadırdaki kavuk kılıca kumanda ediyor.
işte, ahmed rasim’in tarihinde yazılıdır. ilk gün, mısır ordusu çevirme harekatına kalkmış. biz taarruz edersek tehlikeli bir vaziyete düşecek. fakat o gün cumadır. yeşil çadır “cuma günü harbetmek olmaz” diyor. ertesi gün de mısır ordusu vaziyetini düzeltir. cuma bitmiş, fırsat da gitmişti.
işte gene aynı tarihte yazılı, ilk gece. bir baskın yapılacak. pek çok suriye askeri bizim tarafa geçmek için hazırdır. bu baskınla düşman belki harbedemez hale gelecekti lakin yeşil çadır homurdanır. “ devleti aliye ordusunun şanına öyle geceleyin ve apansız haydutlar gibi karanlıkta harbetmek yakışmazmış”. tuhaf, bu karanlık kafalar karanlıktan hoşlanmıyor!
moltke “şark mektupları”nda yana yakıla söylemez mi? düşmanın yaptığı manevraya göre, bizim birecik karşısındaki müstahkem mevkii tutmamız lazım. hafız paşa bunu kabul ediyor. hareket saati bile kararlaşmıştır. fakat paşa yeşil çadıra girdi. bir müddet sonra çıkınca, alman zabit bakıyor ki bu, bambaşka bir paşadır. yeşil çadır “ricat etmek namusa yakışmaz” demiş. aklı başında, çadıra gir; çadırdan çıktın, aklın başında değil!
akşamüstü vaziyet büsbütün vahimleşince paşanın çadırında meclis kuruldu. moltke, ric’atten başka çare olmadığını söyler. çadırdaki kavuklardan biri, galiba iğri cenginde hoca sadeddin’in korkak padişaha sebat edişini hatırlamış olacak, “sabr ü sebat mucib i fevzü necattır” dedi.
sözü dinlenmeyen moltke haklı bir hiddetle istifasını veriyor. ondan 33 yıl sonra fransız ordusunu yenip paris’i alan adam, bizim yeşil çadıra yenilmişti.
yeşil çadır, yeşil çadır... neye karışırsa onu karıştıran çadır, şükür seni artık kökünden kaldırdık."
kaynak: yurttan yazılar, ismail habip sevük, sf 54-59, kültür bakanlığı yayınları
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar