bugün

gavur padişah

medeniyetimizin temel çıkmazlarından birisi.

“...tuhaf, bir asır önce, bizimle mısır arasındaki hudut da burada biterdi.nizip, o zaman yıllarca imparatorluğun son kasabası olarak kaldı. mısırlılarla son cenginimizi de burada verdik. başkumandan hafız paşa karargahını nizip’in etrafına kurmuştu.

bu karargahı malatya’da iken gören poujoulat anlatır: ne kadar renk varsa, o kadar çadır varmış. maviden beyaza, siyahtan kurşuniye, yeşilden sarıya kadar renk renk çadırlar. hepsinin tepelerinde hilalli yıldızlı kırmızı bayrağımız dalgalanıyor. bu karargah o zaman hazırlık yapıyordu. iki sene geçmiş, hazırlık biterek cenk için nizip’e gelinmiştir. 1839 temmuzunun sonları. garip tesadüf, bir asır sonra biz de aynı ayın aynı günlerinde oradayız. frenk seyyahın anlattığı karargahı gözlerimle görüyor gibiyim: nizip’i çevreleyen şu dalgalı topraklar, o sıcak temmuz içinde birdenbire iri iri ve renk çiçekler açmış gibi bezenivermişti.

bu çeşit çeşit çadırlar içinde en büyüğü ve en yeşili... “tarihi ata” anlatır. hafız paşa, malatya’dan hareket ederken, amasya, harput, diyarbekir, sivas, tokat, ve sair yerlerin müftülüklerine hususi posta tatarları çıkarmış. bütün oraların en ünlü hocalarıyla en keskin nefesli şeyhlerini orduya davet ediyor. nizip önünde o renk renk çadırlar içinde en büyüğü ve en yeşili işte bu hacı hocalar için dikildi. çadırın büyüklüğü bunların hem şerefli, hem de çok kalabalık oluşlarındandı; yeşilliği de yeşilin din ve ahiret rengi oluşundandır.

paşa’nın pek öyle dar duygulu olmadığı şuradan belli: çadırın önünde çalan ordu bandosunu bir italyan artist idare etmektedir ve bando donizetti’nin havalarını çalışıyor. antitorosların vahşi dağları arasında bundan bir asır önce avrupa nağmeleri dinleyen frenk seyyahı kulaklarına inanamayacak kadar şaşırmış.

sonra, paşa kendisinden beklenmeyecek kadar bilgilidir de. poujoulat’la ünlü fransız diplomatı talleyrand hakkında münakaşalara girişir. paşa, birçok inkılaplara rağmen yarım asır iktidarı elinden kaçırmayan talleyland’ın zekasını yüksek, fakat yaptığı işi küçük görüyor. poujoulat, paşanın mantıklı fikirlerine cevap vermekten aciz kaldığını söyler.

paşanın cesaret ve bahadırlığını da moltke’nin “şark mektubu”ndan öğreniyoruz . kürd isyanlarını bastırışta gösterdiği yiğitliklerden başka, nizip’te zaferi elinden kaçırdıktan sonra, yenilmek utancından olsun nefsini kurtarmak için, elinde kılıç, azraili canla başla arar dururmuş.

işte bu kırattaki bu osmanlı paşasının yazık ki büyük kusuru vardı: din işlerini askerlik fennine karıştıracak kadar fazla dindar oluşu. elindeki kılıçtan çok yeşil çadırdaki kavuklara güvendi. kendisiyle orduda bulunan tarihçi ata da şaşırmaktadır; “...çokça yeyip içmeden hasıl olma hararetle görülen rüyaların bu ülemaya tabir ettirilmekte olduğu hayretle görülmüştü.” yalnız rüya tabiri değil, kendileri de evliya tavırları alıp “istihare” ye yatarak yapılması lazım işleri keşfediyorlar. yeşil çadırdan çıkan ses, hersesi boğuyordu.

din, hayat sonunun ötesindeki sonsuz karanlığa karşı alaca bir avunuş mudur? peki; din, hayat içindeki husranlarımızı karşılayacak bir nevi ruh desteği midir? peki; din, iyiliğe cazibe, kötülüğe siper, içimize şefkat midir? peki, peki... fakat madde olmayan dinin madde oluşu, hayır, bu olamaz. bak, yeşil çadırdaki kavuk kılıca kumanda ediyor.

işte, ahmed rasim’in tarihinde yazılıdır. ilk gün, mısır ordusu çevirme harekatına kalkmış. biz taarruz edersek tehlikeli bir vaziyete düşecek. fakat o gün cumadır. yeşil çadır “cuma günü harbetmek olmaz” diyor. ertesi gün de mısır ordusu vaziyetini düzeltir. cuma bitmiş, fırsat da gitmişti.

işte gene aynı tarihte yazılı, ilk gece. bir baskın yapılacak. pek çok suriye askeri bizim tarafa geçmek için hazırdır. bu baskınla düşman belki harbedemez hale gelecekti lakin yeşil çadır homurdanır. “ devleti aliye ordusunun şanına öyle geceleyin ve apansız haydutlar gibi karanlıkta harbetmek yakışmazmış”. tuhaf, bu karanlık kafalar karanlıktan hoşlanmıyor!

moltke “şark mektupları”nda yana yakıla söylemez mi? düşmanın yaptığı manevraya göre, bizim birecik karşısındaki müstahkem mevkii tutmamız lazım. hafız paşa bunu kabul ediyor. hareket saati bile kararlaşmıştır. fakat paşa yeşil çadıra girdi. bir müddet sonra çıkınca, alman zabit bakıyor ki bu, bambaşka bir paşadır. yeşil çadır “ricat etmek namusa yakışmaz” demiş. aklı başında, çadıra gir; çadırdan çıktın, aklın başında değil!

akşamüstü vaziyet büsbütün vahimleşince paşanın çadırında meclis kuruldu. moltke, ric’atten başka çare olmadığını söyler. çadırdaki kavuklardan biri, galiba iğri cenginde hoca sadeddin’in korkak padişaha sebat edişini hatırlamış olacak, “sabr ü sebat mucib i fevzü necattır” dedi.

sözü dinlenmeyen moltke haklı bir hiddetle istifasını veriyor. ondan 33 yıl sonra fransız ordusunu yenip paris’i alan adam, bizim yeşil çadıra yenilmişti.

yeşil çadır, yeşil çadır... neye karışırsa onu karıştıran çadır, şükür seni artık kökünden kaldırdık."

kaynak: yurttan yazılar, ismail habip sevük, sf 54-59, kültür bakanlığı yayınları
güncel Önemli Başlıklar