sanki yine dizinin dibine oturup hayranlıkla, ihsan oktay'ı dinlediğim kitap. bitmesin diye yavaş yavaş okuduğum. sözlüğüme "gebergâh" gibi müthiş bir kelimeyi eklediğim,önceki romanlarının aksine farklı zaman,konu ve karakterleri barındıran eser.
yedinci gün adlı romanında insan-ı kamil diye adlandırılan ve antropologlar tarafından incelenmek üzere kaçırılan idris amil zula adlı karakter, bu romanda daha detaylı işleniyor.
kitaptaki dayı karakterinden tutun da efgan bakara'ya kadar renk çümbüşü bir dolu kahraman var. kahramanımız idris amil ise ne iş yaptığı tam bilinmeyen; yeri gelince kabadayı, yeri gelince romancı-şair, yeri gelince de köfteci olmaktadır. hatta bir ara hırsızlık ve korsan kitap işine de girmiştir.
ihsan oktay anar diğer kitaplarında mizah ögesini çeşni olarak kullanırken; bu romanı direkt mizah eksenli yazmış. ama biz onun gizem dolu romanlarına alışmışız bir kere.
bir de kitabı bitirince 3 gün boyunca şu nidayı çıkararak geziyorsunuz: hüüüüüüüüüüüüüüüüüüüp! jjjjjjjjjjjjjjjjt! nah-ha!
Çıktığı gün aldığım kitabı okumaya elim gitmedi. Aynısı yedinci gün'de de olmuştu. Bir türlü başlayamamıştım okumaya. "Ya biterse", "ya bir sonraki kitap 5 yıl sonra çıkarsa" korkusu, elimi götürmedi bir türlü bu kitaba.
Öyle bir yazarın kitabıdır işte Galiz Kahraman... Kitaplarını elinize almaya korkarsınız, ihsan oktay anar durmadan anlatsın, hiç bitmesin istersiniz. Bu yüzdendir, bu kitabın bu kadar çok sevilememesi. ilk baştan söylemeliyim, bir puslu kıtalar atlası ya da bir suskunlar daha yazmayacak ihsan oktay anar. Yazmasın da zaten... Kendi çıtasını en baştan o kadar yükseğe koydu ki, bir daha hiçbir yazdığı şey, onlar kadar zevk vermeyecek. Bu sonraki yazdığı kitapların kötü kitaplar olduğu anlamına gelmiyor elbette. Bu kadar iyi bir kitabı dahi "olmamış bu" diye eleştire biliyor isek, bu yazarın ne kadar iyi bir yazar olduğunu gösterir.
--spoiler--
ilk önce, birileri ihsan Oktay Anar'ı biçem konusunda epeyce kızdırmış. Hatta kitap sanki, sadece bu eleştirilere yanıt olsun diye yazılmış görüntüsü veriyor. ihsan Oktay Anar, "edebiyat dediğini belli kalıplara sığdıramazsın, hayal etmenin sınırı olmadığı sürece, edebiyatın da sınırı olmayacak" mesajı veriyor ve edebiyatı belli kalıplara sokmak isteyenlere verip veriştiriyor.
Hikayeye dönecek olur isek, toplumsal içtimai anlamda pek fazla suya sabuna dokunmayan ihsan oktay anar, yedinci gün ile kırmaya başladığı bu suya sabuna dokunmama meselesini, galiz kahraman ile tavan yaptırıyor. Ülkenin muhafazakarları ve "part-taym" dincileri doğrudan hedef alıyor. Başkarakter idris amil hazretleri'nin kasımpaşa'da doğmuş ve büyümüş olması, narsist, çıkarcı, dalavere konusunda uzman olması akla, hemen Recep Tayyip Erdoğan'ı getiriyor. Evet, karakterde onun özelliklerinden yararlanılmış. Ancak kitabın sonunda da görüleceği üzere, idris amil hazretlerinin tüm insanlığın ortak yüzü olduğu sonucuna varılıyor.
Efgan Bakara ise tam anlamıyla iyinin, güzelin, doğrunun ve saflığın sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Kendine özgü düşüncelerinin olması ve düşüncelere kimsenin kıymet vermemesi; ancak bu düşüncelerinden yine de vazgeçmemesi, gariban, boynu bükük hali okuyucunun bir anda Efgan Bakara'nın etrafında toplanmasına neden oluyor.
ihsan Oktay Anar, ne kadar gerilere giderse, kitabın dili o kadar ağırlaşıyor. Bu da okuyucuya ayrı bir zevk veriyor. Ancak hikaye büyük ihtimalle, günümüze daha yakın bir zaman diliminde geçiyor. Bu yüzden, diğer kitaplarının aksine, bu kitapta elinizi sözlüğe götürmenize çok gerek kalmıyor.
--spoiler--
ihsan oktay anarın bir antikarakteri, yani çirkin, kötü kalpli, çıkarcı birini baş kahraman olarak bize sunduğu romanı. malesef puslu kıtalar atlası ve suskunların yanına bile yaklaşamayacak olan bu roman, eğer yazarın ilk eseri olsa idi, bugün hiçbirimiz uzun ihsanı tanımayacaktık. büyülü bir dünyaya adım atmak ümidiyle başladığım galiz kahraman beni hayal kırıklığına uğrattı. hasılı uzun ihsan efendi sanırım yazıp yazabileceği en iyi kitapları yazdı ve hayal gücü artık eskisi gibi iyi çalışmıyor. yahut bilinçli olarak topluma yönelik eleştirilerini bir kitapta toplayarak romancılığa veda ediyor ve bu esnada lafı gediğine koyuyor.
spoilerlı edit: antropologun 1000 farklı fotoğrafı aynı kağıda tab etmesi sonucu ortaya çıkan görüntünün idris amil hazretlerine tıpatıp benzemesi yazarın bize verdiği ince ayardır. yani idris amil hazretlerinin bünyesinde toplanan kötü özelliklerin her biri aslında bizim kötü taraflarımız. açgözlülüğü birimizden, kötü huyu öbürümüzden, fitnesi bir diğerimizden idris amile nakledilmiş.
Yazarın önceki kitapları ile kıyaslayarak kitaptan alınabilecek farklı tatları kaçırmamak gerekir. Klasik uzun ihsan dizeleri tadında diyaloglar ve espriler çok ince ve felsefi. Keyifle okudum, yüreğine ve beyin sinirlerine sağlık koca adam.
Yalnız, kendisiyle bir acı kahve içip muhabbetin belini kırmak isteyen ancak nasıl ulaşacağını bilmeyen ben için resmen bir gönderme yapmış sevgili yazar:
"Zaten, meşhur romancının nerede ikamet ettiğini bilmemek için cahil cühela olmak gerekirdi."
dün akşam bitirdim. ve aslında bir çırpıda okudum, ki zaten hepi topu 192 sayfa. yani 2 akşamda olayı finale erdirdim.
şimdi gelelim saadede; üstadın bütün kitapları arasında sondan ikinci olur ve/veya yedinci gün ile aynı kefeye koyarım.
hatta zaman zaman yedinci gün kitabında akış daha da bir iyiydi gibi. zaman zaman diyorum tabi.
bunda ise bir süreklilik vardı, asla sıkılmadım ama hep acaba gerçek atraksiyon, gerçek karakter ne zaman ortaya çıkacak ve kurgu tavan yapacak beklentisi ile zaten kitabı bitiriyorsunuz. tekdüze bir gidiş, akış var.
demem şu: uzun ihsan efendi* son iki kitabında bize daha gerçekçi, daha az hayal gücü barındıran ama buna karşılık oldukça fazla siyasi, edebi ve hatta ticari hayat göndermesi/göndermeleri barındıran kitaplar ve karakterler sundu.
bunu da onun değişim isteğine bağlıyorum aslında, hatta biraz son dönem siyasete, edebiyata ve kirlenen türkiye'ye kafayı takmış hissettirdi bana. ben sebebini böyle açıklıyorum.
yoksa hikayeler, tipler ve göndermeler, benzetmeler ile dil yine şahane, yine harika.
yine düşündürüyor, güldürüyor ve yine sunturlu küfürler ettiriyor birilerine.
ama bir puslu kıtalar atlası, bir suskunlar, bir amat değil, daha başka bu* ve bir evvel ki yedinci gün.