cioran 1911-1995 yılları arasında yaşamış, karamsarlığıyla ünlü rumen bir yazar ve filozoftur. kendisi de bir röportajında hep depresyon anlarında yazdığını söylemiş. “böyle zamanlarda yazmak, keyfimce tasarladığım bir tür tedavi haline geliyor.” demiş. “çünkü dans etmek istediğiniz zaman yazmazsınız.”
aristoteles ‘katarsis’ diyordu bu arınma yöntemine. insanın özellikle bilinçdışına attığı, genelde onda üzüntü ya da öfke uyandıran hisleri dışavurması bu. bir köpeğin yarasını yalayarak, kendi kendini iyileştirmesi gibi bir şey. bazısı yazarak, bazısı çizerek, bazısı da besteleyerek yapar bunu. cioran da karamsarlığını yazarak aslında kendi kendini iyileştiriyordu.
ve aslında ben de bir okuru olarak, rahatlıyorum onu okuduğumda, çünkü eski bir dostumla dertleşiyormuş gibi hissediyorum bu sırada. yani çift taraflı bir tedavi yöntemi gibi onun kitaplarını okumak. örneğin franz kafka da çok melankolik bir yazardı ama onu okuduğumuzda da bir rahatlık hissederiz, çünkü kötü de olsa, bize gerçeği karamsar yazarlar söyler genelde.
son sözü gene cioran söylesin: “gerçek yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil, insanlar arasında acı çekendir.” (çürümenin kitabı'ndan)
-Zamanımın yara izlerini üzerimde fazlasıyla hissediyorum: Tanrı’yı rahat bırakmıyorum; züppelerle birlikte, onun öldüğünü geveleyerek eğleniyorum, sanki bunun bir anlamı varmış gibi. Densizlikle, yalnızlıklarımızı ve içlerindeki en yüce hayaleti baştan savdığımızı sanıyoruz. Gerçekte, artan yalnızlıklarımız, onlara tebelleş olan şeye bizi yaklaştırmaktan başka bir şey yapmaz.
-Yaşlılık, kısacası, yaşamış olmanın cezasından başka bir şey değildir.
-Tükenmişliğinin doruğunda, tarihin yükünden kurtulan insan, benzersiz olmaktan da feragat ettiğinde, hiçbir şeyin dolduramayacağı bomboş bir bilinçten başka bir şey kalmayacaktır elinde: hüsrana uğramış bir mağara devri insanı, her şeyden vazgeçmiş bir mağara adamı.
"kararlılığının baş ilkesi harekete geçiş ve anlayış biçimin olan burukluk; dünyadan tiksinmenle kendine acıman arasındaki gelgitin tek sabit noktasıdır."
"eğer tamamen dürüst olsaydım, kendi kendime şu soruyu sorardım: yaşamaya neden devam ettiğimi bilmiyorum ve buna karşın yaşamakta neden bu kadar diretiyorum? bu sorunun cevabı muhtemelen, hayatın içindeki irrasyonel özün ortada herhangi bir neden yokken onu korumasında yatıyor. peki ya yaşamak için yalnızca saçma nedenler mevcutsa? bu nedenler bizi hâlâ yaşamak için motive etmeye devam edebilirler mi? bu dünya, bir inanç ya da bir fikir uğrunda tek bir kurban bile vermeye değmez. selametimiz ve aydınlanmamız uğrunda kendilerini feda edip ölenlere karşın, bugün ne derece mutluyuz? selamet mi? aydınlanma mı? benim mutluluğum için birisi canını feda etseydi, ben bundan dolayı daha da fazla mutsuz olurdum. çünkü, hayatımı bir mezarlık üzerine inşa etmek istemiyorum."
"aklımı kaybetmeyi bir şartla isteyebilirdim, gece gündüz güleç, sorunsuz ve takıntısız, neşeli ve keyfi yerinde bir deli haline geleceğim kesin olmalı. kaynağını aydınlıktan alan esriklikleri şiddetle arzular ama yine de onlara sırt çevirirdim, çünkü onlar, karanlık bunalımları daima peşlerinde sürüklerler. bunun yerine, yalnızca benim içimden fışkıran ve dünyanın çehresini güzelleştirebilecek, esrikliğin geriliminden uzak, aydınlık bir sonsuzun sukunetini koruyabilecek bir ışık banyosunu tercih ederim. o, bir gülümsemenin zarafetine, onun sıcaklığındaki hafifliğe sahip olurdu. ve ben, bütün dünyanın, bu aydınlık rüyanın üzerinde, bu saydamlık ve özdeksizliğin içinde yüzmesini isterdim. artık ne bir engel ne bir madde varolsun, ne bir biçim ne de sınır kalsın; ve işte ben de bu cennette ışıkla ve ışık içinde ölüp gideyim..."
"modern kendini-beğenmişliğin haddi hududu yoktur: kendimizi bütün geçmiş yüzyıllardan daha aydınlanmış ve daha derin zannederiz; bir buda'nın öğretisinin binlerce varlık yokluk meselesinin karşısına getirdiğini unutarak,
bu meseleyi bizim keşfettiğimizi hayal ederiz; çünkü terimlerini değiştirmiş ve içine bir parçacık teferruatlı bilgi
katmışızdır. fakat hangi batılı düşünür bir budist rahiple mukayeseyi kaldırabilir ki?
kendimizi metinlerin ve terminolojilerin içinde kaybederiz: tefekkür, modem felsefede bilinmeyen bir veridir.
eğer entelektüel bir edebi muhafaza etmek istersek, uygarlık hayranlığını zihnimizden defetmemiz gerekir."
Mutsuzluğu en cesurca ifade eden filozof.
insanın yaratılmış en aciz canlı olduğunu söylemiştir.
Çünkü insan can sıkıntısı ile lanetlenmiştir.
Sürekli hayatında bir yenilik, olay, heyecan ister.
Ama bunların peşinden koştukça kendinden de uzaklaşır.
" atadan kalma ödlekliğimizin bize önerdiği çözümler, entelektüel edebinden yan çizmenin en beter yollarıdır. Yanılmak, kandırılmış olarak yaşamak ve ölmek; insanların yaptığı budur."
Yanıldık, kandırıldık ve ölüm yakın
Peki yaşadık mı?
iktidarın kötü, çok kötü olduğuna inanıyorum. Onun varlığı karşısında mütevekkil ve kaderciyim, ama bir musibet olduğunu düşünüyorum. Bakın, iktidara ulaşmış kimseler tanıdım ve bu korkunç bir şey. Ünlü olmayı başaran bir yazar kadar korkunç bir şey. Üniformalı olmak gibi bir şey bu; üzerinizde bir üniforma varsa, artık aynı insan olamazsınız: işte, iktidara ulaşmak da, daima aynı olan görünmez bir üniformayı giymektir. Kendime soruyorum: Normal olan, ya da normal gibi görünen bir insan, iktidarı neden kabul eder? Sabahtan akşama meşgul yaşamayı neden kabul eder? Muhtemelen hükmetmek bir zevk, bir zaaf olduğu içindir bu. Bunun içindir ki kendi isteğiyle iktidardan feragat eden hiçbir diktatör ya da mutlak şef örneği yoktur. iktidar şeytanidir: Şeytan, iktidar hırsı olan bir melekti sadece. iktidarı arzulamak insanlığın uğradığı en büyük lanettir.
(bkz: çürümenin kitabı)nda güzel aforizmaların bulunduğunu duyunca okumak için sabırsızlanmaya başladığım bu eserin yazarıdır.
yalnızlığın, karamsarlığın vücut bulmuş hali olan, inançlılar için ''ruhunun hangi kusuru, hangi deliliğidir onlara bu inançları kazandıran'' diyen nihilist bir filozof.
Bu dünyada çoğu insanın yakasını kurtaramadığı kısır döngüyü başarılı biçimde anlatmıştır. Hayatın anlamsızlık delikleriyle dolu olduğunu ustaca vurgulamıştır.