bugün

zorunlu olarak programına katılmak durumunda kaldığım, arkalarda oturayım derken en önde oturttukları, ee bari söz hakkı vermeyin dememe rağmen stüdyoda en fazla sözün bana verilmesi ve akabinde program sonrası konuk çıkışlarında dağıtılan 500 gr.'lık omomatiklerden en fazla bana vererek teselli etmeye çalışmış, çenesi güzel insan.
KiTAPLARINDAN BAZILARINI OKUDUĞUM AMA,BANA BiRŞEYLER KATMAMIŞ iNSAN.BELKi DE BEN ALMAK iSTEMEMiŞiMDiR.ÜSTÜNE GiTMEYELiM...
türkiye'de kişisel gelişim denilince akla gelen ilk isimlerden biri. bana göre çok fazla kitap yazmış, yurtdışlarında eğitim görmüş ve vermiş, çok popüler olmuş olması çok ta önemli değil. bana göre saygınlık duyulması gereken tek önemli şeyi yabancı kaynaklı psikolojik akımları ve teknikleri türkiye'de anlaşılır hale getirmesi ve türkleştirmesi, ama bunu özenticilik şeklinde değil, türkiye'de yararlı olması için yapması.
şu anda iyi düşün doğru karar ver adlı kitabını okuduğum ve okumaktan son derece de zevk aldığım sevgili yazarımız.
yetişkin çocukveiçimizdeki çocuk gibi kitapları da vardır.
Söyleyemediklerimi işitin Lütfen

Bana aldanmayın!
Yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
Binlerce maskem var.
Çıkarmaya korktuğum.
Ve, hiç biri ben değilim...
Olmadığımı göstermek
ikinci doğam oldu.
'kendinden emin biri' dersiniz,
sanki güllük gülistanlık
benim için herşey...
adım güven belirtir.
Ve,
Oyunumun adı
Ağırbaşlılıktır.
içimde ve dışımda denizler sakin,
Herşeyin kumandanı ben...
Fakat, inanmayın bana,
Lütfen!..
Herşey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske!..
Altta ne güven, ne de rahatlık...
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben!..
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla
Kimsenin bilmesini istemem
Zayıf taraflarımı düşündükçe,
Titrer ve sararırım...
Ve başkaları görürse iç dünyamı...
Gerçek beni ve yalnızlığımı!
işte, maskelerimi onun için takarım...
Onun için, arkalarına saklanacak maskelerim var.
Onlar, gösterişle kullanabileceğim
Parlatılmış yüzlerim.
Bana,
'sen değerlisin' diyecek,
'maskesizken daha bir insansın'
'daha bir bendensin'
'daha yakın, daha bir dostsun'
diyecek bir bakışa
muhtacım...
benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!..
uyarırım seni dost!..
uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben,
sana kendini kolayca açmayacaktır...
bütün gücümle tutunacağım maskelerime
ne kadar sokulursan yakınıma
o denli şiddetli geri iteceğim seni...
kim olduğumu merak ediyor musun?
Hiç merak etme...
Ben çevrendeki
Her erkek ve kadınım...
Maske takan her insanım.
iletişim donanımları kitabını okuyup hemen akabinde insan insana kitabını okumaya başladığım,verdiği örnekler hoş ve yaşadığımız olayları yineler nitelikte kabul edilebilen,yaptığı alıntı,şiir,çeviri ve öykülerin kitaplarına güzellik kattığını düşündüğüm,üstün dökmenin ki ben kendisini başarılı adlederim üni.de hocası,taktir ettiğim bir profesör.
algılama, öğrenme ve dil psikolojisi hakkında incelemeler yapmış ve bu alanda kişiler arası iletişim , algılama ve dil süreçlerini yoğun olarak yayınlarında işlemiştir. aynı toplumda yetişmiş insanlar arasındaki iletişim ilişkilerini olduğu kadar, farklı toplum ve kültürlerde büyümüş kişilerin iletişim ilişkilerini de incelemiştir.
herhangi bir kitabı alınası, alıntıların atılası, berbat ıhlamur diyaloglarının atılası, geriye ne kaldığının görülesi eserlerin popüler yazarı.
aşağıdaki yazısıyla ülkemizdeki pek çok saçmalığın, basiretsizliğin, cehaletin ve kibirin kaynağını pek güzel göstermiş bilim insanı. Sabırla okursanız hak vereceksiniz.

Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri
Kaliforniya'da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. ikinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, "Armudun iyisini ayılar yer" düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.

Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.

Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:

"Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?

"Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini "

"Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?

Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'

Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, "O şahane bir insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim" dedi.

O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının erkeğine, "Sen benim kahramanımsın" duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.

"Nasıl yani?" dedim.

"Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor."

Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu "ayı" olarak görüyordum. içimdeki pislikten utandım. Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer' diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. içinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.

Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum. "Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir," dedi ve iki gün sonra, "Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler," dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.

Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, "O gün ben de aileme gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz," dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık. Sally'nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.

Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. "Evet" yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum. "Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz", dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede George'a "Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz!" dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, "Tabii, onlar küçük insanlar!" yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.

O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.

Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.

Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir 'keşke' olmayacak.

Sally'e sordum: "Baban seninle randevulaşır mıydı?"

"Evet", dedi, "yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman geçirirdi. Ve ilave etti, "Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!". Gülümseyerek, "Nereden biliyorsun?" diye sordum.

"Biz Frank'le konuştuk" diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.

Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.

Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim. işte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne yapabilirim?' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.

Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye yoğrulur.

Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.

Doğan Cüceloğlu
eğitim ve öğretim hayatının tamamına yakınını abd' de geçirmiş olan psikloji profesörü.
türkiye'de ve türkçe gelişim kitapları geleneğini başlatmış kişi. kitapları kötü değil. yeniden insan insan'a okuması çok güzel bir kitap. içimizdeki çocuk, birçok kişinin kendisini anlamasını, kendine destek olmasını sağlamış bir kitaptı, eminim. iyi düşün doğru karar ver, yüzeysel gibi görünse de, anlattığı fikirler, kitabın bütünlüğü içerisinde çok güzel. bence türkiye'nin ihtiyacı vardı bu kişiye, ve ürünlerini de bıraktı, bırakıyor.

gelişim kitaplarını okuyanların, güzel, sade bir dille yazılmış psikoloji temel kavramları kitabı "insan ve davranışı" kitabını okuması dileğiyle.
kitaplarının okullarda ders olarak okutulması gereken yazar. kitaplarındaki fikirler ilk başta idealist gelse de, hayat ilerledikçe kitaptaki önerilerin zamanında yapılmamış olmasından pişmanlık duyulur genellikle. kitaplarının gerçek dışı gelmesinin nedeni, kitaptaki fikirlerin genellikle aydınlanmış batı kültürüne dayanan fikirlerin geleneksel kültür içinde yaşamaya alışmış insanlara çok yabancı gelmesidir.
http://www.mozturk.org/dogan-cuceloglu-roportaji/ buradan kendisiyle yaptığım röportajına ulaşılabilecek harika insan.
korkunc beyefendi bir kişilik, pozitif enerji sacıyor ekran basından bile hissebilirsiniz

ancak kitaplarını yarısını kadar okumaya tahammülüm yok. sanki bir türlü neticeye varamıyor.
Bu adama çok ihtiyacımız var.
Özellikle de şu günlerde
"mış gibi yaşamlar","korku kültürü","savaşçı","insan insana"
gibi kitapların yazarıdır.
Kadir has üniversitesinde verdiği konferansta hayatı yeniden sorgulamamı sağlamış kişidir. Üniversitenin özgür bir ortam olduğunu bana hatırlatmıştır. Ayrıca mutluluğun kaynağı olarak 7 madde soylemiştir.(Bilimsel bir araştırmaya göre)
1.iyi bir aile
2.işini sevmek
3.geleceğe güvenle bakmak
4.iyi arkadaşlık ve akrabalık ilişkileri
5.Bedensel sağlık
6.****
7.Din,inannçlar ve değerler.
hatırladığım kadarıyla kendisi bir konferansında şöyle anlatır:
"tabii bundan seneleer seneleer önce. üniversitenin ilk günü. tabii o zamanlar psikoloji bölümü iş için değil, hava atmak için gidilen bir bölüm. sadece zengin ve ailevi durumu iyi olanların "ben üniversite bitirdim." demek için gittikleri bölüm. tabii ben amfiye bi girdim! allaaaah. sınıfın yüzden seksenbeşi kız! said faik abbasıyanık'ın bir yeğeni var. meral abbasıyanık. amanın o gözler! yemyeşil. kızın bir de göğüsleri var kiii.... tabii benim ilk sene tek anladığım şey: göz ve göğüs."

ciddiyim adam harbiden bu cümleleri kudru. ve tabii çoğunluğ kadınlardan oluşan konferans dinleyicileri pek güldü. ben de güldüm.
Ana okulu öğretmenlerine karşı özel bir sempatisi olan, konuşmadığınız sürece size son derece sıcak ve samimi gelen ama taşınıp konuştuktan sonra bütün cazibesini yitiren psikolog.
--spoiler--
Doğan cüceloğlu, istanbul üniversitesi psikoloji bölümü'nden mezun olduktan sonra abd'de illnois üniversitesi'nde bilişsel psikoloji(algılama, düşünme, iletişim) alanında doktorasını yapmıştır.

Dah sonra türkiye'de hacettep ve boğaziçi üniversitelerinde görev yapan cüceloğlu, fulbirght kursuyla bir yıl süreyle berkeley'deki kaliforniya üniversitesi'nde görev yapan cüceloğlu'nun kırkı aşkın türkçe ve ingilizce bilimsel makalesi yayınlanmıştır.1996 yılından bu yana Tğrkiye'de üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, anababalara ve işadamlarına yönelik seminerlere, konferanslara ve atölye çalışmalarına ağırlık vermiştir.

1990'dan bu yana kitaplarını türkçe olarak yayınlamaya özen gösteren cüceloğlu, türk insanının düşünce, duygu ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları içinde inceleyen kitaplar yazmaktadır.
--spoiler--

doğan cüceloğlu'nun savaşçı kitabından alıntı; copy-paste değil alın teri.
gazeteci yazar canan dila'nın damdan düşen psikolog isimli doğan cüceloğlu'nun hayatından kesitler sunan söyleşi niteliğinde bir kitabı var. Doğan hoca bütün samimiyetini dökmüş ortaya... Hem anılarını anlatıyor hem de ders veriyor. Birçok yerde gözyaşlarınızı tutamayacaksınız, birçok yerde de bi o kadar güleceksiniz.
herkes gibi benim de bir zamanlar psikolojiye sardığım yıllarda kitaplarını okuduğum ve pek de birşey anlamadığım bir yazardır. umarım anlamayan tek kişi benimdir.
http://www.dogancuceloglu.com adında bir web sitesi olan psikolog.
Bir psikoloji profosörüzmüzdür eskiden iyiydi ama şuan pek iyi bulmuyorum. Üstün dökmen veya Murat Ertan daha etkileyeci.
insan insana adlı kitabını seve seve okuduğum yazar. ilginç araştırma verilerinden yola çıkarak davranış psikolojisi üzerine çok hoş dersler vermiş kendisi. tüm kitaplarını okunacaklar listeme aldım. ilk adımımı tesadüfen attım fakat gerisi büyük bir istekle olacak. üstün dökmen'in hocası olduğunu yine insan insana kitabının girişinde gördüğüm anda saygınlığımı kazanmıştı zaten kendisi. hayran olduğum kişinin hocası, yeme de yanında yat.

ayrıca ilkokul çocuklarında yapılan bir araştırmaya göre, çocukların %80'inin kafasındaki ideal annenin az sinirlenen ve sarışın bir anne olduğunu söyleyen yazar. annemi neden bu kadar sevdiğime açıklık getirmiştir kendisi. üstelik benimki bi de mavi gözlü.