insana, hikayede yaşanan bütün olayı en derinden hissettirecek kadar mükemmel bir düzeyde tasvirleri olan yüce eser. çok eskiden okumuştum ama bir bölümü vardı ki, kitapta hiç unutmayacağım tek yerdir; ayağı kesilmiş bir insanın ruh halini okuyucuya vermek için şöyle bir örneklemeyi seçmiş ve çok da yerinde bir karar olmuş kanımca:
"insanın dişi çekildiğinde bile, diliyle boşalan yere dokunup duruyor, o ufacık boşluk insanın gözünde büyüyor da büyüyor. acaba insanın en büyük organlarından biri olan bacak, vücuttan ayrılınca nasıl bir boşluk hisseder bünye?"
--spoiler--
bu kadar güzel hissettirilebilir, diye düşünüyorum.
ilk kez roman okuyacak olanlara tavsiye etmeyeceğim romandır.
ortaokul yılları... öğretmen bir roman okuyun özetini çıkarın diye ödev vermiş. tabi ozamanlar internetin ilk zamanları. netten ödev indirme dönemleri değil. neyse evdeki en ince roman olan dokuzuncu hariciye koğuşunu kapan ben okumaya başlamışım. bir orta okul çocuğunu fazlasıyla aşan bu kitap bana ziyadesiyle ağır geliyor ve o kitap bitmiyor. buraya kadar herşey normal. ama etrafımda romanların süper olduğunu, her hafta bir roman bitirdiğini söyleyen insanlar dolu. ben ise bir kez romandan sıkılmıştım ve hiç sevmiyordum artık. taa ki üniversite yıllarına kadar. ulan dedim kendi kendime. bir tane romanı 30. sayfada bırakmışsın. sonrada gelmişsin bu yaşa hala kitap okumuyorsun. hemen akşamına aldım elime dokuzuncu hariciye koğuşunu. ne mi oldu? yine bitiremedim. hala kitap okumuyorum. taa ki...
çok kısa fakat insanı durup dururken sabaha kadar ağlatacak kuvvette bir başyapıt. her kitapçıda bulunmakla birlikte en fazla 10 lira verilerek satın alınabilir ve insana katacakları paha biçilemezdir. ilkokullarda okutulması ise anlamsızdır.
peyami safa'nın, "otobiyografik yalnız kendi hayatım" dediği, sağ kolunda beliren ciddi bir hastalıkla boğuştuğu yıllardan parçalar taşıyan kitabı. nazım hikmet'e ithaf etmiştir.
Ne sebeple ortaokullarda okutulduğunu anlayamadığım bir klasik. O yıllarda "okuyup geçmediğim" için kendimi şanslı saydığım bir Peyami Safa eseri. Bana göre daha ilerki yıllarda kitaptaki o muazzam psikolojik tasvirler algılanarak okunduğunda bünyelerde çok daha büyük etkiler bırakıp belki de hakettiği değeri görecektir.
--spoiler--
ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm.
--spoiler--
--spoiler--
sofradaki münakaşanın çirkin bir çocuğu doğdu : sükut. ruhlar acılaşmıştı ve güzel bir mevzuya girilemiyordu.
ben salondan erken çıktım ve yattım.
uyuyamadım, ağrılarım arttı, fakat ruhi ızdırabıma nispetle çok asil, sade ve saf olan et ızdırabımı o gece sevdim.
--spoiler--
--spoiler--
Susmaya devam ettik. Uzun bir sükût. Dakikalar geçiyor. Her an birbirimizden biraz daha uzaklaşıyoruz. Konuşursak, birbirimize bunu hissettirmekten başka bir şeye yaramayacak. Bunun için susuyoruz. Ne onda bu büyük mesafeyi atlamak ve ötekinin yanına varmak isteği, ne bende kuvveti var. Bu sükût içinde zaman aramızdan bir düşman gibi geçiyor.
--spoiler--
--spoiler--
Onlar, hastaneye dışarıdaki hayatın karıştığı saatlerde gelmişlerdi; bu odanın gecesini sabahını tanımıyorlardı. Duvarlarda gölgelerin kımıldadığı, döşemelerin dinç seslerle öttüğü ve koridorların canlı şekillerle kaynaştığı bu hayat ve hareket saatindeki hastane bambaşkadır. Bu dekor, benim bir gece evvelki halimi anlamak isteyenlere hiçbir şey söylemez.
--spoiler--
--spoiler--
Bizden uzaklaşmadıkça bize görünmeyen sıhhat, alışkanlığın verdiği hissizlikle, sağlamların şuurundan kaçıp nasıl ve nereye saklanıyor? Onu ben görüyorum, çünkü benden uzak...
--spoiler--
uzun zaman sonra yeniden okuduğum harikulade eser.... betimlemeleri ve anlatım tarzı mükemmel.. kitabın içindesiniz sanki.. başarılı bir film izler gibi.. hatta daha da zevkli.. çünkü hayal gücünüze kalmış olay..
sağlık sorunlarından muzdarip olan benim daha 6. sınıftayken okuduğum kitaptır. **
benim okuduğum kitabın türkçesi zordu, eski dil fazlaydı. ama şimdi sadeleştirilmiş versiyonlarının çıktığından eminim.
hasta bir çocuğun yalnızlığının ustaca ele alınışıdır. peyami safa'nın aştığı eseridir.
" üstümden çıkarıp yatağa attığım röpdoşambr içinde, ebediyen aynı insan bulunacak: " hasta! " . "
kitap ince ve akıcı olduğundan bir çırpıda okunabilmektedir. konu bir adamı anlatmakta, onun haricinde pek olağanüstü olaylara yer verilmemektedir. kısa olmasına rağmen peyami sefa nın anlatımı kitabın içeriğine renk vermektedir.
ayrıca okunması gereken ilk 100 kitap arasındadır.
hangi hastahaneye gitsem, modernliği, ilaç kokusu olmayışı hiç önemli değil, hangisine gitsem bu kitap gelir aklıma.
Bende şunları hissettiren kitaptır :
Soğuk teneffüsler ve odaları, umutsuz hasta yakınları, endişeli hasta gözleri, tentürdiyotlu pamuklar, yaralar, kanlar, sargılar, insanın sade madde olarak algılanışı, korku, bu ıstırap içinde sadece mesaisinin dolmasını bekleyen hemşireler, ya da öğle yemeği saatini düşünen röntgen teknikerleri, senelik izni için hastasına randevu vermeyen ordünaryuslar, 20 li yaşlarda hastahane kenarında ölen gençler, parası olmadığı için muayene bile edilmeyen maden işçileri, çocukluğu hastahane kapılarında geçmiş senin benim şanssız herkes, sen, ben, o, biz, hepimiz...
Kitaptan bazı satırlar :
Büyük bir hastalık geçirmeyenler, herşeyi anladıklarını iddia edemezler.
iki hasta kadar birbirine yakın hiç kimse yoktur.
Bu odada başkaları inleyecekler. Onları şimdiden gayet iyi tanıyorum.
Üstümden çıkarıp yatağa attığım robdöşambr içinde, ebediyen aynı insan bulunacak: Hasta.