bu şarkının popüler olduğu günlerde, intihar vakalarında artış yaşanmış ve o zaman show tv ana haber bültenini sunan reha muhtar, murat kekilli'yi canlı yayında sert ve komik bir dille eleştirmiştir.
bir şiir yazarım bir türkü söylerim bir sen olurum bir ben ölürüm bu akşam ölürüm beni kimse tutamaz diye güzel sözleri olan 90'ların sonunda ki şarkı. bir ara depresyon etkisindekiler için sorun yaratıyor diye yasaklanması gündemdeydi. şimdi bakıyoruz ki sosyal medyada canlı yayında intihar edenleri oluyor amk.
Bu şarkı ve albüm ile ilgili çok kişinin anısı vardır ama benim ve yaşadığım şehir için bir ağıttır.
Sene 1999. Çocukluğumuzun ansızın sona erip bir anda büyüdüğümüz yıl.bir gecede yerle bir olan binlerce insanını kaybeden Adapazarı'nda deprem sonrası yıkılan okullardan dolayı eğitim ancak kasım'da başlıyor. Her yer çamur. Kaldırılmayan enkazlar sağlı sollu. Boş arsalarq gelişi güzel kurulan barakalar ve her gün bir yangının çıktığı çadırkentler. Çadırda yaşayan ben depremzede tyler; soğık bir aralık sabahında havuz kırtasiyenin salko cami'ye çıkan curuf kaldırımından okula giderken dükkanda çalarken işittim ilk. Bir kaç gün sonra şehirde heyula gibi yayıldı bu şarkı. Meyhanelerde, çadırlarda, börek salonlarında, ağzına kadar işsizlerle dolu çayhanelerinde, bir araba teybi veyahut kuruyemişçi tablasına kurulmuş radyolarda habure çalıyordu. Herkes o şarkıyı o günlerde şehirde; melankolik bir romantizm kopyası ile ölüme yavşakça selam durmak için değil; 17 ağustos gecesi kaybettiklerinin acısını yaşattığı için yeniden yeniden dinliyorlardı.
En yakın arkadaşımla bir hafta harçlık biriktirip kasedi aldık. Artık her gün bizde dinliyorduk ama albümün her şarkısı sanki bizi anlatıyordu.
Karagözlüm'de "iki kolun arasında ölem dedim" diye haykırıyordu murat abi ama biz onu "iki kolon arasında" diye duyuyor ve "inadına lann yaşa" diyorduk.
Bu akşam ölürümde şehirde bir gecede gözlerimizin ölümü tutamadığını bağırıyorduk.
Aklıma gelmeyecektin de tüm ışıkları bir bir saklanan kentin; elektrik ve su olmayan sokak ve caddelerinde birini bulmayı umuyorduk.
Vay be vayy diyerek böyle anlayışa, bizi kaderimize mahkum eden yırtık çadırlarda kar soğuğunda titreten devletin anlayışına tükürüyorduk.
Anadolu benim'de esmerlerimizin depremden sonra olduğuna inanıyor, bağdadın basranın telli turnasına selam ediyorduk. Yar deyi ölüp ağlayanları görüyor, albümün mavi kapağına kondurulmuş kavruk tenli anadolu çocuğu kekilli'ye dertlerimizi fısıldıyorduk.
Harika bir albüm mü bu? Değil. Belki tırt bile. Ama benim; çocukluktan erkekliğe geçtiğim aylarda; ceset ve ölüm kokan sokaklarında çadırların tutuştuğu bir kentte anlatamadığım duygularıma tercüman olan bir murat kekilli albümü işte. O derece güzel o derece başyapıt.
Biz büyürken acısı her an katmerlenen bir dramın şehrinde; milenyuma merhaba derken bu akşam ölmeyi kafasına koyup onu kimsenin tutamayacağına inanarak kolonya içen ağabeylerin kardeşi olmak zorundaydık hey sözlük ahalisi. Duyun ve bilin ki; kolonlar ve betonların arasından cesetlerin donuk bakışlarına şahit olup bunu hayatları boyunca unutamayan çocukların yaşadığı bir kenti farkında olmadan anlattığı için sevdik bu akşam ölürüm albümünü.
Şimdi eşşek kadar bir adam olarak; sizin vakit öldürmek için bu saattlerde trol-entelektüel-politik etiketleri ile geldiğiniz bu sözlükte saat sabahın beş buçuğunda haykırıyorum: ben murat kekillinin bu albümünü yıkık bir kentte gece gündüz dinlediğini asla unutmayan o çocuğum ve tüm uykusuzluklarım, tüm kurgularım, tüm kelimelerim ve tüm hayatım bu albümün o yıkık kenti inlettiği günlerin eseri.