(...)
insanlığın her zaman varlığını sürdüren bir durumu olarak “burjuvalık”, bir denge sağlama, insan davranışındaki sayısız aşırı uçlar ve karşıt çiftler arasında dengeli bir orta yolu ele geçirme çabasından başka şey değildir. Bu karşıt çiftlerden birini, örneğin bir ermişle zevkperest bir kişiyi ele alırsak, benzetimiz daha iyi anlaşılacaktır. insan, kendini tümüyle manevi değerlere, Tanrıya yaklaşma çabasına, ermişlik idealine adama olanağına sahiptir. Bunun tersine, kendini tümüyle içgüdüsel yaşama, duygularının isteklerine teslim edip çabasını anlık bazların kazanımına yöneltme olanağıyla da donatılmıştır. Birinci yol ermişliğe, manevi şehitliğe, Tanrı uğruna kendini feda etmeye; ikinci yol ise zevkperestliğe, içgüdüler uğruna canını vermeye, çürüyüp kokuşmalar uğruna kendini gözden çıkarmaya götürür kişiyi. işte orta sınıf insanı bu ikisi arasındaki ılıman iklimde yaşamaya çalışır. Asla kendini gözden çıkarmaz, ne çilekeşliğe ne de zevkperestliğe adar kendini, asla canını vermeye kalkmaz, asla yok olmayı istemez. Tersine, onun ideali nefsinden el çekmek değil, ben’ini ayakta tutmaktır, ne ermişlik ne de onun karşıtı uğrunda çaba harcar. Kayıtsız şartsız taraf tutmak onun katlanamayacağı şeydir, Tanrıya olduğu gibi zevkperestliğe de kulluk etmek ister, erdemli olmaya çalışır, öte yandan bu yeryüzünde biraz da adam gibi rahat yaşamaya bakar. Kısacası, aşırı uçlar ortasında, şiddetli rüzgârlardan, fırtınalardan korunmuş, sağlığına yararlı ılıman bir bölgede yerleşmeye uğraşır. Bunun üstesinden gelirse de, kayıtsız şartsızlığa ve aşırılığa yönelik bir hayatın sağlayacağı yaşam ve duygu yoğunluğundan da el çekmek zorunda kalır. Hayatı yoğun olarak yaşayabilmenin tek yolu, faturayı ben’e ödetmektir. Orta sınıftan biri için kendi ben’inden, kuşkusuz yeterince gelişmeyip güdük kalmış bu ben’den değerli bir şey yoktur...
20.yy ın en önemli nobel ödüllü yazarlarından hermann hesse nin insanoğlunun en iyi tasvir edildiği baş yapıtıdır.
--spoiler--
'insanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez.' demiş novalis. yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir, ne var ki, karayla suyu değiş tokuşu etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur.
--spoiler--
--spoiler--
yalnızlık bağımsızlıktır, yalnızlığı arzulamış, uzun yıllar içinde onu ele geçirmiştim.
soğuktu bu yalnızlık, orası öyle ama sessizdi, yıldızların içinde dolanıp durduğu uzay gibi harikulade sessiz ve büyük.
--spoiler--
--spoiler--
çokluk pek mutsuzdu bozkırkurdu; öte yandan başkalarını da mutsuzluğa sürükleyebiliyordu ve bunlar onun sevdiği ve onu seven kişiler oluyordu, çünkü bozkırkurdu'nu sevenler onun yalnızca bir yönünü görüyordu. bazıları kendisine başkalarına benzemeyen, kibar, zeki bir insan gözüyle bakıp seviyorsa da sonradan dehşete kapılıp düşkırıklığına uğruyorlardı, çünkü ansızın onun içinde bir kurdun yaşadığını anlıyorlardı. bunu da anlamaları gerekiyordu, çünkü harry herkes gibi bir bütün olarak sevilmek istiyordu. ama öyle kimseler vardı ki, özellikle ondaki kurda, ondaki özgürlüğe, vahşiliğe, ele avuca sığmazlığa, tehlikeliliğe ve güçlülüğe gönül veriyor, ne var ki vahşi, azılı kurdun aynı zamanda bir insan olduğunu, içinin iyilik ve sevecenlik özlemiyle dolup taştığını, üstelik mozart'ı dinleyip şiirler okuduğunu ve ruhunda insan idealleri yaşattığını öğrenir öğrenmez alabildiğine düş kırıklığına uğrayıp kendilerini yürekler acısı bir durumda hissediyorlardı. düş kırıklığı ve öfke herkesten çok bu kişilerde büyüktü.
böylece bozkırkurdu çift kişiliğini ve bölünmüşlüğünü, düşüp kalktığı kişilerin yazgıları içerisine de aktarıyordu.
--spoiler--
--spoiler--
gecelerin insanı olması da bozkırkurdu'nun belirgin özellikleri arasındaydı.
--spoiler--
--spoiler--
hiç kimse yoktu ki, bağımsızlığa bozkırkurdu'ndan daha güçlü, daha ateşli bir gereksinim duymuş olsun.
--spoiler--
hermann hesse'nin muhteşem kitabı.ihtişamını yalnız kaçıkların anlayabileceği iddiasında(yım)dır.kamuran şipal çevirisiyle,önce afa yayınları tarafından,daha sonra da yapı kredi yayınları tarafından basılmıştır.
Şimdi efendim, öncelikle belirtmek gerekir ki ben bu Hermann abiye pek ısınamadım. Aslında dili iyiydi, çeviren arkadaş da fena çevirmemiş gibi, romancılık tekniği olarak da usta bir adam olduğu kesin. Fakat, olmayınca olmuyor işte. Belki, "kendini tanı" zırvasından iyice sıkıldıktan sonra okumasam severim Hesse'yi, ne diyelim mukadderat.
Bu roman ve romanı yaşantısına katan insanlarda gördüğüm bir yanlışla ilgili iki kelam etmek niyetindeyim. Bozkırkurdu, aynı Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ında olduğu gibi, yanlış anlaşılıyor. Belki doğru anlaşılıyor ama yanlış içselleştiriliyor. Bu iki kitabı okuyup, hemen kendini bir tutunamayan ya da bozkırkurdu ilan etmek, bir okurun içine düşebileceği en büyük hatadır (Bundan bir şekilde imaj beklentisi olanlara zaten girmiyorum, evet kalabalıkların içinde yalnızsınız ve tutunamıyorsunuz, hadi asi marjinal gençlik olun). Bu iki romanda da yazarlar, çağın insanını anlatmışlardır. Yalnızlaşma, okurun (çoğu zaman) kendine yakıştırdığı öznel bir yıkım süreci değil, toplumu etkisi altına almış bir "çağ hastalığı"dır. Tutunamama, toplumun düşünen kesiminin tamamının hastalığıdır. Yazarlar, bu iki kitapta da yalnızca genel bir hastalığı teşhis eder. Rica edicem kendinize pay çıkarmayın, çünkü okuyan herkes aynı payı çıkarıyor zaten.
Herkes evinin önünü süpürse, on numara memleket oluruz valla.
Edit: ilk entry'miş bu. Tanım da yapalım; Hermann Hesse'nin en bilinen ve yanlış anlaşılan romanı. Fena değildir.
hermann hesse'nin en beğendiğim kitabı. kitapta alman faşizmine de göndermeler yapılmaktadır. tılsımlı tiyatro'da bir başka ben bulacaksınız. -Yalnız Deliler için- Giriş Bedeli: Aklınız.
Çam terebentin kokan hermann hesse romanı. Yıllar önce küçük kafasız bir çocukken okumuştum anlamamıştım. Şimdi tekrar okumam gerekti. Bir cümle yazayım şuraya: -en uzun cümlesi değil tabii ki asla öyle bi şey gelmesin kimsenin aklına-
"bir atılımda bulunarak yıldızların mekanına ayak atma gücünden yoksun, kendilerini katıksız bağımsızlıkla yaşamak için yaratılmış hisseden, ama yaşama gücünü gösteremeyerek sürekli ve korkunç acılar içinde kıvranan, tedirgin bozkırkurtları, usları çilelerde güçlenip esneklik kazanır kazanmaz uzlaşmacı bir çıkış yolu olarak mizahı bulurlar karşılarında."
bir herman hesse romanı.
bu kitabı yıllar önce okumuştum. hiçbir şey anlamamıştım. bir kitabı hiçbir şey anlamadan bitirmiş olduğumu olur olmaz zamanlarda hatırlıyorum. biraz dokunuyor doğrusu. kafam neredeydi acaba ? kafam yoktu belki de. o zamanlar küçüktüm kafam çıkmamıştı daha.
(bkz: kafasızlık)
okudukça kendimden parçalara sıklıkla rastladığım kahramanı konu edinen bir hermann hesse klasiği. kitapta yine bozkırkurdu'nun ölümsüzler için yazdığı şu dizeler oldukça anlamlıdır:
"durmadan,
dünyanın vadilerinden
yükselir islim gibi
bize doğru yaşam baskıları,
ve doygunluğun aşırısı, yokluğun öfkesi
bin daracığından saçılan kan kokuları,
kasılıp kalır arzu, sonsuzdur hırs,
katil elleri, tefeci elleri, dua edenlerin elleri,
kamçılanır insan sürüsü korkuyla ve de kösnüyle
çürük çiğ ve sıcak
kokular saçarak boğucu,
solur kutsal olanı hem de yabansı kösnüyü,
yer kendi kendini,
kusar yediğini,
besler savaşları ve güzelim sanatları,
yanan genelevleri aptalca süsleyerek.
çocuk dünyasının panayır sevinci,
ve dolanır insan ağlara o pırıltının peşinden
çabucak kendini kemirerekten,
her yeni doğan için yükselerek
gömülür pisliğe onun için yeniden.
oysa biz, buranın sakinleri
bulduk kendimizi
boşluğun havasının yıldız pırıltılı buzunda,
ne günü tanırız ne de saati
ne dişil ne eril ne yaşlı ne de genciz.
günahlarınız, korkularınız
cinayetleriniz ve kösnül zevkleriniz
bir gösterdir bizim için yalnızca
dönüp duran güneşler gibi,
ve her gün, sonsuz bir gündüzdür, gecesiz.
sessizce sallarız başımızı yukarılardan
çılgın koşuşmacalarınıza,
bakarız yörüngelerinde dönüp duran
yıldızlara sessizce,
ve soluklarız tüm dünyanın kışını.
dosttur bize gök ejderi, dingindir sonsuza dek
değişmez varlığımız,
ve dingindir yıldız ışıltılı sonsuz kahkahamız."
yazmayı zaman zaman hayal ettiğim romanın zaten
uzun yıllar önce yazılmış olduğunu anlamamı sağlayan ve
'sen otur sözlükte yaz, neyine edebiyat' dedirtmiş ama bir yandan da
beni yalnızlıktan kurtarmış, hayatımın kitaplarından biri.