NBC filmlerini bilip onu tanıyanları altüst edecek derece güzel ve anlamlı filmdir. mest etmiştir. o kadar çok şey yazabilirm ki bununla ilgili ama benden önce yazan arkadaş'a saygı duymak adına link veriyorum. buyrun burdan ulaşabilirsiniz. http://gerzekhayat.blogsp...r-zamanlar-anadoluda.html
bir nbc filmi olduğunu doğrudan hisettirir fakat diğer nbc filmlerinden çok daha iyi bi senaryoya sahiptir bu film.o kadar gerçek,o kadar doğal ve o kadar etkileyici bi film olmuş ve oyuncular öylesine başarılı ki,köyün muhtarından hastanenin aşçısına kadar hepsi rollerini öylesine benimsemiş ki..tek kusur bulamadım ben bu filmde.ne süresinin uzunluğu,ne klasik nbc sakinliği beni zerre miktar olumsuz etkilemedi.izlemeyenler için büyük kayıp derim.gidin izleyin.
türkiye'den oscar'a aday olabilmek için başvuran filmler arasından;
- selim demirdelen - kavşak
- orhan oğuz - hayde bre
- derviş zaim - gölgeler ve suretler
- handan ipekçi - çınar ağacı
- nuri bilge ceylan - bir zamanlar anadolu'da
- seyfi teoman - bizim büyük çaresizliğimiz
- seren yüce - çoğunluk
sıyrılarak aday olarak kabul edilen nuri bilge ceylan filmidir. hakkettiği başarıyı uluslararası arenada da elde etmesi gerekendir.
gidip görüp beğendiğim filmdir. açıkcası yaşadığım ülkede böyle film yapıldığı için gururlanmadım değil. çok beğendim lan. görsellik zaten muhteşem, oyuncular çok iyiler ve senaryoda gerektiği kadarıyla güzel. 3 saatin nasıl geçtiğini anlamadım. yanlış okumadınız evet bir nuri bilge ceylan filminde 3 saatin nasıl geçtiğini anlamadım. şap şup bitti film.
bir (bkz: nuri bilge ceylan) baş yapıtıdır. tek kelimeyle muhteşemdir. ama koskoca sinema salonunda bir başıma izlememe sevinmem mi, üzülmem mi gerektiğine bir türlü karar veremedim.
bir zamanlar anadoluda... güzel isim. bi' 20-30, belki daha fazla yıl sonra daha net görülür. zamanı gelince geçmişi aydınlatıcı bir belgesel film vs olarak rahatlıkla seyrettirilebilir, çünkü gerçeğin ta kendisi. belki gerçekten daha gerçek.
milletçe amerikan dizi ve filmleriyle yatıp kalkarken, yani her zaman olduğu gibi birlik beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuzbu zamanlarda, imkanı olan herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. evet, bu tarz sanat filmlerine alışkın değiliz, zaman akışının çok yavaş olması, aslında normal seyirde gitmesi, kameranın uzun uzun bir noktaya odaklanması, karakter tahlilleri sıkabilir ki sıkıyor, ama değecektir. kendinden mutlaka bir parça bulur türk insanı ya da bulmalı. ayrıca türk bir yönetmen, türk oyuncularla, türkiye de, türkiye nin gerçek şartlarında bir film çekiyor ve gidiyor en prestijli festivallerde ödül alıyor, aldığı ödülleri de sana armağan ediyor. sen de kıçını kaldırıp gidip iki dakika sıkılabilirsin, fazla sorun yapmaya gerek yok.
neyse filme dönelim. daha önce hiçbir filmini izlememiştim bu adamın, zaten bu tarzda izlediğim 2.filmdi. karakterler müthiş bi gözlemle oluşturulmuş ki aşırı boyutta gerçekliği sağlayan da bu. köy ya da kasabada zaten her daim rastlanabilecek tipler, onu geçtim normal hayatta da sıkça karşımızda yer alıyorlar. mesela;
-sürekli konuşan, boş konuşan, üstlerinin arkasından atıp, önünden yağlayan naci. aynı zamanda evde ve işte mutsuz bir hayat, hasta bir çocuk.
-sadece kendi çıkarlarını düşünen mücavirci komutan,
-uyanık muhtar falan diye uzar gider bunlar.
filmde gördüğüm abartı birkaç nokta var, onları da söyleyeyim. bok atmak gibi bi amacım yok, ne kadar ufak olduğu anlaşılır zaten.
-hp bilgisayarın 20-25 saniyede açılması.
-muhtarın kızının güzelliği. baya baya güzeldi. herkesin saniyelerce öküz gibi bakması da biraz fazla kaçmış.
kenan karakterine de(hiç konuşmaması falan) abartı diyordum ama ağlayan kardeşine sus lan demesi gerçekliğini kanıtlamak için yeterliydi.
son olarak film biraz uzun. gece 10 seansına gidip 1.30 a doğru çıkmıştım. sabah 10-11 de dersim olmasına rağmen burada bitmesin, burada bitmesin diyordum ama köyden dönüşten sonrası özellikle otopsi kısmı baydı.
not: altyazı* filmin kurgu günlüğünü hediye olarak veriyor. ilginizi çekebilir. orada gördüğüm bir nuri bilge ceylan sözü vardı. bir ara ekleyeceğim o sözü buraya.
ekliyorum. "algılarımızın keskinliğini artırmak için hayatımızın temposunu düşürmemiz gerektiği aşikar. neden yavaş tempolu filmleri sevdiğim ve böyle filmler yapmak istediğimin nedenleri de buralarda yatıyor zaten.
kesinlikle nbc'nın en iyi filmi ,başarılı mekan ve görüntü seçimlerine bu sefer iyi oyuncu seçimini de eklemiş.
--spoiler--
film toplam yarım günlük bir mevzuyu anlatıyor ama 3 saat sıkmadan kendini izletiyor. oyuncuların hepsinin bir derdi olduğu belli oluyor. örneğin ; komiserin hasta bir çocuğu ve anlayışsız bir karısı var. doktor boşanmış ve oralara en yabancı olan , gece şimşek çakınca korkan, katile karşı en vicdanlı olan ama otopsiye girmeden önce etli fasülye hakkında soru sorabilen biri.savcının sanırım karısı (benim tahminim) intihar etmiş, ama o kendinden öldüğüne inanıyor.
yan karakterler de ilginçti. katile yardımcı olan kardeşin , bütün olaylara rağmen kola içme konusunda ısrarı komikti. şoförlerin tartışmaları ve hareketleri , köy muhtarının konuşmaları çok doğal yansıtılmıştı. otopsi yapan adamın talepleri, yaptığı işi ne kadar normal gördüğünü anlamak ilginçti.
savcının neden ölen kadına (bence bu karısı) otopsi yaptırmadığı filmin son 10 dk gayet net anlaşılıyor..
--spoiler--
sinematik zevki olanlar için tam bir ziyafet niteliğinde ki nbc* filmi. film daha başlangıç sahnesinde vuruyor, o muazzam görsellik...camda ki kire takılıp, içerisini görememek neden sonra içeride birşeyler olduğunu fark edip oraya odaklanmak. taşra sıkıntısı bu film, çocukken tüm yaz tatillerini taşrada geçirmiş birisi olarak, anadolu'da hep bu hikayeler dinlenir gerçektende ve hep bu karakterler başrollerdedir. hayatın o akıp giden saatleri arasında sadece 12 saat bile ben bir zamanlar anadolu'dayken dedirtir. hele o muhtarın* evine de bir kere bile misafir olsanız filmi bir anınızın canlanması olarak görürsünüz artık. çünkü muhtar sizin köyün muhtarıdır ve teknolojik bir aletle film ekibi sanki muhtarın boyutuna ışınlanmıştır. muhtarınki öyle bir oyunculuktur ki tarifi yoktur başka türlüsünün. muhtar, muhtarın köyü, muhtarın evi ve pek tabi ki muhtarın kızı gerçektir, film ekibi oraya monte edilmiştir hayattan bir enstantane alabilmek için. yuvarlanıp giden hayatlar, derenin akışında diğerlerinin gidebildiği yere kadar giden elmalar gibidir.
--spoiler--
belki filmin anlatımından dolayı anlamayanlar olmuş olabilir diye kısa bir özet geçiyorum: katil* ve kardeşi, maktulun taşra sakinlerine has çapkınlık hikayelerini dinlerken, katil belli ki alkolün de etkisi ile sözün şehvetine kapılıp maktul'e, karısı ile ilişkiye girdiğini ve çocuğun kendinden olduğunu söylüyor. katil, yasak elmayı hem yiyor hem de bunu yıllar sonra deklare ediyor. çocuk kendinden çünkü maktul'ün başka çocuğu olmamış. çocuk kendinden çünkü tüm hikaye boyunca ağlamayan katil, çocuktan taşı yiyince arabada ağlıyor hep. çocuk kendinden çünkü komsere çocuğunu emanet ediyor.
katil ve kardeşi maktulü yıkıyorlar yere ama öldürmüyorlar, belki öldüremiyorlar ama domuz bağı ile bağlayıp canlı canlı gömüyorlar, mücavir alanın dışına. kadın belli ki adamı kocası bellemiş ama morgda ne bir baygınlık ne bir canhıraş ağıt durumu var. belli ki sevmemiş ama yine de kocası, yine de çocuğuna bakıyordu ve önlerinde bir büyük belirsizlik: dul kalıyor, çocuğu ile başbaşa. gözlerinden süzülen bir damla yaş belki de kendisi ve çocuğu için. ve doktor*...bütün sihiri, sinir bozucu rasyonelliği ile bozan doktor, savcının* karısının intiharını ortalığa umarsızca seren doktor, iş maktülün canlı canlı gömülmüş olması gerçeğine gelince saklıyor bunu. rasyonellik bazen çok can sıkıcı olabiliyor çünkü. bazen bazı gerçekleri görmemek gerekiyor. olan kadın ve çocuğa oluyor, daha fazla gerçek kadın ve çocuktan daha fazlasını götürecek çünkü. katil de çocuğuna bakmaya meyilli ve acınası bir halde olduğu halde gururlu. komserin* arkadaşı hiç yanılmıyor, nerede bir olay varsa içinde kadın oluyor ve hikayemizin tüm kahramanları kadınlarla sorunlu...
--spoiler--
gerçekten harika bir filmdi. özellikle görsellik bakımından tek kelime ile şahane. yılmaz erdoğan a gelince, öncesinde nuri bilge ceylan filminde adının geçmesi beni şaşırttı; fakat izledikten sonra sanatçı kişiliğine bir kez daha hayran oldum. ülkemiz sinemasının bu tarz yapımlara imza atması da ayrıca mutluluk verici.
nuri bilge ceylanın fotoğrafçılığını konuşturduğu muhteşem film.
diyologlar o kadar güzel hazırlanmıştır ki film boyunca tek bir mizah unsuru olmamasına rağmen sırıtır durursunuz.
bu arada yanlışsam düzeltin ama şu muhtarın kızı selenedaki selin değil miydi yahu?
biraz fazla uzun olsa da muhteşem çekimleriyle ve sesiyle etkilendiğim film. ayrıca karakterler hakikaten çok iyi işlenmişler. diyaloglar diğer nuri bilge ceylan filmlerine göre daha fazla ve daha etkili. yılmaz erdoğan bence kariyerinin en iyi oyunculuğunu çıkarmış. taner birsel ve fırat tanış da çok iyiydiler. süresi dışında -ki o da sadece son 20 dakikası için söylenebilir- gerçekten izlenebilir bir film olmuş.
bugün itibariyle Nuri Bilge Ceylana olan hayranlığım katlanmıştır.muazzam kareler muazzam perspektif.bu yapıtı izleyen herkes filmin farklı yanlarından besleniyor.film üzerine kafa patlattığım arkadaşlarımın hepside farklı pencerelerden görmüşler.sanırım NBC nında istediği tam da buydu.sinema eleştirmenlerinin ortak görüşü tabii ki olağanüstü olması fakat hepsininde filmden ne anladıkları konusunda ayrılıyorlar.öyle ki aralarından biri maktülü recep ivedik e benzetip,nbc nın popüler sinema düzeninin çarpıklığına giydirdiğini yazmış.yorumların arasından bana en yakın olanı paylaşıyorum...iki ceset,bir otopsi.http://www.afilifilintalar.com/iki-ceset-bir-otopsi
muhtemelen oskar'ı alır. alma nedeni aman aman bir film olduğu için değil "bu sefer de türkiye'ye verelim, hem bak nbc iyi bir yönetmenmiş, eleştirilmez" düşüncesinden kaynaklı olur.
klasik bir nbc filmiydi diyeceğim ama daha önce sadece üç maymun'u izlemiştim. sonra galiba şahan dalga geçmiş filmleriyle vs. dalga geçilecek kadar vardı, bir zamanlar anadolu'da üç maymun'dan şüphesiz daha iyi, daha az sıkıcı ve senaryosu ehhh ama kalkıp sayfalarca ya da bir sürü övgü cümlesi yazmak anlamsız. nbc'nin kendine özgü bir tarzı vardır ve bu bir tek senaryoya yansımamaktadır. senaryosu boş olan bir filmin her tarafı sanatsal olsa, oyuncuları döktürse ne olur...
ayrıca; diyaloglar leyla ile mecnun dizisinde geçen diyaloglar gibi uzundu, sanki taklit edilmiş gibi geyik yapıyorlardı gereksiz yere ama en azından leyla ile mecnun'daki diyaloglar uzadıkça eğlenceli bir hal alıyor.
gayet berbat olan hiç bir heyecan taşımayan durağan saçma sapan bir olay örtüsü üzerine kurulmuş berbat bir film.kesinlikle önermemekle beraber 'olm sanat filmi o ' diyenlere de hiç bir şekilde anlayış göstereceğimi de sanmıyorum.yaklaşık 2 buçuk saat olmasına rağmen ne insanı heyecanlandırır ne de bir şeyler katar.gereksiz sanat kullanılmaya çalışılmış olmakla beraber gereksiz şeyleri gösterip nasıl bu filmi uzatabiliriz anlayışı güdülmüş.ayrıca ismiyle hiç bir alakası yoktur.tamam olay anadolunun siktir edilmiş bi yerinde geçer ama insan filme girmeden önce hani 40 lı 50 li li yıllarda yaşanmış tarihi bir film olacak sanıyor.uzun lafın kısası zaman kaybıdır izlemek.
film mükemmel. ama benim için en vurucu yanı şu oldu. sigara sesini öyle güzel vermişlerki çıtır çıtır yanma sesini. artık her sigara içişimde duyuyorum o sesi. teşekkürler nuri bilge ceylan hayatıma yeni bir zevk kattın.
yavaştır, ağırkanlıdır, durağandır endişesiyle gitmemezlik, görmemezlik edilmemesi gereken, görüntü yönetmenliği, mekan tasarrufu, oyunculuk, diyalogların doğallığı, inandırıcılığı, karakter yaratımı, anadolu insanına, gerçeğine özgü ayrıntı ve gözlemler yönünden son derece zengin, tekrar tekrar izlenebilecek başyapıt.
nuri bilge ceylan farkını başından sonuna kadar hissettiren filmdir.
diyaloglardaki incelik, karakterlerdeki hassas ayrıntılar , ilgi çekici kamera açılarıyla, ve kaliteli oyuncu kadrosuyla olmuş filmdir.
kırıkkale nin boz toprağında çekilmiş olması da filme ayrı güzellik katmıştır.*
film tarantino tarafından bu senaryoyla çekilse herhalde 5 dakikada biter, diğer hikayeye başlanmış, önceki iki-üç hikayenin de bağlantıları çoktan verilmiş olurdu. sıkıcı ve sündüre sündüre uzatılmış dialoglar, hepsi depresif ve tahlil edilememiş karakterler, en kolay oyunculuk olarak gördüğüm depresif ve az konuşan kahramanlar. Spoiler vermeden daha fazla eleştiremeceğim ama şunu açık ve net söyleyeyim; ne sanatsal yapıda bir güzelliğe sahip bir film, ne psikolojik tahlil yapıp kahramanların hayatını bize yaşatan bir film, ne de senaryoya asılıp merak ve hayretler içinde izleyebildiğimiz bir film. 2.5 - 3 saate yayılmış, içinde 2-3 3. sayfa haberi barındıran sıkıcı bir film.
muhtemelen filmi anlamadığımla falan suçlanacağım, peşinen söyleyeyim alakası yok arkadaşlar. yarı uykulu bir halde bile köküne kadar anlaşılır bu film. kral gerçekten çıplak.
Bilge Ceylan'ın alışık olduğu coğrafyaya geri dönüşü.. uzak ve üç maymun gibi kenti anlattığı filmlerden sonra taşranın o durağan, sabit, boğucu atmosferi. bu sefer taşrada çok rastlanmayan cinayet olgusu üzerinden gidiyor yönetmen. cinayet işleyen bir adama cesedi nereye gömdüklerinin tespitini yaptırırken senaryo gecenin sıkıntılı atmosferinden puslu bir kasaba sabahına yol alıyor.
köylü güzeli mode on: o koca adamların genç kızlığını süren bir köylü güzelin yüz güzelliği karşısında diz çökmesi, filmin en hayret verici sahnesiydi zannımca. karanlığın içinden adeta insan dışı bir varlık gibi geldi o odaya, öyle dağıttı çayları, hatta suçlunun kolasını bile unutmadı.
bilge ceylan'ın sevdiği iç hesaplaşmalar ve özel hayatlar da unutulmamış. özellikle filmin yan karakteri gibi başlayıp yavaşça filmin merkezine oturan doktor cemal karakteri.. doktor ve savcının sakin olgunluğu, komiser naci'nin zaman zaman delifişekleşmesi, cesedin başında savcıyı clark gablea benzetip gülmeleri, gene cesedin otopsisi yapılırken adamın iç çamaşırı olmamasına gülmeleri.. en trajik anın içinde, ruhların artık acıyı ve hüznü kaldıramadığı bir anda kopup gelen o gülmeler.. o acıdan kaçma öyle bir şey ki, maktülün diri diri toprağın altına gömüldüğü açığa çıktığı anda bile, doktoru bunu resmi rapora yazdırmaktan alıkoyuyor.
bana göre üç maymundan daha zayıf bir film ile karşı karşıyayız. alışageldik ceylan çizgisinde başlayan film, giderek sinema kalitesinden feragat ediyor. bunu senaryonun diğer ceylan filmlerine göre daha akışkan olmasına bağlamak istemiyorum. ancak görüntülerde ve senaryonun gidişatında önemli kayıplar var filmin gündüz ve kasabada geçen bölümünde, hatta bazen Cannes'da ödül almış bir film değil de sinemalarımızda her hafta gösterime giren onlarca, her hangi filmden birini izliyormuş hissine kapılıyorsunuz.
gene de bir ceylan filmi gözlerden kaçmamalı, izlenmeli. özellikle taşradaki insanın ruhuna bezginlik veren o atmosferi anayurt otelinden bu yana ondan daha iyi veren bir yönetmen yokken..