kristiyanya şehrinde geçer, eleman açlık çekmesine rağmen, iyi kötü bir aşk da yaşar, knut hamsun ve henry murger, çağın entelektüel ve bohem gençliğini iyi anlatmışlardır. En sonunda eleman bir gemiye işçi olarak girer ve o şehirden uzaklaşır da karnı doyabilmeye başlar.
''Dünya yoksullarının açlık tehdidi karşısındaki ilk tepkisi, kemerleri daha da sıkmak, örneğin buğday ürünlerinden vazgeçip, çok daha ucuz ve genellikle hayvan yemi olarak kullanılan bir tahıl olan sorguna dönmek oldu - ta ki sorgun fiyatları da 12 ayda yüzde 20 yükselene dek. Başka bir çıkış kalmadığı anlaşılınca, açların isyanları
zincirinden boşandı: ilk olarak Kamerun, Senegal, Moritanya ve Fildişi Sahili; sonra 31 yıl önce ülkede yaşanan ekmek ayaklanmasının ardından bir kez daha sokaklara dökülen Mısır; 'pirinç fiyatlarında bir haftada yüzde yüzün üzerinde artışlar olması üzerine' ayaklanarak Başbakan'ın istifasına neden olan Haitili açlar; artan tahıl fiyatları nedeniyle halkın ambarlara saldırdığı ve ordunun devreye girdiği Pakistan; protestoların
dört bir yanı sardığı Bangladeş; gösteriler sonucu çok sayıda insanın hayatını kaybettiği Moritanya, Burkina Faso, Senegal, Fildişi Sahilleri, Etiyopya; Endonezya, Özbekistan, Bolivya, Yemen... Liste böylece uzayıp gitmekte.''
kaynak: açlar ordusu yürüyor - sibel özbudun - mavi defter
2007 verilerine göre, dünyada günde 24000 insan açlıktan ölüyor (yaklaşık her 4 saniyede 1 kişi!); yaklaşık her altı kişiden biri (1 milyardan fazla insan) açlık koşullarında yaşıyor. kısacası kürese ısınma bir yana insanlığın en büyük sorunudur açlık. var mı ötesi?
Knut Hamsun'un yazdığı, özellikle aç karnına okunduğunda gerçekçiliği artan romandır. Şöyle ki içkiyi ilk tattıktan sonra bir süre epey abartmıştım bu işi. Özellikle ahududulu meyve şarabını çok sevmiştim. Bütün param pahalı şaraplara gidiyordu. Yemek almaya para bulamıyor, ekmek kırıntılarıyla besleniyordum.** Baktım olacak gibi değil bir ayın sonunda içmeyi bıraktmıştım zaten. Her neyse bu süre zarfında içip içip kitap okuyordum. Açlık da okuduklarımdan biriydi. Midem gurulduyor, başım dönüyordu ve ben okumaya devam ediyordum. Sonuç mükemmeldi tabi; ama kitap hakkında sağlıklı yorum yapmamı engelliyor bir yandan da.
'abi açlık değil de susuzluk koyuyo ya' gibi ramazan klasiği bir sözde yer alan, ama susuzluktan daha çok koyan bir şey, kavram, durum, tok olmama hali.
1920'de nobel edebiyat ödülü'nü alan norveçli yazar knut hamsun un ramazan ayının ilk gününde okunmaması gereken kitabı. açlığı iliklerinize kadar hissetirecek olan betimlemeleriyle harikulade bir kitaptır, öyle bir açlığı yaşamadan bu kitabın yazılamayacak olduğu da bir gerçektir. dönüp bakınca orhan pamuk da nobel aldı , knud pedersen de ; ama norveçlisi biraz fazla almış gibi.
--spoiler--
Sonuncu bunalım, beni fena sarsmıştı. Tutam tutam saçlarım dökülmüştü; hele sabahları dayanılmaz baş ağrılarından gözümü açamamış, sinirlilikten kurtulamamıştım.Gün boyu oturmuş, yazmıştım; ellerim üstünde soluklarımı duymaya dayanamadığım için, ellerimi bezlere sarmıştım. Jeas Olai, altımda ahır kapısını biraz hızlıca kapasa, ya da arka avluya bir köpek gelip havlamaya başlasa , iliklerime kadar ürperiyor, her tarafımın kesildiğini hissediyordum. Çökmüştüm enikonu.
--spoiler--
yasanilmayasica durumdur. fakat fasist bunye hala israrla taze fasulye yemeyi reddetmekte, aynanin arkasindan oradan buradan cikarilacak parayla alinacak pizzayi beklemektedir.
samık adında eskimo şairin kaleme aldıgı ve aclıgı keskin hatlarıyla anlattıgı şiirdir.
Sen,yabancı,bizi mutlu ve erinçli sanırsın,bilseydin eğer sık sık yaşadığımız acıları anlardın yemek yemeye,şarkı sölemeye ve dans etmeye olan özlemimizi.
Binlerce insanın açlıktan öldüğü kötü av mevsimini yaşamamış yoktur aramızda.
Asla şaşırmazdık duyunca birinin açlıktan öldüğünü-alışmıştık buna.
Ve kimsenin suçu değildi bu:sayrılık gelir yada kötü hava bozardı avı tipinin burun deliklerimizi kapaması gibi.
Bir keresinde,kendini asmış bir adam gördüm açlık çektiği için yapmıştı bunu karar vermişti kendini öldürmeye.
Ama ölmeden önce,fok kemikleriyle doldurdu ağzını,böylece ölümün ülkesinde umuyordu çok et yemeyi.
Bir keresinde,kıtlık sürersen bir çocuk doğurdu bir kadın çevresindeki insanlar açlıktan ölürken.
Burada,açlıkta,bir bebek ne beklerdi ki yaşamdan?
Ve nasıl yaşardı o,annesi açlıktan kurumuşken?
Boğdu onu kadınve donmaya bıraktı.
Sonra da yaşamak için yedi onu.
Bir fok yakaladılar peşinden ve sona erdi kıtlık,böylece kurtuldu anne.
Ama o zamandan beri kötürüm kendisi kendi canını yediği için.
insanlar yaşadılar bunları,
bizede oldu aynı şeyler
ve biliyoruz sonucunu,yargılamıyoruz onları.
Nasıl yiyebilir bir insan kendisini ve nasıl anlar açlığın dehşetini?
Yalnızca biliyoruz yaşamayı çok sevdiğini onların...
bedeni aç olan insanın yeri gelir at yemesi caizdir.ama ruhu aç olan insan iskender kebap yesede açtır..ve ona ne yazıktır ki açlığını bile anlamaz..cahildir.
Açlık; bir canlının hayatını idame ettirebilmesi için ihtiyacı olan askari besini sağlayamaması sonucu karşılaştığı hayati tehlikedir.
Her canlı, ihtiyaç piramidi gereğince yaşamının devamını sağlayabilmek için öncelikli ihtiyaçlarını karşılamak durumundadır. Bu piramidin en alt katmanındaysa barınma ve cinselliğin yanında beslenme de mevcuttur. Öyleyse beslenme için, canlının en temel gereksinimidir demek çok da yanlış olmaz. Zira aç canlı için yeryüzünde, yemekten öte bir gerçeklik mevcut değildir.
Durum evrensel bir problem olarak görülüp, nedenlere ve mantığa dayalı olarak yaklaşılırsa varılacak sonuç kaynak yetersizliği sorunu olmalıdır. Ancak günümüz dünyası, besin kaynakları bakımından, mevcut altı milyar nüfusu doyurabilecek boyuttadır. Dolayısıyla kaynakların yeterli olmaması gibi bir gerekçe, günümüz dünyasının milyonlarca aç insanını açıklayamaz.
Peki, öyleyse nedir Afrika’da, Asya’da ya da aklımızdan geçen ya da geçmeyen herhangi bir yerde insanların açlıktan ölmesinin nedeni? Bencillik mi açıklar bu sorunu yoksa daha genel ve sistematik bir sebep sonuç ilişkisi mi vardır günümüz ekonomi düzeninde?
Nasıl tarih kişilerle açıklanamazsa, evrensel problemler de basit insan duygularıyla nedenlendirilemez. Matematiksel boyutta bir karşılaştırma ile desteklemek gerekirse; Avrupa ve ABD'de evde beslenen hayvanların mamasına harcanan para 17 milyar dolar; dünyada açlığın ve yetersiz beslenmenin sona erdirilmesi için gerekli para 19 milyar dolarken, hâlâ adil bir ekonomik sistemden söz edebiliyorsak kendi şizofrenik gerçekliklerimizde yaşamaya başlamışız demektir. Rasyonel hiçbir bakış böyle bir olguyu kabul edemez.
Hiçbir özgür dünya bireyinin adalet anlayışı, kendi ev hayvanının mamasının milyonlarca aç insandan daha önemli olduğunu iddia edememelidir. Hiçbir sağlıklı insanın dimağında böyle bir düşünce oluşamaz.
Dünyada herkese temiz içme suyu sağlanması için gerekli para 10 milyar dolarken, yıllık olarak parfüme 15 milyar dolar harcayan bir elit kesimin varlığı hiçbir felsefe ya da mantıkla açıklanamaz. Ne bir kapitalist bunu savunabilir ne bir pragmatist. Bu gerçeklik bütün felsefelerin üzerindedir. insanlar susuzluktan kururken, fikirleri tartışmak ancak aptallara özgüdür.
Bu noktada, özgür düşünce, adalet, eşitlik, medeniyet kavramları işlevsizdir. Tek bir gerçek, materyalist bakışla gözlemlenebilmektedir. Girişte de sözü edildiği gibi, aç insan için bir tek gerçeklik vardır ve bu gerçeklik son derece materyalisttir; bazı insanların köpeklerini besleyebilmeleri için, diğerleri açlıktan ölmek zorundadır ve yine bazıları yüzlerce dolarlık parfümler kullanabilsin diye diğerleri hücreleri kuruyup, derileri çatlayana kadar susuzlukla mücadele etmelidir.
Bu gerçeği değiştirecek güce sahip değilse insan yaşamının anlamını sorgulamalıdır. Zira bu gerçekle yaşayabilecek gücü kendinde bulamayabilir bir gün. O gün hayat anlamsızlaşır, felsefeler bulanıklaşır onun için. Var olmanın dayanılmaz hafifliği, omuzlarına binlerce tonluk bir yük olarak binmiştir artık.
ağızdaki iğrenç koku, midenin sana inat verdiği konser, kuru ekmeğe bile talip olma duygusu belirtilerinden bazılarıdır. istenilmeyesi, kötü bi durumdur.
muhtesem bir kitaptır. kitabı okurken kendinizi sefil hissedersiniz.* aclık hissini anlatır bazı sayfalarda betimlemelerle, bu his bundan daha iyi anlatılamaz dersiniz. kahramanın onuruna takılırsınız, "ye be adam", "cal ulan" dersiniz ama kahraman hiçbir zaman sizin beklediğiniz hareketi yapmaz. agır bir temposu oldugu için birçok okuyucu cabuk sıkılabilir fakat temponun bilerek bu sekilde ayarlandığını kitabı okuyunca anlarsınız.
yemek yemelisiihiiinn... heeeveeeheeet.. yemelisiğğğnn... yeeehhh... diye midenin konuşmasıyla anlaşılan duygu. mide "garulk gurulk mırılk" dedikçe aslında bunları açıkca söyler de mide gözü açık olmayan insanlar bunu duyamazlar.
kendisi icin allah terbiye etmesin denilen olay. bir de bir eylemin uzun sure yapilmamasindan dolayi, o eyleme karsi duyulan sila olarak da aciklanabilir.
yapılan işe konsantre olamamaya neden olan ve devamlı bir şeyler yemeyi hayAllemekle zihni meşgul eden hÂl.
bu süre içerisinde önce karbonhidratlar, sonra yağlar en sonra da proteinler -ki bu aşamaya gelen insan için artık ölüm çanları çalmaya başlar- yakılır.
bir avrupa ulkesinde ac kalmak.. para var ama agiz tadi yok bu avrupalilarda diyip yemisim avrupasini gul gibi turkiyemi ozledim mantisini ozledim baklavasini ozledim dedirten durumdur. aclik insani milliyetci mi yapiyo ne?
besin maddelerine karşı duyulan ve fizyolojik gereksinimi karsılamaya yönelik bir uyarım. su içmek koşulu ile insanlar açlığa 4-6 hafta dayanabilirler. aç kalan canlılarda önce karbonhidratlar harcanır. daha sonra yağlar ve son olarakta proteinler harcanır. proteinlerin parçalanması demek birçok hücrenin bütünlüğünün bozulması demektir. bunun göstergesi olarak bedende azot miktarı aniden yükselir ve premortal azot artışı ölümün tipik belirtisi olarak tanımlanır.