ağladığınız zaman, hastalandığınız, üzüldüğünüz, acıdığınız zaman rüyalarına girdiğiniz tek insandır. derdinizi söylemesiniz bile, saklamaya çalışsanız bile, herkesi kandırırsınız ama annenizi asla. aranızdaki mesafe binlerce kilometre olsa bile.
siz onun, o da sizin bir parçanızdır; hem bedenen hem de manen.
yani, sizin parmağınız kesilse onun yüreği sancır.
ama siz onu, onun sizi sevdiğiniz kadar asla sevemezsiniz.
çünkü anneniz size, siz de ancak ve ancak çocuğunuza aynı büyüklükte bir sevgi duygusu besleyebilirsiniz.
sırf gözlerindeki saf sevgiyi görebilmek için hasta olmak istediğim.
yine mi giymedin atlet demesine kurban olduğum.
yaptığı mükemmel (üstelik de bedava) içli köftelerine hayran olduğum.
ortak bir paydada *, özel isminin paya yazılmasıydı senin değerin ulu nun gözünde. ve senin ayağının altına serdi o dünya da bulamadığımız yeri. günahkar oğlun yanarken diğer yanda sen eminim orda bile üzüleceksin. hayatımda kazanamadığım diğer sınavların kaçınılmaz burukluğunu yatıştırmaya çalıştığın gibi.
o yaz gecesinin sabahında, 17 yaşımın tüm hırçınlığı ile geceyi sokaklarda geçirip de usul usul, kimse uyanmasın diye gün doğumunda beraber yaşadığımız o iki odalı eve geldiğimde koridorda karşılaşmıştık seninle. omuzlarında beyaz atkın vardı. üzerinde sarı çiçekli geceliğin. gözlerimi kaçırmıştım gözlerinden. leş gibi kokuyordum. dünya'nın tüm pislikleri kalbimdeydi. ilk aşık olduğum kız yeni terketmişti beni. anlatamıyordum kimseye. ilk hayal kırıklığımı canlı yaşıyordum o gün doğumunda. ilk can çekişmemi o sabah, o koridorda yaşıyordum. ilk ölümüm, o koridorda yaşanıyordu.
sen ise izliyordun. sessiz adımlarla yanıma yaklaşıp sırtıma dokunmuştun. çenemi kavramıştın o buruşuk ellerinle. yaşamışlığının kanıtı olan ellerinle. ilk defa, yok olmak istemiştim. ilk defa, kendimi, kendime gömmek istemiştim o sabah. leştim çünkü. senin rahminden, nur topu gibi dünyaya gelip, sonrasında, 17 yıl geçmeden bok gibi kokan bir leştim. tüm pislikler gözlerimdeydi. tüm pislikler ruhumdaydı.
gözlerim kan çanağıydı. çakallara içiriyordum karanlık gecelerde. sen yüzümü kendine çevirirken, bir anlığına koridorun sonundaki ayna da kendimi görmüştüm. yeni çıkmaya başlayan bıyıklarım, kanlı gözlerim, hafifçe akan burnum...
bir cümle bekliyordun benden. bir kelime ya da. o anın anlam ve önemine yaraşabilecek tek bir şey. ne söylemeliydim ki? ne söyleseydim söndürebilirdim o gün doğumunda, o koridorda gerçekleşen ruhsal yangını?
"dar geliyor."
dudaklarımı kesercesine ağzımdan çıkıp atmosferde yankılanan cümle buydu. neyin dar geldiğini bilmiyordum ama. hiçbir zaman da bilemedim zaten. hala da bilmiyorum. fakat, o gün doğumunda dar geliyordu bir şeyler. belki giydiğim kösele ayakkabılar. belki de ruhuma giydiğim şu beden!
beni, hızlıca çektin kendine doğru. bastırdın göğsüne. doladın kollarını sırtıma... ilk önce, nedenini bilemediğim bir tedirginlik yaşadım. saniyenin binde birlik bir zaman dilimine sığdı bu tutarsızlığım. sonra, ağladım. bardaktan boşanırcasına ağladım. hayata boşalırcasına!
nefesimin ritmini kaybetmeye başladığımda senin de ağladığını hissettim. tuttuk birbirimizi. yüzlerimizden. konuşmadan karar verdik. bir daha birbirimizi ağlatmayacağımıza dair. aradan yıllar geçti. yollar. aşklar. ihanetler. aradan her şey geçti. ilk hayal kırıklığımın babası olan o genç kız hariç...
şimdi, yine ağlıyorum. o sabah ağladığım gibi. bardaktan boşanırcasına. hayata boşalırcasına. hep ağlıyor olmama karşın aradığım cennet'in yerini biliyorum. gökyüzünün en tepesinde değil, aradığım cennet! senin ayaklarının altında! tüm duygularımla ayaklarının altına uzanmış, neden kovulduğumu anımsayamadığım cennet'ine alman için bekliyorum!
hastandığın zaman başında bekleyen yeri geldiğinde sana kızan kızsa da adırmadığın elleri öpülesi iş bulana kadar yeri geldiğinde parasına muhtaç olduğun varlık... öğrenci evinde yaptığın yemekleri bir kenara bıraktığın ve ev halkının hep birlikte iştala yediği yemekleri her daim olmasada ara sıra gönderen varlık...
her aklima geldiginde bogazimda bir yumru olusturtan.
her sabah telefona sariltan.
her telefonu kapatista aglayan ve aglatan.
her gece allah'a "n'olur dunya gozuyle gormeyi * nasip eyle", " benim omrumu al, onunkine kat" diye dualar ettirten.
tereddutsuz guven duydugum.
hayattaki tek dayanagim.
arkadasim, dostum, askim, herseyim.
bir vakit makyaj malzemelerine ve topuklu ayakkabılarına göz koyulan, ergenlik buhranları sırasında en çok kalbi kırılan, o dönem beğenilmeyen, biraz büyüdükçe daha da benzer olunduğu fark edilen varlık..
istemezdim eskiden ona benzemek..
şimdi anlıyorum ki, bu elimde değil.. bu değişim, benzerlik ve adı-her-ne-ise doğal bir süreç..
ece temelkuran'ın dediği gibi: annemiz yamalar dikiyordu bir zamanlar.. sonra bir bakmışız onun yanında biz de yamalar dikiyoruz.. ellerimiz benzemiş..
çok basit düşünen ve kolayca kandırılan bir anne benimkisi.. öyle cin annelerden değil asla.. ve halka mal edilmiş bir "iyilik meleği".. diyorum bu kadar iyi olma, onca kötü varken..
dinlemiyor..
belki birgün ben de anne olursam, anlarım onu..
neden iyilik yaptığını..
neden her nefes alışverişime minnettar olduğunu..
belki birgün benden bir parça, karşıma geçip bana bağırdığında anlarım onu nasıl kırdığımı..
belki..
belki ben de hayatımın ilk aşkı olan adamla evlenseydim anlardım onun neden evlilik hastalığına kapıldığını..
belki..
bana diyor ki; ilk aşkınla evlenirsin umarım..
anne.. öldürdüm ben onu.. ilk aşk filan yok..
öldü o artık..
~
en kötüsü ne biliyor musunuz? ellerimiz benziyor birbirine git gide.. adamlarımız benzemez umarım.. sonumuz..
en kutsalım.. annem, canım, meleğim, ne kadar kıssanda sen bu kızına bilirim her bakışında titrer için. her geç kaldığımda eve pır pır atar yüreğin ... içitğim sigaranın zehrini içine alam senmişsin gini üzülürsün.. canım annem melek annem. seni çok seviyorum ve senin kadar güzel bir anne olmak için elimden gelen herşeyi yapıcam.
geri kalan hayatimda beni hic bir zaman aramamasini , beni ölmüs olarak bilmesini temenni ettigim. onun kotu anneligine bakarak mukemmel anne oldugum evladimca ve cevrece tasdik olunan "anne musveddesi".