kimilerinin deliler divaneler gibi aşık olduğu kiminin de nefret ettiği bunun ortasının asla bulunamadığı yegane şehirdir. Kurudur, kuraktır; büyüktür, kalabalıktır ama yaşanılası, aşık olunası bir havası vardır güzeldir be ankara.
puslu şehir, mat.
renksiz ağaçlar, kokusuz vücutlar.
soluk ve eksik yaşanan hayatlar.
cansız, unutulmaya yüz tutmuş sokaklar.
tat vermeyen kelimeler, anlamsız olanlar bir de üstüne.
yazın sıcağının bile buz gibi terlettiği şehir, korku salan.
sahte insanlar.
oyun oynamayan çocuklar.
anlamsız anlamlar ifade eden bıçaklar.
takım elbiseliler.
güneş vurmayan siyah gözlükler.
ağlamayan bebekler.
gece yarısından önce sönen ışıklar.
rüzgarı bile fısıldayamayan şehir.
nefret ediyorum senden yaşadığım duygu olmasa...
denizi olmaması önemli bir eksisidir, tek sorunu değildir...tarihi yoktur, sıcaklığı yoktur, samimiyeti yoktur, estetik değildir göze gönüle hicbir yere hitap etmez, yapaydır...başlı başına bir olmamışlık abidesidir ankara, eğretiliktir. üstüne üstlük bir de başkenttir. esas sorun da burdadır zaten, başkent olacaksın yahu?
edit: kötüleyen arkadaşlarım, siz ankaraya bayılıyor olabilirsiniz, harika anılarınıza, cocukken koşup oynadığınız parka ev sahipliği yapıyor olabilir ama bir başkent olarak utanılası olmadığını hangi planlamaya, hangi estetik anlayışına dayandırabiliyosunuz merak ettim gercekten.
tek suçu denizinin olmayışıdır.. bulabildikleri tek eksik budur ankara düşmanlarının.. halbüsü sivas'ın da denizi yoktur,erzurumun da,gaziantep'in de, kütahya'nın da denizi yoktur..hatta adı "deniz li",yani denizi olan anlamına gelen denizli'nin bile denizi yoktur.. ama varsa yoksa ankara'ya yüklenilir..denize tapmıyorsanız hiç bir sorununuzun olmayacağı,kin kusmamanız gereken şehirdir..
bahtıma çıkan karaları silmek için kullandıgım bir silgidir.
etlik te; herhangi bir binanın üst katından gece manzarasına dalarak biramı yudumladıgım..
oran da, yıldız da; herhangi bir binanın herhangi bir evinde dost sohbetlerine dalarak bogulmak istedigim..
kızılay da; dönerine, simidine, birasına gömüldüğüm..
outletlerinde kendimi kaybettigim..
ha bu arada uşak a gelince, doğru düzgün bir caddesi vardı. adliyenin ordan bedestana kadar yürünürdü. özlenmedi mi? özlendi tabi ama konu başka şimdi.
En ufak bir tatili bile değerlendirip,hasret gidermek için kaçtığım yuvam.. dandik kaldırımlarından dolayı sürekli takılıp karizmayı cizdiğim, kızlarına bakmaktan boynumun tutulduğu,esmerlerinin ağlattığı cocukluğumun geçtiği nadide şehir.. *
kuğulu'da havuzun sularının çekildiğini ve kuğuların ördeklerin havuzda "yürüdüklerini" görünce içim parçalandı..yazıktır,günahtır..zaten kuğulu'yu yıkıp yerine otopark yapan belediyeden anca bu beklenirdi..
ha bu arada,trabzona gelince hiç bir kızı beğenmememe neden olan şehirdir kendileri.. *
türkiye cumhuriyetinin başkenti.. kimine göre fazla gelişmiş köy,kimine göre medeniyetin göbeği, kimine göre ilk aşk, kimine göre yaşanmamış çocukluk, kimine göre memur şehri..
sizin için hangisi olursa olsun, etkisinden cıkamayacağınız kesindir, hele ankara'da kar yağıyorsa.. her gecen gün daha fazla ozlediğimi farkettiğim,icindeyken kıymet bilmeyip, allahın dağına gelince nasıl bi cennetin icinde yaşadığımı anladığım mekanım..
(bkz: kelimelerin kifayetsiz kalması)
ne şehrin adı, ne denizi, ne turistik yerleriymiş bir şehri sevdiren.. sadece içindeki yaşanmışlıklar, içinde barındırdıklarıymış o yeri sevdiren.. benim gibi bir istanbulluya bile bunu öğreten şehirdir ankara..
ankara, dokunsan ağlamaktır;
yapılması gereken çokça işi * bir güne sığdırmış koşuştururken, cüzdanındaki bozuk paraların çanta ağırlığına bile etki ettiği farkedilip, ilk fırsatta bu bozuklukları bütünletmek amacıyla yaklaşılan büfenin, konuşmaya dahi tenezzül etmeden, kaşlarını kaldırıp kafasıyla "hadi git" işareti yapmasından sonra, ellerinde onlarca bozuk parayla, aklında "ama bu onların işine yarayan birşey değil miydi?" sorusuyla, kızılayın göbeğinde kalakalmışlığın yarattığı ait olmama duygusudur beni ankarayı betimlemeye iten. ****
eğer ankaraya, belki saflıklarıyla ünlü insanlarıyla tanınan, ama mutlaka neşe, içtenlik ve samimiyet bir de balık kokan bir şehirden geldiyseniz, kendinizi buraya ait hissetmeniz ne kadar da zor. dalgalarla iki yaşınızdayken tanışıp denize bile güvenebildiyseniz oralarda, patates ve yumurta ikilisine karıştırdığınız toprakla iğrenç evcilikler oynayabilme şansınız olduysa, para bütünletmek için gittiğiniz bakkal amcanız tarafından üzerine bir de plastik fanuslardan içi kremalı gofretle ödüllendirildiyseniz, ankara sizin için sadece dokunsan ağlama, boğazda düğümdür...
ankara, ayağın takılmasıdır;
bu şehir babasının yemek yerken konuştuğu iki kelimeyi duyup aydın(?) olan gençlere sahipse, güzel konuşmayı-yazmayı ya osmanlıca ya da öztürkçe sözlükle olan dostluğuyla doğru orantılı sanıyorsa, metroda cama yansıyan görüntüden kesiyorlarsa insanları birbirlerini, ve yine bu insanlar gözlerini kaçırarak konuşmayı çok iyi beceriyorlarsa, marjinalliği dövmene, saçlarındaki kızıllık oranına, dinlediğin placebo radiohead şarkı sıklığına göre alınan bir hediye olarak içselleştirmişse, mezunları hakkında yapacağın ödeve, kendi okulunun mezunlar derneğiyse izin vermeyen ,yürüyüşleri konuşmaları bakışları bile robotlaşmışsa insanlarının, yüzlerinde en ufak bir duygu görebilmek içinden yalvarıp, her seferinde daha dikkatli bakıyorsan gözlerine, ellerinde sigarayla yolda yürüyen kızlarsa ankaraya ait olanlar koskocaman bir hayal kırıklığıdır ankara. ayağın takılmasıdır, tökezlemektir...
ama düşmemektir ankara;
o soru işaretleriyle eve gelirken, ekmek almak için girdiğin markette bozuk paralarla boğuştuğunu gören "bakkal amca"nın *"ablacım izin verirsen onları bütünleyeyim mi hem benim de ihtiyacım var da" demesiyle sarsılan bünyede oluşan gülümseyiştir ankara. bülent ortaçgilin kulağına şarkı fısıldamasıdır, genco erkalın saatlerce tek başına orda oraya zıplayarak nazımı anlatmasıdır ankara. dans edebilmektir ankara. baba öpücüğü olmasa da, yanından her geçişinde, hazrola geçip;
"atam sen rahat uyu, yolcusuyuz biz hürriyetin,
atam sen rahat uyu, bekçisiyiz cumhuriyetin."
şarkısını söyleyip, yanın yörendekileri bezdirmeye sebep olan anıtkabirin verdiği huzur ve güven duygusuyla uykuya dalmaktır.
4-5 ay gibi bir süre asla gelmeyeceğinizi bilseniz de özlenmeyen, gece 11de kızılay diye tabir edilen merkezi bir yerde bile yemek yiyecek yer bulunamayan, 9dan sonra bir kızın tek ba$ına hareket etmesinin caiz olmadığı gidilecek yerin** çok az olduğu, adam gibi bir konser salonunun olmadığı kent. ayrıca belediye ba$kanının * her gece yatmadan önce yarın ankara'nın kötülüğü için ne yapabilirim diye dü$ündüğünü sandığım başkent
ölü şehir, benim cesedimi barındırıyor. mekanlar onlara yüklediğimiz anlamlardan ibarettir, onlara ait anılarımızdan ve bazı mekanlarda yaşar bazı mekanlarda ölürüz, her defasında, ölürüz, yavaş yavaş..
atakuleye çıkınca dandik bilgisayar oyunlarını anımsatan şehir . hani o oyunlarda sadece gitmen gereken yol vardır ve kalan kısımlar dağlardır oraya yönelsen bile çarpıp yola dönmek zorunda kalırsın , aynı hisse kapılmıştım atakuleden ankaraya bakarken..
asaleti bir tek söylenişindedir bu şehrin: an-ka-ra. onun dışında, ona benzer bir ruhla doğmamışsanız sevemezsiniz ancak katlanırsınız; ona da, insanlarına da...
yorucu geçen kocaman bir iş gününün ardından, ne yaparsanız, nereye bakarsanız bakın, yorgunluğunuzu hafifletecek bir manzarası ve canlılığı bulunmayan, daha doğrusu bunun için en ufak bir isteği olmayan kenttir. abartmadan söylenilebilir ki; baktığınızda görmek istediğiniz şey, ona ne anlam yüklemek istediğinize bağlı olsa da, sizin ne düşündüğünüzü zerre kadar önemsemeyen şehirdir. o acı çekiyorsa (bkz: melih gokcek) siz de çekersiniz, o mutlu oluyorsa sizin nasıl olduğunuz önemli değildir.