kurgusuyla, anlatmaya çalıştıkları, anlattıkları ve anladıklarımızla, diyavoluyla, daniyeliyle, süleymanıyla, nuhuyla, bu isimlerin tarihsel göndermeleriyle, arap alfabesi ve yüz yıl öncesine kadar kullandığımız lakin bize unutturulmuş diliyle hiç tartışmadan türk romanının en iyi yirmi eserinin arasına koyulacak eserdir.
ihsan Oktay Anar'ın ustaca kaleme aldığı, oldukça eğlenceli, okunası kitabı. Tarihle kurgunun iç içe geçtiği eserde geçmişe doğru ıslak, yosun kokulu bir yolculuk yapıyorsunuz. Denizcilik terimleriyle dolu cümlelerde sayfa altında neden bir açıklama, dipnot yok diye sızlansam da araştırıp öğrenebildim hepsini. Fakat ahalinin kaçta kaçının bu terimleri biliyor olduğunu sorgulamak lazım.
--alıntı--
sen piyer kilisesinin sabık zangocu, peygamber efendimizin ümmetinden olmadığından, hamamda bir gayrimüslimin bulunduğuna dikkat çekilmesi için, ferman gereği beline en küçük hareketiyle bile çın çın çınlayan çıngıraklı bir peştemal dolamıştı.
--alıntı--
sayfa: 15.
ne fermanmış yahu. amaç nedir? merak ettim.
muhteşem tasvirler barındıran ve şahane, ince göndermeler yapan kurgusu hakikaten muhteşem kitap. ara ara ele alınıp tekrar tekrar okunması elzemdir. detayları hatırlayayım diye tekrar 3. kez okuduğumdur.
giriş zaten direkt bir dini göndermedir ve enteresan şekilde kimse yazmamıştır:
"kendine gofer ağacından bir gemi yap; gemide odalar yapacaksın ve onu içeriden ve dışarıdan ziftle ziftleyeceksin." tekvin, 6:14
ihsan oktay anar' a bir kez daha hayran kaldığım roman. bir gemiye bindim. adı gerçekti. hikaye bittiğinde gemiden afallamış şekilde indim diyebilecek kadar içine alan kitap.
gereğinden fazla denizcilik terimi var bazı şeyleri anlamayı bırakın kestiremiyorsunu bile ama yinede 10 numara üslubuyla yazar yine yapacağını yapmıştır. biraz felsefe biraz mizah çokça da masalımsı bi tarz ile oluşturmuştur amat'ı.
--spoiler--
gecenin bu saatinde kibar adamlar yalılarda, köşklerde ve kasırlarda uyuyup rüyalarında cariyelerin peşlerinde koşarlarken sizler, uyanık olarak buradasınız. çünkü kan dökülmesi gerekiyor. dilerim ki, dökülen kan sizin kanınız olmaz. biliyorum ki, döktüğünüz kanı siz değil, yalılarda yaşayan şiir yazıp sizi hakir gören nazik adamlar içecektir. konstantiniye'nin kibar insanları kanla beslenir, ama siz değil! bu yüzden siz onlardan temizsiniz! ancak kan görünce bayılan ve vahşetten nefret eden bu beyzadeler, sizleri daima ayaktakımı olarak gördüler ve göreceklerdir. onların ruhlarının ve vicdanlarının temiz olması için, bizzat sizler, ellerinizi çamura sokacaksınız. getirdiğiniz ganimetin neredeyse hepsi, bu kibar efendilerin kesesine girecektir. ocağımızın kanunu odur ki, onların içmesi için sadece kan dökmeyecek, ayrıca şu koca konstantiniye'nin sokaklarında dönüp sizin suratınıza bile bakmadıkları zaman onlara tahammül de edeceksiniz! şairler mersiye, destan, gazel yazacak. ne ile mi? mürekkeple değil elbette! kanla yazacaklar ve ünlerini ebediyete kadar sürdürecekler! sizden istenen de bu: konstantiniye'ye kan getirin!
--spoiler--
"ah! sessizliği işitip karanlığı görmek keşke mümkün olsaydı, işte o zaman müminlerin tespihlerinden gelen şıkırtılar, yediklerini köşe başında çıkartan bir sarhoşun göğsünden gelen hırıltıları, kuytularda büyü yapanların dudaklarından dökülen fısıltılar duyulabilir ve on binlerce altınlık servetlerden saçılan ışıkta parıldayan gözler, şuh kahkahaların çınladığı batakhanelerin kapılarında asılı kırmızı fenerler, tenha köşelerde kirli ellerin çektiği o pırıltılı hançerler seçilebilirdi."
kitabın kendi atmosferinde daha da bir parıltılı duruyor cümleleri, burda da parıltısını yitirmiyor görüldüğü gibi.
Kitapta ismi geçen bazı kitaplar;
Kuşunlu Mahzen Katibi Hamamcı Musa Efendinin Tezâkirül Mücrimin,
içinde bir çok denizcilikle ilgili kelime barındıran, bir Osmanlı kalyonunun seyre hazırlanışını ve seyir sırasında yaşanan tuhaflıkları anlatan güzel bir kitap. eski bir denizci olarak bilmediğim bir kaç gemici deyimini ekşiden öğrendim. eski zamanda bir kalyonda yaşamı, zorlukları, düşünce yapısını, insan doğasını, kalyonun iç düzenini çok güzel çizmiş yazar, evet gözümüzün önünde bir tablo gibi beliriveriyor her şey. bir felsefe hocası olarak yazar ölüm, ölümsüzlük, varoluş, zaman, din eksenli olarak inanç, günah, ceza, masumiyet, iktidar vs gibi konuları sorgulamış amat ın arka planında.
kısaca okunulması gereken bir edebi eser, yazarın konuyla ilgili bilgi derinliği ve empati yapma yeteneği baş döndürüyor.
kullandığı osmanlıca ve deniz terimleri, ilk başta insanı şaşırtmakta,
ama akışına bırakılırsa bu kelimlerin aslında problem yaratmadığı anlaşılmaktadır.
aksine bu kelimeler tam olarak osmanlı zamanında bir kalyonda olduğunuzu hissettirmekte ve engin denizlere açılırken kaptanın kütüphanesini ve amat'ı merak etmenize yol açmaktadır.
insanın kendisine ve gerçeğe yaptığı başlıca bir seyahattir bu roman...
kesinlikle ikinci okumada farklı tadlar verecektir
Az önce bitirdiğim okuduğum ilk ihsan oktay anar kitabıdır.
Kitabın her cümlesi bir sonraki cümleye koşturuyor sizi. Akıcı. Dil size güçlük çıkartmıyor yormuyor herhangi bir anlam kapalılığına da izin vermiyor , kitap düşsel-masalsı dokusuyla sizi çekiştiriyor kendine. Öyle ki yorulduğunuzda bu kitabı okuyasınız geliyor , son derece dinlendirici.
ihsan Oktay'ın kişiliğinden de kaynaklanan -belkide felsefeci oluşundan- sembolik figürlerde göze çarpıyor. Kitabın kahramanları asla unutulmaz. Evet kadro geniş ancak hepsi kendi içinde bir ayrı alem bir ayrı hikaye. Unutulması güç. Esrarengiz de bir yanı var kitabın. Diyorum ya merak, keşfetme dürtüsüyle kitabı tutup bir köşede tutma şansınız yok. Okumak zorunda hissediyorsunuz.
Denizcilik terimleri en başta kaygılandırsa da sonraları umursamıyorsunuz o kelimeleri, bilmemeniz sizi endişelendirmiyor bir süre sonra. Hatta iyiki varmış diyorsunuz. 17.yüzyıl denizciliği , osmanlı , venedik, sen jean şövalyeleri. yani tarih. konstantiniyye, navarin ve malta. Başlı başına bir gizem Diyavol paşa , kaptan efendimiz. Süleyman Reis ve ölümsüzlük-ölüm üzerine düşünceleri, ilginç kişiliği. Eşek israfil ve fitilli daniyal nam-ı diğer Emilio Santos. Göbelez baba , Kazdağlı tomarcı ve niceleri. Akıldan çıkacağını hiç sanmıyorum.
Hüzünlü , nüktedan ve çok hoş. Sonu benim açımdan biraz sıkıntılı olsada belki de kitabın dokusuna kesin bir son yakışmazdı diyorum. Yada vebadan ölen sevdiğim karakterlere ölümü yakıştıramıyorum böylesi yani muğlak bir son daha işime geliyor. Belkide ölmemiştir diyorum içimde. Her ne kadar günahkar olsalarda. Karnaval gibi roman.
kitabın muallaklı sonu musevilerin golem inanışı ile anlatılan bir hikaye ile benzerdir. kitaptaki göndermelerden biri de budur.
vikipedi
inanışa göre haham Judah Loew ben Bezalel tarafından kilden bir heykel yapıldı ve musevi halkını koruması için canlandırıldı. Alnına emet (doğruluk) kelimesi yazıldı. Musevi halkını korudu ve zamanla güçlendi. Fakat cumartesi günleri golemin çalışması yasaktı bu yüzden de alnından e harfi silinir böylece met ( ölüm) kelimesi kalırdı ve golem haraketsiz bir şekilde dururdu. Bir cumartesi e harfini silmeyi unuttular ve golem kontrolden çıkıp herşeyi yıkmaya ve insanlara zarar vermeye başladı. vikipedi