doğu'nun en ciddi düşünürlerinden biridir. varoluşçuluğun üstadı sartre'ın yanında yetişmesine rağmen, batı karşıtı, sıkı antiemperyalist, dini ve geleneksel değerlerle sosyalizmi harmanlayan bir düşüncenin sahibidir.
islam tarihinden ebu zer-i gıffari'yi sever; mitolojiden prometheus'u; ve romanlardan -benim gördüğüm- en çok kazancakis'in "yeniden çarmıha gerilen isa"sını över..
iran devriminin en önemli hazırlayıcılarından olduğu halde, iran devrimi tarafından kitapları yasaklanmıştır; çünkü osmanlı'yı ve sünnileri öven fikirleri vardır..
lombakta yillar once gordugum bir karikaturu animsatir bana,
bir bilim adami utuyu bulur ve dusunme kutusunda "sonunda insanlik icin hayirli bir bulus yarattim" der. ikici karede adam elleri basinin arasinda endiselidir. onlarca insan utuyle biribirinin kafasini utulemektedir.
ali seriati islamin sosyalist,ozgurlukcu, paylasimci yuzunu gostermek icin didinip oldurulmus, onun fikirleriyle bir mollalar seriati ,totaliter bir islami yonetim basgostermis..yasasaydi mollalarca katledilecekti.sah'a kismet oldu.
bizi rahatsız etmeye gelen adam. öze dönüş kitabı, dine karşı din, kevir, fatıma fatımadır, medeniyet modernizm mükemmel kitaplarıdır. şiddetle okumanızı tavsiye ederim.
insanların uydurduğu değil de allah'ın indirdiği gerçek islamı tanımak isteyenler için bulunmaz bir nimet olan iranlı yazar. ebu zerr ve dine karşı din kitapları okunduğu taktirde, uydurulan dine tepki olarak islam'dan soğumuş olan akıl sahibi kitlelerin, tekrar islama yönelmeleri gayet mümkündür. okunmalı, okutturulmalı, tavsiye edilmelidir.
islamın dünya görüşü ve ideolojisini çok iyi tespit eden bir müslümandır. aynı zamanda bir sosyolog, tarihçi ve edebiyatçıdır. iran islam devriminin mihenk taşlarındandır. ingilterede ingiliz ajanları tarafından şehid edilmiştir.
ali şerîatî mumammed kimdir isimli kitabında sözde peygamberimizin hayatını anlatacak ya, daha önsözde benim bu öyküye bakış açım mezhebî îtikadlar açısından değil diyerek okuyucuya takiyye yapıyor. diğer bir ifadeyle acem yalanına başvuruyor.
çünkü, kitap başından sonuna kadar, söylediğinin tam tersi yazılarla dolu.
önsözde, kitabı hakkındaki ikinci yalanı da şöyle: her türlü taassup, taraf tutma ve pek çok araştırmanın hastalığı sayılan önyargıdan uzak
önyargıdan ne kadar uzak olduğunu da aşağıda göreceğiz. önsözde yazdığına göre peygamberimizi kitabında şöyle anlatıyormuş:
bir müslüman olarak değil de, tarafsız, ilmî bakış açısıyla olayları değerlendiren bir düşünür olarak muhammedin görüntüsünü sergilemek
işte bu doğru peygamberimizi, gerçekten bir müslüman olarak anlatmamış. zaten müslüman olarak anlatacak olsa, muhammedin görüntüsü demezdi.
ya hazret ya aleyhisselam veya peygamberimiz derdi.
çünkü müslümanlık peygamberimizi hürmetsiz anmaya engeldir.
şeriatînin, peygamberimizin hayatı hakkında kullandığı ifade de şu: muhammedin siyeri.
şimdi, ali şeriatînin, kitabının ileriki sahifelerinde yazdıklarına madde madde bakmaya çalışalım:
1- hazreti ömer (radıyallâhü anh) zamanında islamın irana girmesini içine sindiremediği için buna bir türlü fetih diyemiyor. arapların saldırısı, ömerin irana saldırı kararı diyor. (s.13, 14)
2- müslümanların iranı fethetmeleri içine öyle oturmuş ki, bu fethi hem sıradan bir savaş gibi görüyor hem de müslümanları vahşî kabileler olarak anlatıyor. ona göre müslümanlar vahşî, o zamanki imansız iran ile, doğu roma ise ileri bir toplum.
yine ona göre iranın fethi kudsî bir gayeye dayanmayan bir hegemonya.
işte sözleri: burada iran veya doğu romanın araplara yenilişi söz konusu değildir. çünkü vahşî kabilelerin medenî toplumlara saldırısı ve onlara karşı zafer elde etmesi büyük ve ileri toplumlar üzerinde hegemonya (baskı ve üstünlük) kurması, tarihte tekerrür eden bir olaydır. (s: 15)
3- şeriatîye göre peygamberimiz bedir harbini, başarı kazanamazsam yahudi ve münafıklar bana ne derler telaşıyla yapmış.
peygamberimizin düşüncesini şöyle aktarıyor: nasıl olur da eli boş medineye dönebilirdi. yahudi ve münafıklar ne derlerdi. (s: 29)
bedir harbine katılan ashâb-ı kiram hakkında ise şöyle diyor: çoğu yağmalama hedefiyle yola çıkan bir ordu
yani ona göre ashâb-ı kiram bedirde allah için, din için cihad etmemiş, yağma için yola çıkmış.
4- şeriatî, bedir harbine iştirak eden ashâbı kötülemeye şöyle devam ediyor: muhammedin ordusunda (ifadedeki hürmetsizliğe dikkat!) bir grup, cedelleşmeye ve münakaşaya başladı.
onlar şöyle diyordu: biz savaş için değil ganimet için yola çıktık. nasıl olur da 313 kişi hem de böyle sınırlı bir techizat ile, savaşa hazır, kılıç kuşanmış bin kadar savaşçıya karşı, mutsuz ve ümitsiz bir harbe girilebilir diyordu. (s: 32)
bedir ordusundaki ashâb-ı kiramı, içten içe kaynayan, ihanet etmek için fırsat kollayan kimseler olarak anlatıyor: muhammed (hazret demiyor) öyle güzel koordine etti ki, kimseye bir an bile olsun, ihaneti düşünme fırsatı vermedi. (s: 32)
5- ashâb-ı kiramın büyüklerini bile değişik tevhid anlayışı taşıyan, ayrı ayrı inanca sahip olan kimseler olarak gösteriyor:
ebûbekirin tevhid anlayışı
bilalin tevhid anlayışı..
evet bu iki tevhid anlayışı arasındaki fark, bedirde iyice kendini gösterdi. (s: 36)
allahın rızasından başka bir şey düşünmeyen bedir aslanlarını kötülemeye devam ediyor:
kin ve intikam ateşi daha da büyümekteydi peygamberin ünlü dost ve yardımcısı ebû huzeyfe intikam ve kin ateşi içinde yanıyordu. (s: 40)
6- kendi isteğinin tersine zaferle son bulan bedir savaşı sonrasını şeriatî şöyle anlatıyor:
islam ordusu ilk defa olarak en çetin savaşlardan birinden dönüyordu, gururlu ve muzaffer olarak.
gurur!.. bu çok çirkin bir huy ve özelliktir. (s: 42)
gördüğünüz gibi, islâm ordusunu önce gururlu olmakla suçlayıp arkasından da gururun çirkin bir şey olduğunu söylüyor. böylece, ashâb-ı kiramı çirkin bir huya sahip olan bir topluluk olarak gösteriyor.
7- sıra geldi uhud harbini anlatmaya. burada da ashâbın en öndeki üç büyüğüne dil uzatmaktan geri durmuyor:
osman firar etmişti. ömer ve ebûbekir ortalıkta görünmüyordu. (s: 65)
8- uhuddan sonraki hamrâül esed gazvesini anlatırken de, peygamberimizi insafsızca hareket etmekle suçluyor.
peygamber, ümmü mektumu medineye başkan olarak atayıp, henüz yüreği yaralı çocuk ve kadınların inilti ve ağlama sesleri duyulan evlerden, yorgun ve yaralı müslümanları çıkarıp harekete geçirdi (s: 70)
yorgun ve yaralı insanlar sefere çıkarılır mı? bu kadar da insafsızlık olur mu? demeye getiriyor.
9- mekkenin fethinden sonra peygamberimiz genel af ilan etmiş, ancak birkaç kişinin bulundukları yerde öldürülmelerini emretmişti. bunlar, işleri güçleri islâmı ve peygamberimizi kötülemek olan kimselerdi.
şeriatî, bu meseleden bahsederken şöyle diyor:
komutanlara emir şuydu: sizinle savaşmayanlarla değil, savaş açanlarla çarpışın. fakat bir grubu adlarıyla açıkladı. ve şöyle dedi: onları kâbenin perdesi (örtüsü) altında bulsanız da öldürün. (s: 189)
şeriatî, bu meseleyle ilgili 106 nolu dipnotta peygamberimize olan düşmanlığını açıktan açığa ortaya koyuyor. işte kullandığı ifadeler:
peygamberin sükûnet ve huzur sağlamaya, mekkede kan dökmeyi önlemesine karşın, öyle bir ortamda tavizsizlik göstermesi, onun ruhsal yapısının normal bir rûhi yapı olmadığını gösteriyor. onun hayat serüveni bu örneklerle doludur."
gördüğünüz gibi, peygamberimizi hem tavizsizlikle suçluyor hem de, normal bir rûhi yapısı olmadığını söylüyor. daha da ileri giderek hayatı bu örneklerle doludur diyor.
yukarıda, peygamberimize hazret dememesi şöyle dursun, hakaret edi̇yor! dediğim işte buydu değerli okuyucular.
10- huneyn harbini nasıl anlattığına geçmeden önce bir hatırlatma yapalım. bu harpte müslümanlar önce gafil avlanıp hevâzin ve sakif kabilelerine mensup müşrikler karşısında bir sıkıntı yaşamışlarsa da sonunda toparlanmışlardı. o harpte müşriklerin kumandanının ismi mâlik bin avf idi.
lütfen hevâzin ve sakif kelimelerinin müşrik, kumandanlarının da mâlik bin avf olduğunu unutmayınız.
bakın ali şeriatî huneyn harbini nasıl anlatıyor:
sabah karanlığı, derenin darlığında müslümanlar, elleri bağlı gözleri kapalı olarak kendi kadın-çocuk ve mallarıyla birlikte gelen fedâkâr hevâzin ve sakif savaşçılarının amansız darbeleri altında kıvranıyordu. (s: 213)
gördüğünüz gibi müşriklere fedâkâr diyor. anlatmaya devam ediyor:
bu sırada hevâzinin yürekli bayraktarı kızıl kıllı deve üzerinde ilerliyordu . bulduğunu mızrakla vurup düşürüyordu. (s: 216)
hevâzin kuvvetlerinin bayraktarını yürekli diye övüyor. müslümanları vurup düşürmesinden ise büyük zevk aldığı anlaşılıyor. aşağıda gördüğünüz gibi müşriklere fedakâr demekte ısrar ediyor:
fedâkâr hevâzin ve sakif müttefikleri, gerçi kadın-çocuk ve servetlerini savaş alanına getirmişlerdi. fakat her an şiddetlenen, sertleşen, hışmı artan, saldırgan fırtına karşısında gitgide ümitsizleşiyorlardı. (s: 217)
evet müşriklerin gitgide ümitsizleşip sonunda belalarını buldukları doğru. ne var ki, ali şeriatî buna kahroluyor. ama müşrik kuvvetlerinin kumandanını son ana kadar kahraman olarak anmakta da direniyor.
bakın:
son anlara kadar direnen huneyn kahramanı mâlik bin avf (s: 221) müşrikleri bu kadar öven yazarın, islâm askerleri hakkında ne dediğini merak ediyorsanız buyurun:
ismine ilk rastladığımda beynimden vurulmuşa döndüğüm tek insan. daha önce böyle bir isim soyisim görmemiştim, küçüktüm o zamanlar. zamanla kitaplarını okudum.fikirlerini tanıdım. kesinlikle bir filozof ve alimdir. mossad tarafından şehit edildiği söylenmektedir. ruhu şad mekanı cennet olsun.
"i have no religion, but if i were to choose one, it would be that of shariati's" jean paul sartre. abduh, afgani ve mehmet akif gibi islam modernizminin savunucusudur. aslında öze dönüşü arzular, gerçek islam vurgusu yapar.
fransız sorbon üniversitesi mezunu olmasına rağmen batıyı eleştirmiş ve islami düşünceyi sosyolojik boyutlara açmaya çalışmış büyük düşünür. iran devrimi sürecini hazırlayanlardan olup bu dönemde hemen her gün konferanslar vermiş ve saatlerce kalabalıklar karşısında konuşmuştur.40 yaşında öldürülene kadar 100 civarı eser yazmıştır.
"Birden içime şu korkunç soru düşüvermişti: Ben hangiyim?
Ruhunun bu kaygıyı duyumsayabilecek oranda büyük, geniş olduğunu düşünüyorum. Kişinin kendini kendi içinde yitirmesinden daha korkunç ne olabilir? Kişinin kendi içinde ne desem?.. Kendisiyle iç içe olmuş, kendilerini kendisi gibi göstermiş Yabancılar olmasından daha büyük bir yıpranış olabilir mi? Şimdi ben kim olduğumu bilmiyorum ne korkunç."
sartre etkisiyle varoluşçu izler barındıran, ebuzer ve ali gibi kitapları ile alışılmış islam portesinden sıyrılan yazar. 'sizi rahatsız etmeye geldim' der.
Sahabeye muhalif diye butun calismalarini yok sayamayacagimiz, bu gunun islami toplumlarindaki sosyal yasama dair gercekleri tokat gibi insanin suratina carpan sehidimiz. Okunmasi, fakat okurken uzmanlik alani olan sosyoloji disinda diger konularda biraz elestirel gozle yorulmasi gerekir.
''Sömürgecilik ve sermayedarlığın -demokrasi kılıfına bürünmüş ve liberalizm maskesi takmış kapitalizm ve sömürgecilik- dünya çapında milyonlarca Müslümanın, Hindunun, zencinin, sarı derilinin (Uzak Doğulunun) kanını döken körüklediği ateşe karşı Avrupanın hangi düşünürü, hümanisti, hatta sosyalisti ile komünisti itiraz sesini yükseltti?
Victor Hugonun zavallılar için heyecan, duygu ve insanî duygular kabartan şaheserini yazdığı bir zamanda -bu ve buna benzer eserlerin yazıldığı bir zamanda- bizlerin, dünyanın öbür ucunda kalleşçe katledilip yağmalandığımızı ve imha edildiğimizi unutmam mümkün değildir.
Ben Marks, Engels, Proudhon ve diğer sosyalistlerle devrimcileri asla bağışlayamam; çünkü biz Doğuda yağmalandığımız bir zamanda, onlar sermayedarlarla işçiler arasında adilce mal bölüşüm kavgası veriyor ve bunun adını da işçi hakları ve işçinin ürettiklerini kendilerine geri verme hakları olarak nitelendiriyorlardı. Marks, Batı mamullerini özelleştirilmiş ve birikmiş iş olarak tanımlıyordu! Asyalı olan ben ise, bu mamulün özelleşmiş ve birikmiş cinayet ve hırsızlık olduğunu görüyordum!
19. yüzyılda binlerce Fransız ve ingiliz işçisi, tomar imzalayarak, grev yaparak, bu iki devletin Mısır, Kuzey Afrika ve Hindiçin vs deki askerlerini geri çekmemelerini, bu ülkelerin yağmalanmasını ve pazar olarak kullanılmasını ve netice itibariyle işçilerin ücretlerinin artmasını istiyorlardı. ingilterenin demokrat hükümeti ise yüz bin ingiliz işçisinin oyunu kaybetmemek için ingiliz Ordusunu çaresiz Afrikadan geri çekmeyerek, işçilerin bu tür istekleri doğrultusunda hareket ederek, kendisini işçilerin düşüncelerinden yana gösteriyordu.''
islamı gerektiği gibi anlamış ve anlatmış alim.. islamın doğru anlamışmasının bedelini kanıyla ödemiştir, allah ondan ebeden razı olsun;
"...Nihayet Freud geldi. Bilimsel seksüalite ekolünün temellerini attı. Cinsel asalet! Burjuva sınıfı aslında alçak ve adi bir sınıftır. Feodalitenin de tersine insanlık dışı bir rejimdir ki sayılanların hepsi insanı cinsel ve ekonomik bir hayvan olarak telakki etmişlerdir. Bu burjuvazi peygamberinin adı Freud, dini seks(cinsellik), Mabedi Freudism ve bu mabedin yanında boğazlanan ilk kurbanlar ise kadının insani değerleriydi.
Özellikle I.Dünya savaşından sonra ansızın dünya sanatının asıl mayasının, bilhassa bütün filmlerin sadece iki unsura sahip olduğunu görürüz:
Sertlik ve şiddet
Seks (Cinsellik)
Bunlar hep savaşın hediyesidir.
Bir kaç rejisör ve piyes yazarı bu meselenin peşine tesadüfen düşmüyor. Aksine en derin sosyolog ve antropologlar bu evrensel güce bağımlıdırlar. Bunlar beşeriyetin düşüncelerini unutturmak için dünyanın en iyi ve en güçlü tanıtım ve propaganda gücü olan filmlerden yardım aldılar.
Öyleyse bu gücün egemenliği için hem batının hem de doğunun kurban olması gerekir. Hem eroin hem Freudism kurbanı. Bunun için henüz genç olması sebebiyle daha sapık kültürlerin içinde pişmemiş, sapmamış ve insan olduğu için henüz dünyada nefes çeken, hisli ve şefkatli olan bu genç neslin, kendi yazgısına dikkat etmemesi, önem vermemesi ve yönelmemesi gerekmektedir. Dikkat etmemesi ve yönelmemesi için her türlü araç muteberdir; ister ilim şeklinde olsun, isterse sanat şeklinde olsun, ister spor, ister edebiyat, ister tarih, ister sünnet ve gelenek, isterse din ve mezheb olsun her türlü vasıta geçerlidir. Yeter ki meşgul olsun, oyalansın, sahneden kaybolsun, dikkatli ve uyanık olmasın."