bugün

yakup kadri karaosmanoğlu'nun yaban adlı romanının kahramanı olan subayımız ahmet celal paşa oğludur ve kemalist görüşü savunur. ötekileşme, yabancılaşma, dışlanma izlekleri türk edebiyatında ilk bu karakter üzerinden okura sunulmuştur.

ahmet celal köylüler için bir şeyler yapmak ister onlar adına üzülen lakin onların seviyesine bir türlü inemeyen bir aydındır. yabancılaşma, dışlanma gibi izleklere sahip romanları seviyorsanız ahmet celal'i çok seversiniz.

ve her şeyden önemlisi 1932 yılında nobel sahibi albert camus'nün yabancı romanından 10 yıl önce böyle bir kitap yazdığı için yakup kadri ile gurur duyarsınız.

--spoiler--

"geçen gün, kırlarda dolaşırken ayağım bir konserve kutusuna çarpmıştı. durup bakmıştım. bu kutu amerika'dan gelmiş bir kutu idi ve üstünde ingilizce bir şeyin adı yazılı idi. bu kutuyu buraya hangi yolcular bıraktı? kimbilir ne zamandan beri kaldı, bilmiyorum. fakat tuhaf bir ilgiyle eğildim, elime aldım, baktım ve adeta bir eski aşinayı görür gibi oldum.
ben, bu topraklarda, işte bu teneke kutunun eşiyim"

--spoiler--
Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu Tetkik-i Mezalim Heyeti'nde görevli olduğu sırada gördükleri öyle acıydı ki, satırlara bu şekilde döküldü. Ahmet Celal de bu anılardan, yaşanılanlardan kitaplaşan Yaban'ın kahramanıydı. 1922 yılında kolunu savaşta kaybetmiş gazi Ahmet Celal Porsuk Çayı yakınlarındaki bir köye sığınır. Uğruna pek çok şeyi feda ettiği vatanın bu çorak köşesinde, topalı, kamburu, körü, meczubu ve cüceleriyle adeta bir "illet ve sakatlık yuvasıdır. Onlar, Ahmet Celal'e yaban derler. Ahmet Celal kimliğindeki aydın ile köylü arasındaki yabancılık ve uyuşmazlık anlatılır eserde. "Milletin efendisi" sandığı köylülerin maddi ve manevi sefaleti karşısında sarsılır. Kitap oldukça acımasız eleştirilere maruz kalsa da aslında Türk aydınının ruh haline yansıtan umutsuz bir haykırışıydı aslında.
yaban romanının ana karakteri.

--spoiler--

“Dünyadan elini eteğini çekmiş bir kimse için Anadolu’nun bu ücra köşesinden daha uygun neresi bulunabilir? Ben burada diri diri bir mezara gömülmüş gibiyim. Hiçbir intihar bu kadar şuurlu, bu kadar iradeli ve bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır. Daha otuz beşimize basmadan her şeyin bittiğini, işin tamam olduğunu; aşkın, arzunun, ümit ve ihtirasın artık bir daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendime itiraf etmek, bütün mutluluk ve başarı kapılarının kapandığını söylemek ve gelip, burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumaya mahkum olmak. Böyle mi olacaktı? Böyle mi sanmıştım? Lakin, işte böyle oldu ve böyle olması lazımdı.”

--spoiler--