bugün

1939 akhisar, manisa doğumludur.
özellikle felsefe alanındaki çalışmalarıyla tanınan yazar ve şair.
istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi fransız dili ve edebiyatı bölümü'nde başladığı yükseköğrenimini 1967'de kanada'da montreal üniversitesi felsefe bölümü'nde tamamlamıştır. yakın geçmişte mimar sinan üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır.
2000 yılında ise kocaeli üniversitesi felsefe bölümünü kurmuştur. şu sıra ise çalışmalarına devam etse de rahatsızlığı sebebiyle bölüm başkanlığından ayrılmıştır. bilinen eserleri:
*Düşünce Tarihi 1
*Destanlar / Bütün Şiirleri 2
*içimizdeki Deprem
*Estetik
*Düşünce Tarihi 2
*Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri 1
*Descartes'çı Bilgi Kuramının Temellendirilişi
*Düşünce Tarihi 3
*Akşam Türküleri
*Destanlar
(bkz: ayrılıkta söylenmiş bir yaz türküsü)
şiirleriyle, estetik üzerine kitapları ve insancıl dergisindeki yazılarıyla kıymetli işlere imza atmışken aşkın diyalektiği gibi deneyim kusmuğu işlere tevessül etmesini, aydın etiğini sorgulatan hakkaniyetsiz üslubunu esefle kınadığım zat.*
* (bkz: eskinin turkusu)
* (bkz: bir seruvenin tanimi)
* (bkz: bir inanc tutkununun turkusu)
" kimseyi eğitemezsiniz , ancak onun kendini eğitmesine yardımcı olabilirsiniz. " demiş.
Türkiyenin en önemli felsefecilerinden biridir.Düşünce Tarihi tam bir baş yapıttır.
1939'da Manisa'nın Akhisar ilçesinde dünyaya geldi. istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim görürken 1967'de Kanada'ya gitti. Montreal üniversitesinin felsefe bölümünden mezun oldu. Yurda dönüşünde Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Fransızca okutmanlığına başladı. Aynı üniversite de doktorasını verdi. 1992'de profesörlüğe yükseldi. istanbul'da Kavram Yayınları'nın ve üç aylık Felsefe Dergisinin (ilk sayı Ekim-Aralık 1977) sahip ve yönetmenliğini yaptı. Mimar Sinan Üniversitesi istanbul Devlet Konservatuvarı'nda öğretim üyesi. Yazı alanında adını 1956'da Vatan gazetesinde yayınlanan "Heykel" adlı öyküsüyle duyurdu. Şiirleri ve yazıları Yelken, Ataç, Papirüs, Yeni Edebiyat, Varlık, Soyut, Yeni Ufuklar, Milliyet Sanat, Yazko Edebiyat gibi dergilerde yayınlandı. Toplumcu dünya görüşüne bağlı, öz ve biçim bakımından bütünleşmiş bir şiir anlayışı geliştirmeye çalıştı.
önde gelen şiirleri;

AKŞAM SEZGiLERi
DENiZiN BEKLEDiĞi
BEN KiMiM
SESSiZ AKŞAM DÜŞLERi
ÇOCUKLARA DÜŞEN
AKŞAMIN KURGUSU
ESKiNiN TÜRKÜSÜ
SENi DÜŞÜNDÜĞÜM TÜRKÜ
MAVi MENDiLiN TÜRKÜSÜ
BiR SEVGi TÜRKÜSÜ
iSTERSEN AL GÖTÜR BENi
SANA SON MEKTUBUMDUR
YAĞMUR ARKASI
iLKYAZ GiBi
SANILAR
BU BiZiM ŞiiRiMiZDiR
istanbul üniversitesi fransız dili ve edebiyatı mezunu.

hiç bir zaman yenilmedi geceye
sevincim de, inancım da
doğru diye bildiğim güzellikler
hiç bir gün kendinden uzak bir şeye değişmedi

hiç bir gün yolda koymadı beni
güvencim ve direncim...
düşerim sandılar, dönüp baktılar
gülerek geçip gittim

evet, ben tek başımaydım
onlarsa çok yalnızdılar!
nazım hikmet hakkında:

Nâzım Hikmet'in şiiri gerçek anlamda bir arayışın şiiridir. Her sanat arayıştır, her yapıt bir insan araştırmasıyla ilgilidir. Ancak bazı yapıtlar insanı daha genel açıdan, daha bildik, daha alışılmış görünümleriyle ele alırken, bazı yapıtlar insana daha köklü, daha köktenci bir tutumla yönelirler. Dehanın özelliği insanı ortaya çıkarmak adına kılı kırk yarmasıdır. Şiir dehası Nâzım Hikmet insana kabataslak bakmakla yetinmez, insanı bilgece ele alır, filozofça tartışır. Bunun bir bilgi işi olduğu kesindir. Sanatçının gündelik bilgiyle yetinemeyeceği de kesindir. Nâzım Hikmet'in büyüklüğü, bütün bir insanlık kalıtından en yüksek düzeyde yararlanabilecek bir bilinç yüksekliğine ulaşmış olmasından gelir. Anlamak için bilmek, bilmek için anlamak gerekir. Sanatçı da bu zorunluluktan kaçamaz. Nâzım Hikmet bu zorunluluğu erkenden sezmiş, kendini her şeyden önce bir bilgi insanı olarak yetiştirmenin yollarını aramıştır.
"Nâzım Hikmet son derece bilgi tutkunu bir sanatçı olduğu gibi, etkilenmelere de son derece açık bir sanatçıdır. Onun sanatındaki etkilerden söz ederken domuzuna bıyık altından gülmeye çalışan insanlar, sanatçının en yüksek düzeyde etkiler alabilen bir kişi olması gerektiğini bile bilmeyecek kadar boş insanlardır. Herkes etki alamaz, herkes aldığı etkiyi sağlıklı bir biçimde özümleyemez. Bir Mayakovski'den, bir Baudelaire'den, bir Aragon'dan etkilenebilmek için onların bilinç düzeyine ulaşmış olmak gerekir. Sanatta gerçek etkilenme, yüksek düzeyde etkilenme alt düzeyde bir bilinçle, gündelik bilgilerden oluşmuş bir bilinçle sağlanamaz. Rahatça, çekinmeden, hiçbir sinsi eğilim icinde olmadan şunu söyleyebiliriz : Nâzım Hikmet'in şiiri büyük etkilerle kurulmuş bir şiirdir. Onda her şey bilgece ya da bilgince düşünülmüştür, hiçbir şey raslantıya bırakılmamıştır. Kimi sanatçı denize olta sarkıtır gibi kendi içine bir tarayıcı salar ve oradan sezgiler, duygular, düşünceler derleyerek yapıtını oluşturmaya girişir. Nâzım Hikmet'in şiiri böylesi bir gelişigüzellikten uzaktır. Nâzım Hikmet'in şiirinde her şey üst düzeyde bir kavrayış ve üst düzeyde bir açıklama adına uzun uzun tartışılmıştır.
"Her sanatçı sanatını, bu arada estetiğini kendi yaşam koşulları içinde, kendi yaşam koşullarına göre geliştirir.
"Sanatçının sanat deneyleri, başka sanatçıların sanat deneyleriyle güçlendiği ve bütünleştiği ölçüde önem kazanır. Bu, başka sanat çabalarının bize yol göstermesidir. işte etkilenme bu noktada önemli olur, bu noktada kurucu bir anlam kazanır. Sanatçı yalnızca sevip saydığı üç beş sanatçının değil, bütün bir insanlık tarihinin etkilerine açık olmayı bilen kişidir. Bir sanatçının büyüklüğü, almış olduğu etkilerin büyüklüğünden gelir. insanlığın güçlü kalıtından yararlanabilmek, bunu ne kadar söylesek azdır, ancak yüksek bir bilgi düzeyinde olmakla olasıdır. Bu yüksek bilgi düzeyi, Nâzım Hikmet'te de gördüğümüz gibi, aralıksız tartışmalar düzeyidir. Her şeyin yaşamsal zorunluluklar gereği enine boyuna tartışmalarla kurulduğu bir dünyada sanat da tartışmalar içinde varolacaktır. Bu tartışma yapıtın doğasına katılır, varlığına siner, her şeyinde yansır. Her yapıt bize daha ilk adımda tartışmasız bir insan yaşamı olmayacağı gerçeğini duyurur. Bu yüzden sanatçı bakışıyla tekçi bakış, sanatçı gözüyle bütüncü insan gözü bağdaşmalardan uzak iki ayrı kutup oluşturur. Bir başka deyişle, her şeyi bir biçim görmek isteyen insan sanatla uzak yakın ilişkisi olmayan, olamayacak olan insandır.
"Nâzım Hikmet bilen, bildiği için de iyi gören bir sanatçıdır. Bakışı kaygan değildir, tersine kesinliklidir. Ancak bu kesinliklilik bir tekyanlılıktan kaynaklanmaz. Kimi sanatçı bakışını nerdeyse her şeye olur demeye hazır çok geniş bir açıdan dünyaya salar. Bu tür sanatçılar bize kesinliklerden çok kayganlıkları duyururlar. Nâzım Hikmet gibi sanatçılar, daha belirgin bir dünya görüşü içinde yer alan sanatçılar bu tür kayganlıklardan uzak kalırlar. (... )
"O hem bir sanatçı, hem gerçek anlamda bir düşünür olarak bize her şeyden önce insanın büyüklüğünü, insan olmanın değerini öğretir. Şiiri tepeden tırnağa insandır. Ondan öğrendiğimiz bir başka şey, sanatçının bilgili olma zorunluluğudur. Salt duyarlılık, salt sezgi, salt öngörü yetkin sanat yapıtlarını oluşturmaya yetmeyecektir. Duyarlılık da, sezgi de, öngörü de ancak bilgiyle gelişebilen şeylerdir. Nâzım Hikmet bize ayrıca şunu öğretmiştir : Gerçek bilgi toplumun ve tarihin bilgisidir, insan yaşamı zorunlu olarak toplumsaldır ve tarihseldir, buna göre gerçek insan kendisini toplumsal bir varlık olarak duyan insandır. insan ancak başkalarıyla insandır.
"Bu bakış açısı doğal olarak Nâzım Hikmet'in estetiğine temel anlamını verir, ana özelliklerini kazandırır. Onun şiiri tekbiçim, tekyanlı, tekdüze, öğretici, bildirici, kafa açıcı, adam edici, kandırıcı, insanları doğru yola yöneltici bir şiir değildir; onun şiiri toplumda olduğu gibi, insan yaşamında olduğu gibi, değişik öğelerin, tam bir uyum içinde, hatta tam bir çatışkılı uyum içinde bir araya geldiği bir şiirdir. Onun bir yerinden baktınız mı koskoca bir dünyayı görürsünüz.
Nâzım Hikmet gerçek anlamda çok yapılı bir bütünselliğin yaratıcısıdır. 'Bana göre büyük adam odur ki, sanattan politikaya kadar kendi işinde, en önde yürür, dönemeçleri önde geçer, olanı kavrar, olacağı sezer ve bu kavrayışla sezişe dayanarak yaratır.' Nâzım Hikmet bu tanımına uyan kişiliğiyle şiirimizin en büyük anıtı ve doruk noktasıdır. Onda her zaman koskoca bir tarihin insani özünü, şimdinin bütün boyutlarıyla ve bütün sancılarıyla kuruluşunu ve tam anlamında bir gelecek inancını buluruz.*
insancıl dergisinde yazan iyi felsefeci.
şairliğini eleştirmenler değerlendirsin.
bilge insan, güzel kişilik, pamuk gibi... bilgili demiyorum dikkat, bilge insandır kendisi. eski zamanların alim dedikleri şeyden. aşkın kimyasını çözmüştür kanımca. (bkz: aşkın diyalektiği) ahan alta da bir şiirini yazayım bari;

ağacin IkIndI türküsü

açıklara çıkalım boğulmamak için
günün kuytu yerleri şimdi harap
Içimizde bir ezgi inceden inceye
bizi kendimize bağlarken akşam olur
karanlığı gümüş rengine boyar mehtap

oturup uzun uzun konuşsaydık
sevişmek nasıl olsa gene olur iyi kötü
bir ıhlamur sıcaklığı yayılırken odamıza
her şeyi ince ince düşünseydik
ölümü kırgınlığı inceliği en başta
bütün eksiklerimize gülüp geçerek

belki de boşa geçti onca zaman
bu da bir tür geçip gitme duygusudur
ne güzel olurdu yeniden başlasak
ne yapsan en başa dönülemiyor
ne yapıp yapıp dalı unutmalı
rüzgârla yere düşen sarı yaprak
(bkz: yabancılaşma/@vakur)
Kendisiyle yapılan felsefe sohbetleri, mavi defter internet dergisinde yayınlanmaktadır.

ilgilenenler şu adrese bakabilirler:
http://www.mavidefter.org...g&id=47&Itemid=85
kalem kağıttan kaçar, kağıt kalemden.
insan tutulur kalır bazen, sen de tutul kal denizin karşısında.
konuşma denizle, denizi dinle. deniz anlatmaya başladı mı sen susacaksın.
Şimdi belki benim gibi ölesiye yalnızsındır,
Uçan kuşları gözlemektesindir tek başına
Çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin,
Radyo dinliyorsundur ya da susarak
Bir kitabı okumaya çalışıyorsundur kim bilir.

Sonsuz güzellikte bir aşk düşünüyor olabilirsin,
Belki de anılarını deşiyorsun bir olmazı
Bir açmazı derinden derine kurcalar gibi
Bir kahve içmeyi bir elma yemeyi kurarak
Saatine bakıyor olabilirsin uykulu gözlerle
Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin.

Mahpus gibi tutsak gibi belki köle gibi,
Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir.
Belki de kendini bağışlamıyorsundur
Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü
Kırık tirenler gibi öylece kalakalmışsındır
Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur,
Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için
Belki sen de benim gibi ölesiye yalnızsındır.
memleketimizde az bulunan,(! ) akademisyen felsefecilerimizdendir. descartes'in "yontem uzerine konusmalar "eserini turkceye pek guzel akici bir bicimde cevirmistir.
ben,ismini her gordugumde hep icli icli gulumserim.
sebebini de anlatayim ;
dis mihraklarin etkisiyle askere gidiyorum. (canim askere gitmek istiyor diyip gidenine henuz rastlamadigim icin olacak)

askerlikte geceler uzun, soyle yanima bir kitap alayim etliye sutluye karismayan cinsinden bos zamanlarimda okurum diyerek, afsar timucin'in estetik kitabini ve feridun hurel'in 18 yasindan kucukler icin sakincalidir kitaplarini sectim.
ilk bir aylik acemilik ardindan, boluge gectim ,depoya verdigim kitaplar ise hala aklimda ,
kisa donem askerim ya ,derdimizden anlar diye astegmen'den izin istedim . o da lisan-i munasiple kitabi ustegmen(boluk komutani) 'e imzalattirip toplum icine cikarabilecegimi soyledi.
simdi formalite basliyor:
once emir eri kitaplari alip komutana gidiyor ,komutan inceliyor. takriben bes dk sonra telasla yanima geliyor . gerisi soyle:
- komutan seni istiyor( yogun acima duygulari ve topu tuttun olum bakislariyla)
-bla bla bla emir ve goruslerinize hazirdir komutanim..
-sen bu kitabi imzalamami istiyorsun oyle mi evladim.
-evet komutanim.
- sen bu kitabin sakincali oldugunu bilmiyor musun?
-!!!???? komutanim bu gazetenin ilavesiyle dagitilmis bir kitap, sakincali olabilecegini sanmiyorum komutanim ..
- sus komutana cevap verme! ben sakincali diyorsam sakincalidir.
-emredersiniz komutanim
- bak su sayfada nietzsche diye bir herif "tanri oldu " demis.
tanri nasil olur tovbe estafurullah .
-emredersiniz komutanim ( bir an tereddut! acaba felsefi anlamiyla nietszche nin ne kastettigini anlatsam mi)
-hayir universite mezunu adamsin ..bilmiyor musun bunun manevi duygularimiza ters oldugunu
-emredersiniz komutanim
- kitabi depoya gonderiyorum ne zaman askerligin biter alirsin .
-emreder..
- bu nedir ? 18 yasindan kucukler okumasin .antika misin oglum sen?
-emredersiniz komutanim
- bu bende kalsin bunu inceleyecem ,uygun gorursem bilal cavusla yollarim .
gidebilirsin
-emredersiniz komutanim ...
Hiçbir sanat yoktur ki sanatçı için özel bir duyarlılık, özel bir seziş, özel bir bakış biçimi gerektirmesin. Bunun bir başka anlamı şiir yazabilmek için şair olmanın, resim yapabilmek için ressam olmanın, tiyatro yapabilmek için tiyatrocu olmanın bir zorunluluk olduğudur, insanlar genelde sanatçıyı sanat yapmakta üst yetenekleri gelişmiş olan insan diye düşünmezler, doğuştan ya da başka bir yerden özel yetenekleri olan (özel yetenekleri zaten varolan) insan diye düşünürler. Sanatçı dünyaya hazır gelmiş bir kişi değildir, sanatçı olarak dünyaya düşmüş ya da gönderilmiş biri değildir. Bilincimiz eğilimlerimize göre gelişir, dünyayla ilişkilerimizin niteliğine göre gelişir. Şair olmak da böylesi bir gelişimin sonucudur. insanın önce kendini şair kılması gerekir. Şiir yazabilmek için şair olmak bir zorunluluktur. Şiir yazmak da şair olmak için zorunluluktur. Öyleyse şiir yaza yaza şair oluruz ve şair olduğumuz zaman ya da şair olduğumuz için şiir yazarız.

Bu bize ustalığın özel bir duyarlılığa ulaşma olduğunu gösterir. Şair elinde şiir yazmak için olanaklar bulunduran insan değildir, tüm bilincini şiir yönünde oluşturmuş insandır. Bilincimiz bir şair bilinci olduğu zaman şiirimiz gerçek şiir olacaktır. Bunun bir başka anlamı şairliğin bir yaşam biçimi olduğudur. Şairliğin bir yaşam biçimi olması kişinin şairliğini ona buna kanıtlamak için çeşitli acaiplikler yapması, boynuna kırmızı fularlar takıp kendini kasa kasa yürümesi gibi işlemleri gerektirmez. Tersine, tüm gerçek sanatçılar gibi gerçek şairler de sıra insanlarıdırlar. Şair olmak herşeyden önce şairce algılayan olmak demektir, daha sonra şairce bileşimler yapan olmak demektir. Genelde sanılır ki şair bir anlam yakaladığı zaman onu ustalığıyla şiire dönüştürür. Hayır, hiç de öyle olmaz, şair bir anlamı şairce yakalar. Evet, önce fikir vardır, sonra bu fikirden çeşitli yaratma süreçleri boyunca gösterilen çabayla yapıt oluşur. Ancak bu şiir dışı bir fikrin şiire çevrilmesi, şiire dönüştürülmesi anlamına gelmez. Şimdi fikri bulduk, tamam, eh bunu biz ağır ağır şiire dönüştürelim, şairce söylemeye başlayım, ona şiir giydirelim, onu şiire uyarlı kılalım. Şairin, gerçek şairin yaşamında böyle bir deneyle karşılaşamazsınız.

Şairin tüm sezgileri, tüm algılayışları, tüm bakışı şaircedir. Esin gelip şiir bir taslak olarak kendini ortaya koyduğunda şiirsellik zaten belli bir ölçüde gerçekleşmiştir. Şair esinini şairce yaşamıştır, bu esin ona sözü şairce söyletmiştir. Ancak şair bundan sonra şiirini daha da şiir kılabilmek için çaba gösterecektir. Çünkü şair her ne kadar bir takım yetkinliklere, ustalık diyebileceğimiz kazanımlara ulaşmış kişi de olsa her şiirinde yeni bir yaratma çabasının içinde duyacaktır kendini. Şair olamamış bir kişinin uğraşa didine bir fikri biraz ya da biraz daha şiirsel kılabilmesi elbette olasıdır. Ancak şair nitelikleri kazanamamış bir kişinin ha deyince canını dişine takıp üst düzeyde bir şiirsel yaratıyı gerçekleştirebilmesi olası değildir. Ancak, böyle böyle şair olunduğu da doğrudur. Bunun için de en azından kişinin neyin şiir olup neyin şiir olmadığını bilecek kadar görgülü olması gerekir. Şiir olmayandan şiir olana doğru geçiş bir tür khaos'dan bir tür kosmos'a geçiş olduğuna göre kişinin en azından khaos'un nerede bitip tosmos'un nerede başladığını bilecek kadar bir duyarlılığı olması gerekir. Bu duyarlılık olmadığı zaman kişinin kendini çok yetkin şiirler yazan gerçek bir şiir ustası saymaması için hiçbir neden yoktur. Böyle bir kişi neyin şiir olduğunu neyin şiir olmadığını bilemediği için alt alta sıraladığı sözcüklerin bir şiir gücü ortaya koyduğunu sanabilir. Bu düşünmeyi bilmeyen kişinin bir iki kavramı yalapşap bir araya getirdiğinde büyük bir düşünce üretimini gerçekleştirdiği duygusuna kapılmasına benzer. Pek çok kişi üç kuruşluk bilgiyle bilgelikler üretmeye kalktığında ürününün niteliğini kavrayamamanın verdiği dağınıklıkla kendine hayran düşünür tipi çizebilmektedir. Şair olmadığını bilemeyen şair belki de dünyanın en zavallı insanıdır. Şiir piyasasında şair olmadan av yapmaya çıkmış insan bir ahlaksızdır, bir işbilirden başka bir şey değildir. Pekçok kişi para gücüne şair olur. Şair olmadığını bilmeyen şair ne kadar acınasıysa şair olmadığını bile bile şiir piyasasında av yapmaya çıkmış şair o ölçüde dayaklıktır. Ancak bu dayaklık adam şiirsiz şiirini para kuvvetine ya da başka bir şey kuvvetine pazarlamakta direndiği zaman tekkeyi bekleyen çorbayı içer yasasına göre hatta birinci sınıf şairler arasında yerini alacaktır. Bu yüzden adı şaire çıkmış, antolojilere geçmiş pekçok şair'in şair olmadığı ortadadır.

insanlar zor bir işi gerçekleştirmektense onun sahtesini aceleyle yapıp ortaya koymayı yeğliyorlar. Gerçekten şair olmak zor iştir. Bir şair duyarlılığı kazanmak için canınızı dişinize takacaksınız, bu duyarlılığı kazanmaya başladığınızda da şair olmayan şairlerin öldürücü oklarından korunmaya çalışacaksınız. Gerçek sanatçı (ki çok az sayıdadır) gerçek olmayan sanatçılar yığınının öfkesini çekecektir. Sorun bir yetenek ya da deha sorunu olmaktan önce bir çaba sorunudur. Gelgelelim, hiç de tembellik kaldırmayacak bir alan olan sanat alanında daha çok tembeller iş tutarlar. Örneğin tiyatro hem kuramsal bilgiyi hem uygulama etkinliğini gerektiren bir sanat alanı olmakla tiyatrocuyu geniş çapta yükümlü kılar, öyle ki tiyatrocunun tiyatro düşünmekten başka bir işi olmaması gerekir. Zaten gerçek sanatçı tam anlamında adanmış kişidir. Tiyatro alanına baktığınızda orada tiyatronun ne olduğunu bilmeyen insanlarla karşılaşırsınız. Bu insanlar tiyatroyu rol kesmek olarak aldıklarından her çabalan acılı bir gülünçlüğü ortaya koyar. Bereket tiyatronun alıcıları da aynı düzeydedir de tiyatro yaratıcısıyla tiyatro izleyicisi arasındaki ilişkilerde pek sorun çıkmaz. Hatta düzey düşüklüğü bir avantaj olarak iş görebilir. Bu bütün sanatlar için geçerli bir durumdur. Şiir için de geçerlidir. Şairi tiyatrocuyla kafa kafaya vermiş olarak bir meyhane köşesinde hoşafa dönmüş bir biçimde bulabilirsiniz.



Şair de öbür sanatçılar da güçlerini yalnızca ve yalnızca sanatlarına uyarlı kıldıkları, sanatın koşullan çerçevesinde geliştirdikleri bilinçlerinden alabilirler. Alkolün ya da entrikanın sağlayacağı güç kişiyi sanatçı yapmaya yetmeyecektir. Sanat alanında her zaman kötü satıcılar ve kötü alıcılar vardır. Bunlar yaratıcı düzeyinde de izleyici düzeyinde de bilincini estetik hazza ulaşma yönünde geliştirememiş kişilerdir. Sözde sanatçıların ürünlerini sözde izleyiciler tüketirler. Gerçek sanatçı da gerçek izleyici de az sayıdadır. Gerçek sanatçı kötü izleyiciye ters gelir. Gerçek izleyici de kötü sanatçıya ters gelir. Sanat alanında her yaratıcı kendi izleyicisini bulacaktır, kendine uygun izleyiciye kavuşacaktır. Sanatçıya göster izleyicini söyleyeyim ne olduğunu diyebiliriz. iyi sanat gerçek bir yetkin bilinçle gerçekleştirilmiş sanattır. Onu üretmek de tüketmek de zordur. Demek ki şairin ilk işi şair olmaya çalışmak olacaktır. Şiir yazmakla şair olmayı birbirine karıştırmayalım.
SENi DüşüNDüğüM TüRKü

Benim bir canla sevip bin özlemle andığım,
Bari gölgeni bırak bana
Su çiçeklerinin en güzel yanları budur,
Giderken gölgelerini verirler suya.
Güz akşamları dal kıpırdamazken,
Suda halkalanan gözleridir
Sen de gölgeni bırak bana.
Gönlümün bin güzelliğiyle inanıp sevdiğim,
Güzelliğini burada ince ince aratma.
Bir kıyıya, bir gün inen fırtına gibi
Birdenbire bir şeyler bırak.
Birşeyleri soğut, birşeyleri yak,
Dağıt birşeyleri, birşeyleri kur.
Kendini hiç yokmuşsun gibi bırakma
Kafamın her yanıyla bir şeyler öğrendiğim,
Sonsuza uzanan sevinç, güzele vurgun tasa
En azından bin yılda arayıp bulduğum,
Bana aşk şiirleri yazdırma artık
Beni burada gölgen gibi bırakma.
Derslerine girdigim zamanlarda degerini anlayamadıgım şahsiyet.
3 kitap halinde satılan "Düışünce Tarihi" adlı eseri, felsefe ile ilgilenen herkesin kütüphanesinde bulundurması gereken bir yapıt.
"hiç türk filozof yok ama yeaaa..." diyenlere söylenilesi isim. "o ne yeaaa..." diye devam ederse ebe sikmek şart olur.
--spoiler--
ben kimim, yaramaz bir çocuk

sessizliğiyle kendine gizlenen

bugün bile simyacılar iyi kötü

bir şeyler bulup çıkarmak isterken,

ben kimim zamanın kıyısında direnen?



uçaklar uzaklara kanat vururken,

ben kimim kırılıp kalmış?

eski bir tekne gibi

ben kimim çocuk düşlerinden

anlaşılmaz ülkülere uzanmış?



ben kimim bilemiyorum

açlığıyla olmadık sevgilerin

bir küçücük bakışta oyalanan

ben kimim olur olmaz zamanlarda

kendine ve her şeye ağlayan?
--spoiler--
seni sevmek mor denizlerdi biraz
ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen
seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz

seni sevmek yaşamanın aşılmaz büyüklüğü
seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
ve sığınıp ılık kıyı kentlere biraz akşam
seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü

varılırdı daha saydam günlere isteseler
isteseler yalnızlık giremezdi evlere
seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
ve uçacak durmadan adasız denizlere

kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
sana verdim geç diye denizlerimi.
bir tutkunun türküsü

neden onu görünce
karışıyor ellerin birbirine
onu görünce neden
kendini bırakıp gidiyorsun giderken

bırakıp gidiyorsun ve sende
sevinç gibi bir acı koyuluyor
öyle durup kalıyorsun gecende

onu görünce sende neden
bin tohum ekiliyor birdenbire
birdenbire nice ürün kaldırılıyor
onu görünce neden hızlanıyor
suların akışı kendi kendine

o gidince neden başka birisin
adın başka, susuşun başka, sesin başka
o gidince hiç kimse değilsin
tükenmiş bir rüzgârsın ağaçta
evet, ben tek başımaydım; onlarsa çok yalnızdılar...