Aynı zamanda, bu kibar, sessiz adam iş kıskançlığa gelince aslan kesilircesine öfkeli olurmuş. Fakat iyice ihtiyarladıktan sonra bu kıskançlık krizleri bitmiş. Hatta öyle ki son evliliğini yaptığı genç karısından boşandıktan sonra karısının nikah şahidi olmuştur.
edebiyat fakültesinde* bu büyük şairin adını taşıyan bir derslik var, duvarında da hamit'in bir portresi var. tabi biz ygs lys falan derken ancak şairin şiirlerinin adlarını ezberlemişiz. kim neye benzer haberimiz yok. tabi biz cahiller de diyoruz ki bu adam kim? yardoçlardan birine benziyordu onun dedesi diyen bile çıktı. her neyse, sonuçta kapıdaki koskoca abdülhak hamit tarhan yazısını görüp de hemen ardından resimdeki adamla göz göze gelince bilinçaltımdan hamit'in resmi geldi çıktı meydana, ilk sınıfta bütlere kadar devam eden bu gizemi de çözmüş bulunduk.
bir gün hayatının aşkı lüsyen'in dişi şişer, hamid yaşını başını almış bir ihtiyarken, lüsyen genç ve güzel bir kadındır. buna rağmen gidip, "seni böyle görmek istemiyorum. sen iyileşene kadar görüşmeyelim," diyebilecek bir adamdır.
1852-1937. GEÇEN yüzyılın ortasında doğmuş, bu yüzyılın ortalarına kadar yaşamış şair, sahne şiiri yazarı., Okul öğrenimi yarım kalmış, ama özel şekilde öğrenimini geliştirmiştir. Arapça, Farsça, Fransızca. ingilizce öğrenmiş. Dışişleri görevlerinde bulurmuş, milletvekilliği yapmıştır. ilk eşi Fatma Ha- nımı kaybettikten (1X85) sonra yazdığı Makber. ona büyük şöhretini sağladı. Kırkı aşan eserlerinin yarıdan fazlası piyes olarak kaleme alınmıştır.
abdulhak hamit tarhan (1852 - 1937)
istanbul'da doğdu. babası müverrih hayrullah efendi'dir. hekimbaşı abdülhak
molla dedesiydi.önce bebek'teki mahalle mektebine, sonra rumelihisarı
rüştiyesine devam etti. bir yandan da özel ders alıyordu. ayrıca rober kolej'e
de gidiyordu.on yaşındayken ağabeyi nasuhi bey'le birlikte paris'e babasının
yanına gitti. istanbul'a dönünce tercüme odası'na alındı.çeşitli elçiliklerde
bulundu.
tbmm'ye istanbul milletvekili olarak girdi. zatürreden öldüğünde zincirlikuyu
mezarlığı'na 'milli merasim'le gömüldü.
abdülhak hamit'in sanatı gerek yaşadığı yıllarda, gerekse ölümünden sonra
çok tartışıldı. döneminde eski-yeni tartışması onun yapıtları çerçevesinde
gelişti, kendisini tutanlarca şair-i azam olark alkışlandı. özellikle muallim naci
ve onu izleyenler dilinin savrukluğunu, tutarsızlığını, imgelerinin alışılmışı
kıran sınır tanımazlığını eleştirdiler.
hamit, tanzimat sonrasında eskinin kalıplarını kırmaya çalışan şiiri, kişisel
yaşantısının ürünü yapar ve onu servet-i fünun'a bağlamakla kalmaz,
edebiyat-ı cedide'yi de ardına takarak yahya kemal'e kadar getirir. milli
edebiyatçılar bile hamit'ten geçerek gelirler.
eserleri:
şiir kitapları: sahra (1879), makber (1885), ölü (1885), hacle (1886),
bunlar o'dur (1885), divaneliklerim yahut belde (1885), bir sefilenin
hasbihali (1886), baladan bir ses (1912), validem (1913), ilham-ı vatan
(1916), tayflar geçidi (1917), ruhlar (1922), garam (1923)
bilinenin aksine makber şiirini eşi öldükten sonra değil, eşi henüz hastayken yazmaya başlamış ve büyük kısmını o hayattayken tamamlamıştır. henüz ölmemiş birisi için kullandığı tabirler ilginçtir:
''eyvah! ne yer ne yar kaldı
gönlüm dolu ah u zar kaldı
şimdi buradaydı gitti elden
gitti ebede gelip ezelden
......
çık fatıma lahdden kıyam et
yadımdaki haline devam et''
kendi dönemi edebiyatçılarından farklı olarak tiyatroların sadece okunması gereken birer kurgu niteliğinde değerlendirilmesine karşı çıkmış halkı vatan,hürriyet gibi konularda bilinçlendirmek için tiyatroların oynanmasını savunmuş 2.tanzimat dönemi edebiyatçımız.
(bkz: Şair-i Azam)
karısının ölümü üzerine makberi yazdıktan iki hafta sonra abdülhak hamiti fransada zenci hatunlarla birlikte iken gören arkadaşı: makberi boşuna yazmışsın o zaman hani yastaydın diye sitem etmiş. abdülhak hamit ise hazır cevaplığını konuşturup zenci hatunların siyah tenini göstererek: görmüyor musun yastayız işte demiştir.
tanzimat, meşrutiyet ve tabiiki türkiye cumhuriyeti şair-i azam ı.
komedyaları arasında, içli kız, macerayı aşk, sabr u sebat, duhter-i hindu, nazife, eşber, tarık yahut endülüs fethi, ibn-i musa yahut zatul cemal, finten, zeyneb yahut tecrübe-i kader, sardanapal, liberte, ali bey in misafiri istiskal, geveze berber ve çıngırak sayılabilir.
letafet adlı müzikli oyunu, ayyar hamza, tosun ağa, kokana yatıyor uyarlamaları.
ve tabii ki Sahra, Makber, Ölü, Hacle, Bir Sefilenin Hasbihali, Bâlâ dan Bir Ses, ilham-ı Vatan, Tayflar geçidi şiir kitapları ve daha adı zikredilmeyen bir çok eseri abdülhak hamit tarhan ın türk şiiri ve tiyatro sanatındaki eşsiz yerini ifade eder.
"tekbir
allahüekber! kaim onunla mihrab u minber
tekbir-i millî islam'a rehber allahuekber
dinim bu dindir, allah birdir, hakdır peygamber
millet, diyanet, devlet, hilafet, daim beraber
allahuekber! allahuekber!
zatı bir ancak binbirdir ismi, hep bildik ezber
dindaşımızdır kuşlar, melekler, tuba, sanevber
allahuekber! allahuekber!"
tanzimat döneminin en büyük şairi ve tiyatro yazarı.
hem batıyı hem de doğuyu örnek alır.
romantizmin etkisindedir.
şiirde şekil ve konu yeniliği getirir.
tiyatrolarında nazım-nesir karışıktır ve okunmak için yazar.
millet sevgisi, ölüm, metafizik, lirik ve felsefi şiirler yazar.
şiirin konusunu geliştirir.
bombay'da görevli iken, bir akşam gittiği bir gece kulübünde içkiyi çokça kaçırıp yakışıksız davranışlarda bulunmaya başlayınca, yanındakilerden biri:
- "aman efendim, siz burada devletimizin temsilcisi olarak bulunuyorsunuz, sonra da büyük bir şairimizsiniz, yakışır mı?" demiş. abdülhak hamit'in yanıtı şu: - "ben şu anda ne temsilciyim, ne de şairim, sadece sarhoşum".
isminin asıl yazılışı abdülhak hamid tarhan olan şair-i azamdır. zira harf devrimi ile ilgili yapılan bir sohbette artık yaşı bir hayli geçkin olan şair, hamid olan isminin hamit şeklinde yazılıp okunmaya başlanmasını "ömrümüzün sonuna doğru ismimizin arkasına bir de 'it' eklediler" diyerek yarı şaka yarı ciddi sitemkar bir eleştiride bulunmuştur.
eşinin ölümünden kısa bir süre sonra bir hatun ile yolda gezerken bir zat kendisine ''üstad sen daha bir kaç gün önce makberi yazdın bu hal nedir?'' diye sorunca ''ben üzüntümden ne yaptığımı biliyor muyum'' diyerek karşılık vermiş şair.
en güzel, en büyük, en doğru şiir; bir hakikatt-i müdhişenin tazyiki altında hiç bir şey söylememektir. makber ise hitabet ediyor. insan bazı kere aklına gelen bir hayali tanıyamaz, o kadar güzeldir. zihninden uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. kalbine doğan bir hissi bulamaz, o kadar derindir. bu acz ile bir feryat koparır; yahut pek karanlık bir çay söyler, yahut hiçbir şey söyleyemez de kalemini ayağının altına alıp ezer, bunlar şiirdir.