çanlar kimin için çalıyor

entry89 galeri video3
    52.
  1. 1940 yılında amerikalı yazar ernest hemingway tarafından yazılan ve ispanya iç savaşı'nı (1936-1939) anlatan bir romandır. kitap günümüze kadar iyi-kötü birçok şekilde eleştirilmiş ve bazı kriterlerce hemingway'in baş yapıtı olarak ifade edilmiştir.

    kendi fikrimi ve notlarımı spoiler içermeden aktarmak istiyorum ama siz yine de kitabı bitirmeden yazdıklarımı okumayın bence;
    ben kitabı birkaç saat önce bitirdim. hakkında düşündüm, eleştirilerini okudum ve bir sonuca vararak goodreads'te 5 üzerinden 4 puanımı da verdim.

    --------------------spoiler--------------------

    - dil ve anlatım: öncelikle ben kitabı bilerek türkçe okudum, çünkü ingilizce aslında bir dolu eski sözcüğün ve çok aşina olmadığım değişik cümle yapılarının olduğunu fark ettim (bu arada bu durum birçok yabancı eleştirmenin de eleştirdiği bir noktaymış). her neyse, bu yüzden türkçe okudum ve bol yazım yanlışına rağmen (e-kitap okumamdan dolayı olabilir, kopyasını bulmakta zorlanmıştım) genel olarak dilinin çok ağdalı ve ağır olduğunu düşünmüyorum, anlaması bence zor değil. ama anlatım olarak lafın birçok sayfada dolandırıldığını düşünüyorum, yani yer yer basit cümleler de olsa anlatım birçok noktada gereksiz uzatılmış bence.

    - konu: savaş romanlarını çok okuyan biri değilimdir, çünkü çok yorulduğumu hissederim okurken, o yüzden bu konuda büyük iddialarım yok. ama bu kitabın beni hiç sıkmadığını söyleyebilirim. savaş konusu üzerinden duygusal birçok konuya değinmesi beni düşünmeye itti. kitaptaki bazı tespitler, sahneler, cümleler benim, özellikle de şu içinde bulunduğumuz türkiye koşullarında, bazı konulara farklı açılardan bakmamı sağladı. bu açıdan kitabı çok beğendim.

    - karakterler: anlatılış bakımından bana garip geldiler doğrusu. mesela ana karakter olan robert jordan'ın hep ''robert jordan'' olarak ifade edilmesi, diğer tüm karakterlerin ya takma adlarıyla ya da ön/son adlarıyla ifade edilmeleri beni biraz düşündürdü. robert jordan bir amerikalı, ve çevresindeki insanlar ispanyol, biraz da ruslar. bu bana hemingway'in ispanya iç savaşı'nın başlamasından bir yıl sonra ispanya'ya savaş muhabirliği yapmaya gittiğini hatırlattı, orada tanıştığı bir kadınla daha sonra evlendiği bilgisi de dahil tabi. yani demek istediğim şu ki, eserinde onun kendi gördüklerinin ve yaşadıklarının etkisi büyük, ancak o sırada savaşan bir asker olmadığı için anlatışı biraz taraflı geldi bana (bunu robert jordan'ın monologlarında görmek mümkün bence). bir diğer yandan robert jordan'ın maria ile olan aşkında birçok nokta bana da diğer eleştirmenler gibi absürt ve yavan gelse de ben savaş dönemi göz önünde bulundurulduğunda bu ilişkiyi çok da eleştirmenin bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. çünkü bu ilişkinin, yazarın kitapta savaşın herkesi nasıl etkilediğiyle ilgili okuyucusuna anlatmaya çalıştığı şeylerin bir parçası olduğunu düşünüyorum. tüm o karakterler arası yavan diyalogların altında müthiş bir savaş psikolojisi olduğunu ve insanoğlunun çıplak düşüncelerinin-kabalığının tam da o sırada ortaya çıktığının yansımalarını okuduğumu düşünüyorum. çünkü okuyanlar dikkat etmiştir kitapta savaşla ilintili olarak sevgi, saygı, saygısızlık, orantısız kararlılık, kararsızlık, sadakat, ihanet, umut, mücadele duyguları ve düşünceleri insanlar üzerinden anlatılmıştır. bu yüzden yazarın, karakterler aracılığıyla bilerek soğukkanlılıkla bu duyguları anlatmaya çalıştığını düşünüyorum. buna ek olarak beni en çok etkileyenin robert jordan ile maria arasındaki ilişki olmadığını; robert jordan ile ihtiyar anselmo arasındaki dostluğun olduğunu söylemek istiyorum.

    son olarak kitaptan sevdiğim ve beni etkileyen cümleler;

    * ''Peki ülkende çok faşist var mı?'' ''Var, hem de çok. Faşist olduklarını bilmiyorlar, ama zamanı gelince öğrenecekler.''

    * Bir devrimde, yabancılara kimden yardım gördüğünüzü açıklayamazdınız, kimsenin bilmesi gerektiğinden daha fazlasını bildiği kabullenilmezdi. Bunu öğrenmişti. Eğer yapılan bir şey temelde doğruysa, yalan söylemek önemli olmamalıydı.

    * O günlerden kalan en önemli şey madalyalar, ödüller değil; her şey kaybedilmiş sanılırken o tam olarak ne yapılacağının bilinciydi.

    * Ölüyken insanın milliyeti ve siyasi görüşü belli olmaz.

    * Savaşan adamın savaşmayana duyduğu nefret ağır basmıştı.

    * Savaşta öldürmek istediğin kişileri öldürmezsin ki...

    * Diz çökerek yaşamaktansa, ayakta ölmek daha iyidir.

    * Ama yaşamak bir tepenin yamacında, rüzgarda dalgalanan bir tahıl tarlasıydı. Yaşamak gökyüzünde bir şahindi. Yaşamak samanların uçuştuğu harman yerinin tozunda toprak bir su testisiydi. Yaşamak altında bir at, bacağının altında bir karabina, bir tepe, bir vadi ve kenarı ağaçlı bir dere, vadinin karşı yamacı ve öteki tepelerdi.

    * Öfkeye kapılma. Bu da bir başka kaçış. Her zaman bir kaçış yolu bulunur. Şu anda dişini sıkman gerek. Kaybedeceksin diye yaşadığın her şeyi yadsımanın anlamı yok. Kendini sokan beli kırık bir yılana benzeme, üstelik belin kırılmış falan da değil. Ağlamaya başlamadan önce hiç değilse yaralanmayı bekle. Öfkelenmek için çarpışmayı bekle. Çarpışırken bol bol öfkelenme fırsatın olacak, belki o zaman bir yararı da dokunur sana.

    *Köprünün nasıl havaya uçurulacağını sakin sakin ve çocukların bile anlayabileceği bir dille anlattı. çünkü kendisine bir şey olursa, anselmo'nun plana devam edebilmesini istiyordu.

    ------------------------spoiler-----------------------------

    ayrıca şöyle bir sohbete neden olmuş kitaptır diye eklemeden edemeyeceğim *

    bir gün güzel bir havada, parkta çimlerde oturup bu kitabı okuyordum. yanıma birini bekleyen, beklerken de yalnızlıktan sıkılan bir teyze gelip oturdu. biraz tanışma ve sohbetten sonra aramızda geçen diyalog:

    teyze: ''ne okuyorsun bakim?''
    ben: ''çanlar kimin için çalıyor diye bir kitap teyze.''
    teyze: ''kimin için çalıyor olacak, gavurlar için çalıyor.''
    ben: ...... (ben boşa okuyorum bu kitabı) * *
    2 ...