bugün

jean luc godard

oldukça farklı bir yönetmen olan jean-luc godard özellikle 50 ve 60'larda yaşattıkları ile tam anlamı ile sinema dünyasına damgasını vurmuştur. tabi ki bunda hollywood'daki kriz ile uluslararası yapımlara yönelmeler ve iki güçlü hareketin bulunması da etkilidir; birisi yeni dalga diğeri italyan yeni gerçekçiliği.

jean luc godard ise bu yeni dalga akımı içersindeki ''haşarı çocuk''lardan biridir(60'lardaki filmlerini dikkate alarak konuşuyorum). filmleri o kadar farklı alanlarda ve o kadar farklı türededir ki ''godard şudur''diye kategorize etmekten de korkuyorum. özellikle deneysel çalışmalara ağırlıklı olarak yer vermiştir. bununla birlikte, hiç bir yönetmenin filmlerine bu kadar zıt duygular beslemedim. ''band a parte'' ya da ''masculin feminin'' ve de ''alphaville'' gibi mükemmel filmleri seyretmekten her zaman zevk aldım. diğer yandan da, ''Le Mepris(contempt), Les carabiniers, Le Petit Soldat filmleri de beni yukarıdaki filmler ne kadar sardıysa bu filmler de özellikle ''Le Mepris'' filmi o kadar sıktı o kadar soğuttu. ama ne kadar da sıkıcı bir film olsa da yorumlanmaya değerdir.

Le mepris filmi 1963 çekimi olup ortak bir yapımdır. bu film ile godard varolan sinema dünyasında yaşananları, dünya sinemasının içersinde yaşadığı krizi, çeviri problemlerini, sinemanın ''voyeuristic'' özelliklerini ve çiftler arasında yaşanan problemleri ve ''yönetmen ile yapımcı ilişkileri açısından sinema''yı yansıtmıştır. Bilhassa stilistik özellikler açısından incelendiğinde, film topu ile kökü ile hollywood sinemasına karşıttır. bunu çekimlerin olağandışı-zamana göre yapılan yorumdur-uzunuğu ile ifade edebiliriz.

ilk olarak incelenmesi gereken prokosh ve faşizmidir. Film Moravia'nın bir romanının sinemaya uyarlanması olduğunu biliyoruz. ama karakter isimleri ve zaman açısından farklılaştırılmış daha çok sinematik çerçeveye uyarlanmış. özellikle Prokosh karakterinini adı romanda ''Batista''dır. batista da che ve fidel'in yaptıkları gerilla savaşını kazanmadan önceki küba diktatörü olduğu biliniyor. bunun için Prokosh-bilhassa lang ve paul üzerindeki tahakkümane tavırları ile[aslında bu tavırlar yapımcıların sanat adamları yani yönetmenler üzerindeki tavırlarıdır]-özdeşleştirilmiş. yapımcının ismi olan ''Prokosh'' kelimesi filmin iki yapımcısı olan josef levine ve carlo ponti isim ve soyadların birleşmesinden oluşmuş bir ismdir. bunun nedenini de anlamak zor değidir. filmin başındaki yaklaşık 5 dakika süren çıplak brigitte bardot sahnesi bu iki yapımcının baskıları ile filme alınmış ve godard'ı da çileden çıkartmıştır. Prokosh ismini ''romanın batistası''na ve bu isim hakkını da Godard'a çok görmemeliyiz.

prokosh kelimenin tam anlamı ile ''faşizmin (fiziksel olarak) daha az şiddetli yeniden dirilmesi''dir. prokosh paranın faşizmini ve parasal değeri olmayan tüm değerlerin horgörüsünü yansıtır. Prokosh burada goebbelsler'ın parasal anlama bir prototipini yansıtmaktadır. naziler kültür ve ürünlerini katletmişlerdir. Reich meydanında yakılan binlerce kitap küçük bir örneğidir. parasal anlamda kültüre finansal bir faşizm vasıtası ile pek de farklı bişey yapmaz prokosh. yönetmen ve senaryo yazarı arasındaki ilişkilerde de yapımcının tahakkümane davranışları dikkat çeker.

prokosh'un diktatörlerle ve faşistlerle mikyas edildiği yerler çoğunluktadır. misal şu sözler;

''whenever i hear the culture, i get out my checkbook''

nazilerin ya da diktatörlerin şu sözlerini andırır;

'whenever i hear the culture, i get out my revolver''

devamında da çeviri prokosh'un istediği nitelikte yapılmaktadır. bu da faşist iktidarlarla özdeşleştirilmenin ayrı bir boyutudur. çünkü lang'ın hakaretleri tam olarak çevrilmez. bunun yanında başlı başına ''çeviri'' konusuna da değinir godard. Francesca'nın yaptığı çevirilerde belirli sorunlarla karşılaşır alsında tam bir çevirisi değildir-özellikle holderlin dizelerinin-. bu nokta-i nazarda, contempt bir anlamda tüm adaptasyon/uyarlama ve tercüme işlemlerinin(romandan filme vs.) kaçınılmaz ve aynı zamanda problematik doğasının üzerinde bir düşünüş/meditasyon olarak da görülebilir;çünkü romandan filmlere yapılan uyarlamalar hayal kırıklığına uğrattığı gibi yönetmenin yada yazarın seyirciye veyahutda kitleye ulaştırmak isteyeceğinden daha azını verebilir yada tam bir fiyasko ile sonuçlanabilir.

bir başka gerçeklik ise ''artistic prostitution''dur (bkz: mai ve siyah).Paul'un film çekmesinin amacı paradır ve prokosh ile konuşurlarken de Prokosh onun paraya ihtiyacını olduğunu bildiğini söyler bunun yanında güzel bir karısı olduğunu da açıkça yüzüne karşı belirtir. Bu iki fikir bir araya geldiğinde ise ''artistic prostutition'' kavramı bir nevi gerçeklik kazanır. Godard'ın bakış açısı ile: ''yapımcılar pezevenk olarak nitelendirilirse, yönetmenlere de orospu olmak düşer'' bir işin(sinemanın) para için yapılması sorunsalı(artistic prostutition) filmde leitmotiv olarak sürekli tekrarlanır.

godard ve yeni dalga yönetmenlerinin karakteristik özelliklerinden birisi de hem kendi filmlerine hem de diğer yönetmenlerin filmlerine oldukça fazla gönderme yaparlar (bkz: signature technic). mesela; louis'lumiere nin bir alıntısı vardır duvarda: ''il cinema e un invenzione senza avvenire''(cinema is an invention without a future) yeni dalga yönetmenleri sinema tarihini çok iyi öğrenmiş kişilerdi ve hatta filmlerini çekmeden önce de dergilerde film kritikleri yazarlardı) (bkz: Cahiers du cinéma). Zaten filmlerinin belirli yerlerinde de bir çeşit eski filmlere dair bir nostalji sezilir.(bande a parte isimli filmde kahramanlarımızın chaplin dansı yapmalarını anımsayalım). buna ek olarak paul'un, ''film should resurrect and go back to the old method of chaplin'' şeklindeki fikirleri de bunu yansıtır niteliktedir.

göndermelere bakacak olursak;çevirmenin ismi francesca vanini'dir ama soyadı tanıdık gelmektedir. Vanini vanini(1962) roberto rosellini'nin filmlerinden birisini akla getirmektedir. filmdeki posterlerde de hitchcock'un pshycosu ile godard ın vivre sa vie filminin italyanca posteri bulunmaktadır. bu tip bir ''signature technic'' sadece godard'da değil tüm yeni dalga yönetmenlerinde görülmektedir. truffaut 400 blows'da orson velles ile ingmar bergman'a dair referanslar yapmaktadır. godard breathless de melville'ye dair göndermeleri resnais'in hiroshima mon amour filmi de casablanca ya göndermelerle doludur. aslında bu tip göndermeler özellikle filmin gidişatı açısından bakıldığında belirli yorumların yapılmasına da izin vermektedir. örnek vermek gerekirse, vivre sa vie(my life to live) filminin asıl konusu ''prostutition''dur.bir kadının hayat kadını olmasını ve yol, yöntem, tarikini konu alır. bu filmin de ana konularından birisi ''artistic prostutition''dur.

Karakterler, Uyarlama, Çeviri ve özellikle heroizmin yansıtılması açısından bakıldığında;film epik klasiklerin'un moderne yansıması gibidir. le meprisin karakterler de bu mitik figürleri temsil eder. paul ulysses olarak yorumlanırsa;penelope de birigitte bardot olarak düşünülebilir. filmde gerçekleşen hadiseler de bunu yansıtır. (bunların dışında, film içinde bir filmdir, ya da uyarlama içinde bir uyarlama.) camille ile paul'un havluyu bağlama tarzları ile camille'nin perukası da ilginçtir [Bardot'nun perukası yorumlara göre kleopatra filminde elizabeth taylor'a bir gönderme niteliğinde olabilir ya da Anna karina'ya da bir referans olarak düşünebiliriz. paul ile camille arasındaki ilişki godard'ın filmin çekildiği dönemde anna karina ile olan ilişkisini sallantıda olduğu dönemdi] Film bir açıdan film yapımcılığı çiftler arasındaki ilişki desek de bir yönden de yani homeros'un klasiğinin ulysses in moderne uyarlamasıdır. havluyu bağlama şekilleri-romalıların giyim şekillerine benzetilmesi sureti ile(Toga)- de buna paralel olarak yapılmıştır.[apartmanda geçen tartışmaların olduğu sahneleri kastediyorum]

yeni dalga yönetmenlerinin bir başka önemli özelliklerinden birisi de edebiyata olan ilgileridir. bu film ''Le mepris'' moravia'nın bir romanıdır ve konusu da hemen hemen bu film ile aynıdır(ulysses'in moderne uyarlaması ve film yapımcılığı ile ilgili problematikler). yeni dalga yönetmenlerinin özellikle edebi anlamda etkilendiği sanatçılar; truffaut(400 blow(400 darbe) filmindeki kahramanımızın balzac'ı okuması)ve chabrol'un balzac sevgisi, godard'ın william faulkner ile sartre'ye olan ilgisi ve resnais'nin proust'a olan hayranlığı bunlara örnek verilebilir (bkz: documentary on memory). ne kadar da edebiyata ilgileri olsa da kendilerinden önceki yönetmenler tarafından yapılan-geleneksel Fransız sineması dahilinde-uyarlamalar bu yönetmenler tarafından pek benimsenmemiştir.