bugün

the tree of life

malick in kafası oldukça karışık diyenler, yaşamı ne kadar tek düze buluyormuş. bu filmi kubrick ve tarkovski yapımı filmlerle karşılaştıranlar olmuş, oysa sanki bilmezmiş gibi yoğunluklarını ve farklılıklarını. iki büyük ustayla tartışılamaz olduklarını. malickle karşılaşmamış sinema(!) seyircisi sadece izler ve anlamadığı için yorumuyla kirletir, bundan öncesinde olduğu gibi.
her gün bir daha izleyebilirim, anlamadığımdan değil, anladıkça düşmelerimden dolayı. öyle bir film ki ilk saniyeden itibaren her simge, bizi doğuran ve bizi büyüten, bir gün öldürecek olandır.

--spoiler--
Su: ana rahmine dönüş
Su:yoğun ve
Su: ölümdür.
ara ara gördüğümüz su bize verilen her şeyin başlangıcı ve bitişi. bundandır ki jack sancılı bir yaşamın geriye dönüşünü aradığında, tanrının gözleri bize suyu göstermektedir.
varlığın anneden geldiğine inanıp, yokluğunda onda olduğunu bilmek, anneyi duvar olarak görmektir bazen. sağlam olduğunu anlayan jack o yüzden bazen yumrukla döner duvara, çünkü sadece duvar onunladır hep, bilir.
jack dönüş yolunu bulmak için doğayı mı yoksa tanrıyı mı seçecek. baba her defasında doğa gibi yenilemekte kendini, değişmekte, zorluklara göre bürünmekte istediğine, oysa sen olarak durmalısın anne gibi. işte burada ikiye ayrılan bir gelecek, ikiye ayrılan bir jack.
virginia woolf'un dalgalar kitabının tekniği ve bohemliği vurdu yüzüme, sadece bilinç akışı var, dışa yansıtan bizi, kameranın gözleri. bizim doğayı izlediğimiz gibi.
bu karmaşada ölüm daha uygun olur, ondokuz yaşındaki jack için. çünkü tanrı cevapsız bıraktığı sorularla daha fazla doyuramaz büyümekte olan jack i.

''bana gösterdiğin neydi? o zaman seni nerede göreceğimi bilmiyordum, ama şimdi sen olduğunu anladım, hep beni çağrıyormuşsun.'' jack bunu söylerken, kameranın gözleri suyu göstermektedir yine. kardeşi çölde gördüğü zaman onu takip etmesini söyler ve sonunda çölden suya geçiş vardır yine. aile oradadır.
ve kardeşi sorar azraile:
ona nasıl geldin, hangi biçimde, nerede?

ve:
'' anne ben iyi biri miyim?
cesur muyum?
herkesin başına gelebilir miydi bu?
kimse bu konudan bahsetmiyor.
babama küstahlık yapmamam için bana yardım et.
köpekleri dövüştürmemem için bana yardım et.
sahip olduğum her şey için şükretmemde bana yardım et.

yaşıyor musun? -burada tanrı'nın sofistik olduğunu bir kenara bırakan jack, ondan cevap beklemesi ve belki kafasında o kadar da büyütmediği, gizemli herhangi bir şey olarak algıladığını görebiliyoruz-
yalan söylememem için bana yardım et.

beni izliyor musun?
ne olduğunu bilmek istiyorum, gördüklerini görmek istiyorum.''

bu yakarış ve sorgulamadan jack in nefret ettiği babasının yolundan gittiğini, yani doğayı seçtiğini bilebiliriz.
belki anneyi dinleseydi:
''mutlu olmanın tek yolu sevmektir. sevmezseniz hayatınızı boşa yaşarsınız. onların kıymetini bilin. merak edin. umut edin.'' tanrının yolunda olurdu.

kapanış ise aile ile cennette yapmaktadır malick. cenneti tasvir etmesinin üzerinden doldurulmuş ve hurilerle ödüllendirilmiştir.
belki annenin ayak bastığı yerin ellerine alınmasıyla görselliği derinleştirilmiştir.

--spoiler--

hayat sunulur bize, filmlerde. ve gireriz onlara bize ait değillerdir bundandır ki eleştirirken misafir olduğumuzu unutmamak gerekir.