14. yüzyılda fazlullah-i hurufî tarafından kurulan, harflerin esrarına dayanan bâtınî bir akım.
********************************************************************************************
aslında harflerin esrarıyla ilgili gelenek, eski yunan medeniyetine kadar dayanan çok uzun bir geçmişe sahiptir. bu gelenekte harflerle sayıların kutsallığına inanılıp bunlara çeşitli sembolik anlamlar yüklenmiştir. tabiattaki açıklanamayan birçok gizli güç, harfler ve sayılarla ifade edilmeye çalışılmıştır. söz gelimi pisagor'da buna benzer bazı düşüncelere rastlanmaktadır.
başlangıcı kesin olarak bilinmese de milattan önce 4.-3. yüzyıllardan itibaren ortadoğu'daki bazı dinler arasında ortaya çıktığı düşünülmektedir. baskı altındaki bazı gruplar mensuplarına, gizli kalması gereken bilgileri şifreli şekilde iletme gereği duymuşlardır. ayrıca eski yunan çevrelerindeki ya da o havalideki bazı toplumlarda grek harflerine sayısal değerler yükleyip çeşitli formülasyonlar oluşturarak kehanetlerde bulunma geleneği de başlamıştı(islam kültüründeki "ebced" benzeri).
aynı zamanda yahudi geleneğinde de milattan önceki yüzyıllarda buna benzer bir inanış vardı. ibranicede "gematria" olarak adlandırılan bu inanışta da bazı formülasyonlarla çeşitli kehanetlerde bulunuluyordu. özellikle "kabala"cı çevreler bu türden inanışlara çok meylettiler. onlar da ibrani alfabesindeki harflere sayısal değerler yükleyerek bazı kehanetlerde bulnarak bu geleneği güçlendirdiler.
hristiyan medeniyeti de baskı altında yaşadığı ilk dönemlerde mensuplarına özel bilgileri güvenli bir şekilde aktarmak maksadıyla metinlerin çeşitli yerlerine şifreli ifadeler koydular. hristiyan huruf geleneğinde en önemli şifre yeni ahit'teki 666 sayısıdır. bu sayının deccal'i simgelediğine inanırlar.
islam dünyasında da özellikle muhyiddin-i arabî, cüneyd-i bağdâdî, ibn. haldun, kâtip çelebi gibi birçok âlim bu gelenekten etkilenmiş ve yazdıkları eserlerde bunlardan bahsetmişlerdir.
*********************************************************************************************
timur saltanatı döneminde, 14. yüzyılın ikinci yarısında, devrin bu tür akımlar için müsait havasından faydalanan fazlullah-ı hurufî yukarda bahsettiğim geleneği ilk kez bir sistem haline getirerek tarikat benzeri bir oluşum şeklinde yaymaya başlamıştır. hurufîliği tesis ederken batınîlerin te'vil yöntemlerinden başarılı bir şekilde yararlanmıştır. gerçeği rüya yoluyla bulduğunu söyleyerek arap alfabesindeki 28 harf('lamelif' hariçtir) ve bunlara ek olarak farsçadaki 4 harf ile saylar arasında çeşitli münasebetler oluşturmak suretiyle hurufîlik sistemini yerleştirmiştir.
bu sisteme göre kainat ve tüm varlıklar yedişer çizgiden oluşan iki görünüşle açıklanır. bu görünüşlerin insan yüzünde de bulunduğu ileri sürülür. bütün dinî hükümler 28 ve 32 sayısına uygulanarak tüm dinî hükümlerin insan yüzünde temsil edildiği söylenir.
kur'an'da geçen bütün "fazl" kelimelerinin fazlullah'a işaret ettiğine inanarak onu Allah'ın cisimleşmiş hâli olarak görürler. fazlullah'ın hurufîlik inancını sistemleştirdiği "câvidannâme" adlı eserini ilâhî kitap olarak kabul ederler.
ayetleri ve bütün dinî hükümleri 28 veya 32 harfe uygulayarak te'vile tabi tutarlar. söz gelimi kelime-i şahâdette geçen "allah" sözünü oluşturan harflerin adlarının yazımından on dört harf ortaya çıkar; yine kelime-i şahâdette geçen "muhammed" lafzını oluşturan harflerin adlarının yazımından da on dört harf elde edilir. böylece ikisinin toplamı 28 eder. buna kelime-i şahâdetin ilk kelimesindeki dört harf eklendiğinde 32 sayısı ortaya çıkar. buradan da "demek ki kelime-i şahâdet, arap ve fars alfabesinin tamamını ve bunların içerdiği hurufî mânâları ihtiva etmektedir" düşüncesine ulaşırlar.
verdiğim misalden de anlaşılacağı gibi bu sistemde istenen sonuca ulaşabilmek için sayı eksik veya fazla ise ilm-i hurûf usullerine başvurulur. "allah" ve "muhammed" lafızlarındaki harflerin adlarının yazımından ortaya çıkan hafler alındı, sayıyı 32'ye tamamlayabilmek için gereken dört sayısı ise kelime-i şahâdetin ilk kelimesinden elde edildi. fakat bu kez, bu kelimedeki harflerin adlarının yazımı değil harflerin kendileri esas tutuldu.
farklı sayılara gereksinim duyulması hâlinde mevâlîd-i selâse(maden, bitki, hayvan üçlüsü), anâsır-ı erbaa(hava, su, toprak, ateş dörtlüsü), havâss-ı hamse(beş duyu), şeş cihet(altı yön), seb'a semâvat(yedi gökler ya da tasavvufta aşılması gereken yedi merhale), heşt bihişt(sekiz cennet) ve nüh felek(dokuz gök) tabirlerindeki sayılar kullanılır.
bir harf alfabedeki adıyla yazılıp duruma göre, oluşan kelimedeki harf sayısından veya ebced hesabına göre çıkan sayıdan faydalanılır.
hurûfîlikte ahiret, cennet ve cehennem önemli bir tartışma konusudur. bazı hurûfîler ölümden sonra hayat olmadığına, "birleşik varlık"ların ölüm sonrası tekrar basit hâle dönüşeceğine, insanın, hurûfîliğin esası olan 32 kelimenin bilincine varınca kendisinden mükellefiyetin kalkacağına yani hiçbir dinî hükümle yükümlü olmayacağına inanırlar.
fazlullah; horasan, isfahan, tebriz gibi yerlerde dolaşarak buralarda inancını yaymış ve kendisine halifeler yetiştirmiştir. arkasından gelenler(başta, sağ kolu ve başhalifesi olan ali el-a'lâ) çok şiddetli baskılara mâruz kaldılar, fakat horasan, isfahan, suriye, azerbaycan ve anadolu gibi yerlerde inançlarını yaymaya devam ettiler. inançlarını bazı âlim, şair, sanatkâr ve devlet adamına da benimsettiler; yetiştirdikleri şairler aracılığıyla (bkz: nesîmî) halk nezdinde itibarlarını arttırdılar. kimi zaman saraylara ve sultanlara da etki etmeyi başardılar. "dervîşân-ı helâl-hôr ve râst-gûy(helal yiyenin ve doğru söyleyenin dervişleri) diye tanındılar.
fazlullah-ı hurûfî, hakkında yapılan soruşturmanın ardından şirvan hâkimi şeyh ibrahim'in kadısı bâyezîd'in fetvasıyla 1394'te öldürüldü.