bugün
- trt de memesi gözüken kadın24
- mfö'nün en güzel şarkısı12
- nihavend longa28
- bütün sokak köpeklerini tehlikeli sanmak8
- neden evlenmiyorsunuz23
- dünyanın patlama ile oluştuğuna inanmak19
- bulunduğunuz yerin hava durumu11
- sözlükte belindeki kemer olunacak kızlar10
- albay kemal sözlükten atılsın kampanyası13
- taksim'e ekran dikip kuran yayınlamak10
- fethullah gülen öldü mü sorunsalı25
- ismet gurbuz 202414
- jose mourinho66
- 2001 türkiyesinin en gelişmiş ülke olduğu gerçeği14
- 3 haziran 2024 hakkari'ye kayyum atanması12
- albay kemal14
- sözlükçülerin albay kemal'e bok atma sendromu8
- anın görüntüsü10
- okan buruk12
- suriyelilere karşı sorumluluklarımız18
- aleyna tilki10
- fenerbahçe12
- kocasına kahvaltı hazırlamayan kadın kusurludur16
- sözlükteki islamcılara alınması gereken önlem12
- 90 lı yıllara dair akılda kalanlar9
- gratis indirim günü kavgaları18
- yaşlılık belirtileri9
- true nickli yazar10
- üstteki yazar tarzında entry gir13
- kova burcu erkeği9
- seçme şansınız olsa hangi ülkede yaşardınız22
- sözlüğün en iyi 10 yazarı22
- insanoğlunu yerleşik hayata geçiren neydi9
- zalbert'in karşısında dans etmek8
- sözlük erkeklerinin şımarık laubali tipler olması17
- tecavüz ettiği kızlarını müge anlı da arayan baba14
- ateistlerin zeka seviyesi düşüktür11
- türkiye de intihar vakalarının artması11
- ismail kartal duruşu8
- jose mourinho nun fenerbahçe ye transferi13
- şimdiye kadar duyulan en güzel iltifat10
- eşcinsellik kendi kendini hadım etmektir10
- neden sevgilim yok10
- insanı zengin hissettiren şeyler19
- türkiye akp lidir akp'li kalacaktır14
- kılıçdaroğlu'nun kuracağı partiye isim önerileri8
- geldi yine deli11
- türkiye cidden almanyadan daha iyi9
- içine şeytan girse ne yaparsın13
- ümmetçilerin azerbaycan düşmanlığı10
CEZMi
ilkokul üçüncü sınıftaydık. Kar beyazı güzelliği ve iyiliği ile o zamana kadar gördüğüm tek güzellik ve iyilik imgesi olarak Sinderella’ya benzettiğim ilkokul öğretmenim Ayşe Beyazıt, sınıfın korsanları olan Adil, Nedim ve Ayna’dan yorulmuş, bezmişti. Tembellikleri, uyumsuzlukları artık öğretmenimizin canına tak etmişti. Üç kuşaktır üçüncü sınıfta olan, on altı yaşındaki koca adam Nedim, en arka sırada hala çizgi çekiyordu. Büyük ablamın sınıfından ortanca ablamın sınıfına, oradan da benim sınıfıma kalmıştı; dolayısıyla Nedim’i ailecek tanıyorduk.
Adil de bir başka koca adamdı. Yüzünde derin bir kasatura izi vardı. Ayna elebaşlarıydı. Asıl adı Mehmet Hanifi idi ama herkes ona soyadı ile hitap ederek Ayna diyordu. Bu çetenin dışında bir de kendi başına bir çete olan Cezmi vardı. Babası okulda hademeydi. Masmavi gözleri ve sapsarı saçıyla çok güzel bir erkek çocuktu ve onca uyumsuzluğuna ve tembelliğine rağmen, ah gönül bu işte, ben ona aşıktım. Gülüşünü seviyordum. Gülünce ortaya çıkan ağzı bir kedininki gibi tertemizdi… Gerçekten de Cezmi sapsarı bir kediye benziyordu. Kedinin cambazlığı vardı onda… Yerinde duramıyordu sanki… Ve onun tembelliği, anlamamasından, babasının kızınca ona bağırdığı gibi, “geri zekalı” olmasından kaynaklanmıyordu da sanki daha biz yeni anlamaya başlarken onun anlamaklardan dönmesinden, bu tek başına dönmelerden, giderek sıkılmaya başlamasından kaynaklanıyordu… Ben sınıf birincisiydim. Cezmi’ninkinin tersine her zaman yakalığım ütülü ve kolalıydı. Örnek gösterilirdim, tıpkı annemin işlediği dantel yakalığım gibi örnek örnek… Cezmi’nin bir ucu hep sarkık gezdiği yakalığını seviyordum ama ben… Benim yakalığımın hiç öyle dağınık durma özgürlüğü yoktu…
Öğretmenimiz bir gün bana, “çık tahtaya, bir gününü anlat, herkes örnek alsın, nasıl ders çalışıldığını öğrensinler!” dedi. Bir an ürperdim. Yüzüm kızardı. Annemin, “hadi yatın, elektriği boşa verip durmayın, bu kadar ders çalışmayı da ben siz de gördüm, iş yapmamak için habire kitap açıyorsunuz, biraz da ev işi yapın, el işi yapın!” dediğini anlatamazdım. Tek gözlü odamızda, çoğu gün aynı sözler tekrarlanırdı… Üç kız kardeş, gizlice ders çalışmanın yollarını arardık… Böyle anlatamazdım elbette. O anda kafamda bir ışık belirdi. Öğretmenimizin benden ne istediğini hissetmiştim. Örnek olacak bir ev yaşantım olmalıydı. Anlatmaya başladım. “Okuldan eve gidiyorum. Önlüğümü çıkarıyorum. Sonra karnımı doyuruyorum. Sonra masama oturuyorum…”
(Masa dediğimse, evin içinden çatıya çıkılan, sanki merdiven basamakları yorulmasın diye dedemin birkaç kare tahtadan bir düzlük oluşturup yine basamak çıkmaya devam ettirdiği enteresan bir düzenek. Ortaokulda da bu düzeneği masa gibi kullanmıştım. Ben ders çalışırken örneğin ev halkının, defterime kitabıma basıp çatıya çıktıklarını, ya da kedinin gelip kitabımın üstüne yattığını hatırlıyorum. Bir de o masada Gaus problemlerini anlamaya çalıştığımı… Bir çalışma masam ve kitaplığım ancak lisede olabilmişti yani) Devam ediyorum: “Sonra, o günkü dersleri tekrar ediyorum, sonra ödevlerimi yapıyorum. En son da biraz kitap okuyorum.”
Öğretmen anlattıklarımı herkesin defterine yazmasını istedi. Ertesi sabah tekrar beni tahtaya çağırdı. “Tekrar anlat bir gününü nasıl geçirdiğini. Dün Cezmi gelmemişti. Bu gün o da duysun.” Ben nasıl bir coşku seline kapıldıysam, bir cumhurbaşkanı brifing veriyormuş gibi anlatmaya başladım.
-Eve gidince önce önlüğümü çıkarıyorum.
…
Alkışlanacakmışım gibi bir müddet bekliyorum her cümle sonunda.
-Sonra, yemeğimi yiyorum.
…
Cezmi gülmekten ölüyor. Çeşitli provokatörler olabilir tabi, devam ediyorum:
-Sonra, sonra masama… Oturuyorum.
…
Cezmi karnını tuta tuta gülüyor,
-Sonra, diyorum, öğretmen Cezmi’yi sınıftan atıyor. Teneffüste Cezmi beni buluyor. Taklidimi yapıyor.
-Önce önlüğümü çıkarıyorum, sonra yemeğimi yiyorum… Sonra, sonra, sonra… Gene aynı şekilde gülüyor…
ilk kez sınıf birincisi olmaktan utandığımı hatırlıyorum… Korsanlar tek gözleriyle aşağılayarak bakıyorlar bana…
O gün nedense yaşamla ilgili gerçekleri, bu tembel tenekelerin, biz çalışkanlardan daha iyi bildiklerine dair bir his oluşmuştu içimde… O kısacık hayatımda ilk kez kafam karışmıştı…
ilkokul üçüncü sınıftaydık. Kar beyazı güzelliği ve iyiliği ile o zamana kadar gördüğüm tek güzellik ve iyilik imgesi olarak Sinderella’ya benzettiğim ilkokul öğretmenim Ayşe Beyazıt, sınıfın korsanları olan Adil, Nedim ve Ayna’dan yorulmuş, bezmişti. Tembellikleri, uyumsuzlukları artık öğretmenimizin canına tak etmişti. Üç kuşaktır üçüncü sınıfta olan, on altı yaşındaki koca adam Nedim, en arka sırada hala çizgi çekiyordu. Büyük ablamın sınıfından ortanca ablamın sınıfına, oradan da benim sınıfıma kalmıştı; dolayısıyla Nedim’i ailecek tanıyorduk.
Adil de bir başka koca adamdı. Yüzünde derin bir kasatura izi vardı. Ayna elebaşlarıydı. Asıl adı Mehmet Hanifi idi ama herkes ona soyadı ile hitap ederek Ayna diyordu. Bu çetenin dışında bir de kendi başına bir çete olan Cezmi vardı. Babası okulda hademeydi. Masmavi gözleri ve sapsarı saçıyla çok güzel bir erkek çocuktu ve onca uyumsuzluğuna ve tembelliğine rağmen, ah gönül bu işte, ben ona aşıktım. Gülüşünü seviyordum. Gülünce ortaya çıkan ağzı bir kedininki gibi tertemizdi… Gerçekten de Cezmi sapsarı bir kediye benziyordu. Kedinin cambazlığı vardı onda… Yerinde duramıyordu sanki… Ve onun tembelliği, anlamamasından, babasının kızınca ona bağırdığı gibi, “geri zekalı” olmasından kaynaklanmıyordu da sanki daha biz yeni anlamaya başlarken onun anlamaklardan dönmesinden, bu tek başına dönmelerden, giderek sıkılmaya başlamasından kaynaklanıyordu… Ben sınıf birincisiydim. Cezmi’ninkinin tersine her zaman yakalığım ütülü ve kolalıydı. Örnek gösterilirdim, tıpkı annemin işlediği dantel yakalığım gibi örnek örnek… Cezmi’nin bir ucu hep sarkık gezdiği yakalığını seviyordum ama ben… Benim yakalığımın hiç öyle dağınık durma özgürlüğü yoktu…
Öğretmenimiz bir gün bana, “çık tahtaya, bir gününü anlat, herkes örnek alsın, nasıl ders çalışıldığını öğrensinler!” dedi. Bir an ürperdim. Yüzüm kızardı. Annemin, “hadi yatın, elektriği boşa verip durmayın, bu kadar ders çalışmayı da ben siz de gördüm, iş yapmamak için habire kitap açıyorsunuz, biraz da ev işi yapın, el işi yapın!” dediğini anlatamazdım. Tek gözlü odamızda, çoğu gün aynı sözler tekrarlanırdı… Üç kız kardeş, gizlice ders çalışmanın yollarını arardık… Böyle anlatamazdım elbette. O anda kafamda bir ışık belirdi. Öğretmenimizin benden ne istediğini hissetmiştim. Örnek olacak bir ev yaşantım olmalıydı. Anlatmaya başladım. “Okuldan eve gidiyorum. Önlüğümü çıkarıyorum. Sonra karnımı doyuruyorum. Sonra masama oturuyorum…”
(Masa dediğimse, evin içinden çatıya çıkılan, sanki merdiven basamakları yorulmasın diye dedemin birkaç kare tahtadan bir düzlük oluşturup yine basamak çıkmaya devam ettirdiği enteresan bir düzenek. Ortaokulda da bu düzeneği masa gibi kullanmıştım. Ben ders çalışırken örneğin ev halkının, defterime kitabıma basıp çatıya çıktıklarını, ya da kedinin gelip kitabımın üstüne yattığını hatırlıyorum. Bir de o masada Gaus problemlerini anlamaya çalıştığımı… Bir çalışma masam ve kitaplığım ancak lisede olabilmişti yani) Devam ediyorum: “Sonra, o günkü dersleri tekrar ediyorum, sonra ödevlerimi yapıyorum. En son da biraz kitap okuyorum.”
Öğretmen anlattıklarımı herkesin defterine yazmasını istedi. Ertesi sabah tekrar beni tahtaya çağırdı. “Tekrar anlat bir gününü nasıl geçirdiğini. Dün Cezmi gelmemişti. Bu gün o da duysun.” Ben nasıl bir coşku seline kapıldıysam, bir cumhurbaşkanı brifing veriyormuş gibi anlatmaya başladım.
-Eve gidince önce önlüğümü çıkarıyorum.
…
Alkışlanacakmışım gibi bir müddet bekliyorum her cümle sonunda.
-Sonra, yemeğimi yiyorum.
…
Cezmi gülmekten ölüyor. Çeşitli provokatörler olabilir tabi, devam ediyorum:
-Sonra, sonra masama… Oturuyorum.
…
Cezmi karnını tuta tuta gülüyor,
-Sonra, diyorum, öğretmen Cezmi’yi sınıftan atıyor. Teneffüste Cezmi beni buluyor. Taklidimi yapıyor.
-Önce önlüğümü çıkarıyorum, sonra yemeğimi yiyorum… Sonra, sonra, sonra… Gene aynı şekilde gülüyor…
ilk kez sınıf birincisi olmaktan utandığımı hatırlıyorum… Korsanlar tek gözleriyle aşağılayarak bakıyorlar bana…
O gün nedense yaşamla ilgili gerçekleri, bu tembel tenekelerin, biz çalışkanlardan daha iyi bildiklerine dair bir his oluşmuştu içimde… O kısacık hayatımda ilk kez kafam karışmıştı…
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar