Bir dönem şampiyonlar ligi'nin unutulmaz anlatıcısıydı. Allah rahmet eylesin.
Kulaklarımızda hala olan sesini bir daha canlı olarak duyamayacak olmamız acı.
Bu halk onu pek çok benzerinden çok ama çok ayrı bir yere koydu. Onun şarkılarıyla ağladı, kadeh tokuşturdu, sevdiğini düşündü. Sonra yetmez ama evet'çi olması ve ardından bugünlere gelişimiz. Şu anki siyasi atmosferin tek sorumlu sanatçısı oymuş gibi davranılması anlamsız. Ama gelişmelerde yeterince ses çıkarmadığı da ortada. Oysa sanatçı aynı zamanda aydın kişidir. Ne var ki milyonlarca benzeri gibi o da gidişin sonunu analiz edemedi. Ağızlarına çalınan bir parmak bala kandılar.
Herşeye rağmen Sezen Aksu pek çok ülkeye de nasip olmayan bir değerdir. Hem besteleri, hem yazdığı sözler hem de sanat dünyasına dahil ettiği isimler ile uzun yıllar anılacaktır. Hayal kırıklığına uğrattığı için kızmakta haklıyız. Ama bir tek o muydu sanki? Peki ya bugün aynı lafları tekrarlayanlara ne diyelim?
işte günahıyla sevabıyla minik serçemiz 27 Haziran akşamı 7 yıl aradan sonra Paşa Gönül Şarkıları adlı yeni albümünü çıkardı. Bu aynı zamanda onun 50. sanat yılına denk geliyor.
Albümde daha önce Gülben Ergen tarafından seslendirilmiş olan "nanik", Cenk Eren'in yorumladığı "Şuh Nefes" ve Levent Yüksel ile özdeşleşen "Abanoz'daki Emine" bu kez Sezen Aksu tarafından seslendiriliyor.
Albümde yer alan diğer şarkılar ise Bahçe, Sen Ağla, Yandı için, Bana Sor, Dümenci, ey Aşk, Yaygara , Gemiler, Doğrucu ve Linç.
Şarkıların söz ve bestelerinde Sezen Aksu imzası bulunurken Ahmet Selçuk ilkan, levent Yüksel, Mithat Can Özer, Mohamed Yehia, Nader Abdallah, Necati Cumalı, Sait Büyükçınar ve Soner Sarıkabadayı gibi isimlerin de eserleri var.
Düzenlemelerde ise Ayda Tunçboyacı, Can Sanıbelli, Ersay Üner, Mert Alp, Mithat Can Özer, Murat Acar, Murat Bulut, Mustafa Ceceli, Okay Barış, Ozan bayraşa ve Onno Tunç gibi müzisyenlerin katkısı var.
Albümün kapak tasarımı ise Ali Taran'a ait. işte günahıyla sevabıyla minik serçemiz 27 Haziran akşamı 7 yıl aradan sonra Paşa Gönül Şarkıları adlı yeni albümünü çıkardı. Bu aynı zamanda onun 50. sanat yılına denk geliyor.
Albümde daha önce Gülben Ergen tarafından seslendirilmiş olan "nanik", Cenk Eren'in yorumladığı "Şuh Nefes" ve Levent Yüksel ile özdeşleşen "Abanoz'daki Emine" bu kez Sezen Aksu tarafından seslendiriliyor.
Albümde yer alan diğer şarkılar ise Bahçe, Sen Ağla, Yandı için, Bana Sor, Dümenci, ey Aşk, Yaygara , Gemiler, Doğrucu ve Linç.
Şarkıların söz ve bestelerinde Sezen Aksu imzası bulunurken Ahmet Selçuk ilkan, levent Yüksel, Mithat Can Özer, Mohamed Yehia, Nader Abdallah, Necati Cumalı, Sait Büyükçınar ve Soner Sarıkabadayı gibi isimlerin de eserleri var.
Düzenlemelerde ise Ayda Tunçboyacı, Can Sanıbelli, Ersay Üner, Mert Alp, Mithat Can Özer, Murat Acar, Murat Bulut, Mustafa Ceceli, Okay Barış, Ozan bayraşa ve Onno Tunç gibi müzisyenlerin katkısı var.
Evet, bugün bir hayvan ırkının son ferdinin ölüm yıldönümüymüş. Alacakaranlık Sahil Serçesi de denen türün bilimsel adı "Ammodramus maritimus nigrescens"
Soyu tükenmiş olmak acı bir şey ya.
Başrollerinde Elizabeth Olsen, Himesh Patel ve Alicia Vikander'in yer aldığı Prime Video'da yer alan film.
distopik bir gelecekte iklim felaketi yaşanmış ve sonrasında da dünyanın düzeni değişmiştir. Sınırlı kaynakları olan rahat bir bölgede yaşam süren insanlar konulan kurallarla boğuşarak bu durumun üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Bir botanikçi olarak çalışan Mia (Elizabeth Olsen) ve sanal evcil hayvanlar tasarlayan Aaryan (Himesh Patel) bir bebek yapmaya karar verirler. Ancak bu yeni dünyada bu iş o kadar da kolay değildir. Öncelikle yönetimin onay vermesi gerekmektedir. Bunun için de bir gün kapılarını durumları belirlemek adına bir değerlendirme uzmanı olan Victoria (Alicia Vikander) çalar. Virginia çiftin evlerinde kalacak ve onların yeni düzene uygun birer ebeveyn olup olmayacaklarına karar verecektir. Donuk ifadeli, duygusuz bu öğretmen tavırlı kadının vereceği karar kesindir ve geri dönüş yoktur. Bu durum genç çifti tedirgin eder. Çünkü daha onları ilk günden sevişirken izlemesi, kahvaltıya çocuk rolü yaparak gelmesi sadece yaşayacakları zorlukların bir başlangıcı gibidir.
ilk kez 2024 yılı eylül ayında Toronto Film Festivali'nde gösterilen film ingiliz Bağımsız Film Ödülleri'nden üç adaylık ve bir ödülle döndü. Filmin yönetmeni ise bu yapıma kadar sadece müzik videoları yönetmiş olan Fleur Fortune. Bu kendisinin de ilk filmi.
Film epey karanlık bir gelecek gösteriyor. Bu bağlamda sahnelerin büyük bir kısmı da karanlık. Sahneler hep koyu ve geleceğin bu şekilde gidersek işte aynen böyle karanlık ve berbat olacağını irdelemek istemiş gibi. Filmin % 90'ı 3 oyuncuyla gidiyor. Bunların hepsi iyi de olsa Alicia Vikander bir başka. Yine de gerçekten hepsi iyiler, kötü anlamda sırıtan biri yok. Filmin bazı yerlerinde bize açıklama yapmak istercesine fazlalık gibi gelen sahneler çekilmiş. Film genel anlamda olumlu eleştiriler ve övgüler alsa da IMDB puanı 6.6.
Böyle bir saldırıyı Allah düşmanımın başına vermesin. 200 tane uçak üstlerine gelirken nasıl hiçbirini fark edemezler. israil'in teknolojisi mi çok üstün iran'ın teknolojisi mi çok demode anlayamadık. Ama Aselsan'ın hemen bu şekilde bir saldırıya karşı cihazlar üretmeye başlaması lazım. Kurmaylarımız da iran sayesinde ne yapmamayı öğrenmiş oldular. Tüm kurmaylar bir arada kabak gibi durmayacaklar mesela. Sonrasında rutin bir şekilde hep aynı hareketleri yapmayacaklar.
Tanklarla falan gidemezsin ta oradan oraya. Suriye içinde bir üs bölgesi yapsan orayı daha da çabucak vururlar. Zaten böyle bir şeye Suriye'de o durumda izin vermez. Bir süredir nato ülkelerinden uçak almak için çırpındığımızı ama alamadığımızı da düşünün.
Yine de israil uçaklarının fark etmeden Ankara'ya kadar geldiğini düşünecek olursak bile Diyarbakır, Balıkesir, izmir, Eskişehir ve Ankara'dan kalkan uçaklarımız iran'dan çok daha şiddetli karşılık vereceklerdir.
Maalesef uluslararası ilişkiler kahvede eşli batak oyanamaya benzemiyor. Burada cumhur ya da millet ittifakı dalaşının bırakılıp daha durum hakkında daha aklı selim olasılıklar üzerinde durulmalı.
Azerbaycan daha Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımadı. Ama bu da bizim düşmanımız olduğu anlamına gelmez. KKTC'yi tanırlarsa bu sefer Karabağ konusunda farklı davranmış olacaklar. israil de Azerileri destekliyor. Azerilerin de israil bayrakları açması bu yüzden tuhaf değil.
iran nükleer bomba yapma aşkına bu kadar tutunacağına bunca yıl hava kuvvetlerini güçlendirme çabasında olsaydı bugün 200 israil uçağı birden havalanıp kentlerini bu kadar rahat bombalamazlardı belki. Öyle füze fırlatıyorlar da nereye kadar. eninde sonunda bitecek stokları. ikinci dünya savaşı'nda Hitler'de V2'lere çok yüklenip hava kuvvetlerini ihmal etmişti, bedelini ağır ödediler. Durum bana göre benzerlik gösteriyor.
israil iran'ın içinde iha filoları kurmuş. Be birader bırakın artık şu dini kuralları da kendi ülkenizi savunmayı öğrenin. Bu nasıl bir aymazlıktır. Açıkçası bu durum karşısında bu gibi üslerin ülkemizde de olup olmadığını merak ediyor ve endişeleniyorum sadece. Yıllardır gazeteler yabancılara en fazla toprak satılan yerlerden birinin Şanlıurfa olduğunu yazar durur. (Diğeri de Uşak) Urfa'da da bilin bakalım en çok kimler toprak alıyorlarmış. Zamanında Erdoğan bile bu konuda açıklama yapmış "öyle toprak almakla hak iddia etmek, devlet kurmak olmaz" şeklinde konuşmuştu. Ama israil bizzat bu şekilde kurulmuş bir ülke. Üstelik geçmişte biz de Girit'i bizzat bu şekilde kaybetmiş bir ülkeyiz.
israil gaz ve petrol sahalarından akdeniz'e uzanan bir koridor kurmak istiyor. Bunun arkasında elbette ABD var. Şu lanet olası petrol bir bitmedi ki bu coğrafya kaderine bırakılsın. Gerçi petrol bitse şimdi de su savaşları çıkacak belki de. Stratejistler bunu söylüyor. israil hükümeti bizim doğal müttefikimiz kaçınılmaz bir şekilde kürtlerdir diyor. Bunlar sır değil. Az buçuk gazete okuyorsanız karşınızda zaten.
israil ile geçmişten gelen bir bağımız var. 2. Bayezıd'dan itibaren yahudileri korumuş padişahlarımız. Adamlar bundan dolayı bir minnet duyuyorlar ama bunun da bir sınırı var. Yeri geldiğinde hiç iplenmez. Hele başlarında böyle Natenyahu gibi soykırımcı biri varsa.
Gerçeklere göre hareket edelim. israil ile bir savaşa girsek tükürüğümüzle boğarız. Ama böyle bir savaş sadece israil ile olmayacağını hepimiz biliyoruz. Doğrudan ABD zaten karşımıza çıkacak. Sonrasında ingiltere, Fransa ve diğerleri. Dolaylı olarak Yunanistan, Hindistan ve daha bilmem kimler bile israil yanında yer alacaktır. Kaldı ki israil ABD'nin stratejik ortağı. Böyle bir riski göze alabilmek için kendi uçağımızı, tankımızı, helikopterimizi seri olarak üretiyor olmamız lazım. Yapabiliyor muyuz, hayır daha çok yolun başındayız. O zaman gücümüz oranında sesimizi çıkarmamız lazım.
Hükümet şu anda birşeylerin peşinde. PKK ile olsun, APO ile olsun bu yakınlaşmanın sebebinin kesinlikle bu olduğuna inanıyorum. Belki de israil'in bu kürt kartını kendi lehlerine kullanmasını engellemek için bu hamleyi yapıyorlar, bilemiyoruz. Bunun ne için olduğunu, ne sonuç vereceğini belki de yaşarken öğrenemeyeceğiz bile. Ama tarih yazacak.
Hiçbir zaman AKP'ye oy vermedim. Ama ulusal bir tehlike söz konusu olduğunda bu sevelim ya da sevmeyelim bu insanların liderliğine güvenmek zorundayız. Açıkçası hükümet iktidarı boyunca bu konularda hiç de güven vermedi. Yine de Allah'tan umalım ki bunun daha beterini canlı deneyimlemek zorunda kalmayalım. Ama eğer ki deneyimlemek zorunda kalırsak gücüm yetene kadar birlikte savaşacağımızı ve bana güvenebilecekleri konusunda kendi adıma söz verebilirim. Aynı güvenceyi karşı tarafta verebilir mi? Eninde sonunda bu ülkenin nüfus cüzdanını taşıyoruz ve bizi birbirimize düşürecek kısır döngü tartışmalardan, laf sokmaktan ziyade birlik olabilme gayretinde bulunalım. Yoksa 20 küsur devlet kurup bir eksiğini yıkmış bir millet olmak üzerine bahsi geçen konuya artı bir eklenecek.
Şöyle bir düşünün israil bizimle savaşmak zorunda kalırsa bundan daha uygun bir atmosfer oluşturabilir mi? Erdoğan'ı zaten pek hazzetmiyorlar. Yeri gelip de iki füze de bize fırlatıp pekala bu iktidardan kurtulmak için işte aradığınız fırsat bu diyebilirler. Zaten şu an bunu yapmıyorlar mı? Akıllı olmamız lazım. Olması daha yakın gelecekte olan olasılıklar üzerinde durmamız lazım değil mi? Ancak ideolojiler bir yana bırakılıp kenetlenebilmeyi başarırsak bu tehlikeler vız gelip tırıs gider. Ama yok kemalistti, yok chp'liydi, yok cumhurcuydu gibi kendi kendimizi akrep gibi sokarsak ne olduğunu anlamadan kendimizi çok şey kaybetmiş olarak buluruz. israil ile böyle bir çatışmaya girecek olursak başka kimlerle savaşacağımızı biliyor muyuz, başka kimlerle asla savaşmayacağımızın garantisini verebilir misiniz?
Ben de çok ama çok uzun yazdım. Sabırla okuyanlara şimdiden teşekkürler.
akademisyen - yazar özgür mumcu'nun april yayıncılık'tan çıkan romanı.
uzaylıların dünyaya gelişi kitapta gerçek oluyor. insanlık, kendi karanlığıyla başka bir evrenden gelenler üzerinden yüzleşiyor. özgür mumcu kitabında yalnızca türler arasındaki farkları değil, insanın kendi içindeki yabancılığı da gösteriyor.
bir felaketin eşiğinde, insana dair hayal kırıklığı ile doğanın çığlığı arasında asılı kalan romanda, insanın doğayla, bilgiyle, iktidarla, hatta kendi hafızasıyla kurduğu çelişkili ilişkiler bir bilim kurgu evreni içinde şekilleniyor ama aslında bizzat yaşadığımız dünyanın en soğukkanlı alegorisine dönüşüyor. türler arası bir kriz anlatısından çok daha fazlası olan bu roman, yeryüzünün ve insanın birlikte çöktüğü, birlikte de ayağa kalkabileceği bir eşikte yazılmış. bilim kurgu motifleriyle bezeli gibi görünse de aslında çok tanıdık bir felaket senaryosu anlatıyor bize: bilginin sınırında duran insanlar, göz göre göre gelen bir yıkım, suskunlukla sabitlenen bir toplumsal çöküş ve doğanın, evrenin geri kalanıyla kurduğumuz o kibirli mesafe.
kitabın başrollerinde antropolog can yaban ve biyoakustik uzmanı karla silva var. uzaylılarla ilk teması bu iki karakter kuruyor. dışişleri'nde diplomat olan izzet derman, istihbaratçı konuralp sarpkaya, silikon vadisi’nden nathan sterling de hikayenin içinde. ve insanlık, kendi karanlığıyla başka bir evrenden gelenler üzerinden yüzleşmeye hazırlanıyor. dünyalılar için gezegen çapında komploların romanı, diyebiliriz. fakat mumcu, dünyalılar’da yalnızca türler arasındaki farkları değil, insanın kendi içindeki yabancılığı da görünür kılıyor. bu hikaye sadece geleceğe dair karanlık bir senaryo değil, aynı zamanda bugünün türkiye’sine, insanlığın etik yitimine, ekolojik felaketlere ve bilgi-iktidar ilişkisine dair çarpıcı sorularla dolu bir çağrı.
Game of Thrones dizisinde Davos Seaworth'ü, 3 Cisim Problemi'nde de Thomas Wade'i canlandıran irlandalı aktör. Gazze'ye israil tarafından uygulanan ablukayı kırmak için yola çıkan gemide bulunan aktivist oyuncuyla birlikte greta thunberg de eşlik ediyor.
eğer 19 Mart'tan önce bu soru gelse "bilemem" derdim. Ama 19 mart'tan bu yana devlet işini gücünü bırakıp bu adamın bir yamuğunu aramaya mevcudiyetini adadıysa ve şu ana kadar bir bok bulamadıysa kesinlikle diyebiliyorum. Bu yapılanlar rezilliğin, kepazeliğin dik alasıdır diyebiliyor musunuz asıl? Bu yapılanlar bu ülkenin kurucu değerlerini yok etmek, hukuku alaşağı etmek, hak yemek diyebiliyor musunuz? Dünyanın neresinde bir insan hapse atılır da sonra suç aranmaya başlanır diyebiliyor musunuz? Kendimizi dünyaya rezil ettik diyebiliyor musunuz mesela ? Ne olacak peki sonrasında ? Bu millet unutacak mı tüm bu yapılanları... Biz kimsenin hakkını hukukunu yemeden iktidarda kaldık, kimsenin kanına girmedik, hapishanede ölenler, gururuna yediremeyip intihar eden komutanlarımız bizim suçumuz değildi ama yine Allah affetsin mi denilecek? Allaha gerçekten inanıyorsanız sizi affedeceğine inanıyor bu yapılanları mazur görenler. Ne kadar olumlu şeyler de yapılmış olursa olsun bu ülke bu yaşanılanları hak etmiyor. Kısacası yazıklar olsun diyebiliyor musunuz?
8 Aralık 1977 doğumlu Belçika'lı aktör. Benden başka birinin de Putin'e (7 yıl önce de olsa) sevindim.
Matthias Schoenaerts (şöhnarts diye okuyunuyor) ilk sinema deneyimini 13 yaşındayken oynadığı Daens (1992) filminde yaşadı ve bu film En iyi yabancı film dalında Akademi Ödülü'ne aday gösterildi. En çok Loft (2008) Filip, Oscar'a aday gösterilen Bullhead (2011) filmindeki Jacky Vanmarsenille ve Bafta ve Altın Küre'ye aday gösterilen Rust and Bone (2012) filmindeki Ali rolleriyle tanınır ve bu filmdeki rolüyle En Umut Vaat eden Erkek Oyuncu dalında Cesar Ödülü'nü kazandı. The Drop (2014) filminde Eric Deeds'i, Suite Française (2015) filminde Bruno von Falk'ı, Far from the Madding Crowd - Çılgın Kalabalıktan Uzakta (2015) filminde Gabriel Oak'ı, The Danish Girl filminde (2015) filminde Hans Axgil'i ve Red Sparrow filminde Vanya Dayı'yı canlandırdı. Disorder (2015) filminde Travma sonrası stres bozukluğundan muzdarip bir askeri canlandırmasıyla ve The Mustang (2019) filminde vahşi bir atı eğiten bir mahkumu canlandırmasıyla eleştirmenlerin beğenisini kazandı.
2015 yılında Fransa'da Sanat ve Edebiyat Şövalyesi ünvanına layık görüldü.
Kurmaca bir Avrupa ülkesinde geçen ve otoriter bir rejimin çarpıcı portresini sunan politik kara mizah örneği dizi. Devletin başındaki liderin paranoyak davranışları, yozlaşma, medya kontrolü ve kamuoyunun manipülasyonu, mizahla harmanlanarak anlatılıyor. Görünüşte absürt gibi duran olaylar, aslında günümüz dünyasının politik gerçeklerine keskin bir ayna tutuyor. Dizi, sistem eleştirisini zeki diyaloglarla ve teatral atmosferle birleştirerek ilginç bir anlatım sunuyor. Özellikle ülkemiz insanları tarafından izlenmesi gereken bir dizi. Gerçi bizde manipülasyon yapmaya gerek de duymuyorlar. "Montaj olduğunu söyleyerek" rakibinin olumsuzluk içeren videosunu yayınladı örneğin cumhurbaşkanı.
6 bölümlük dizinin başrollerinde Kate Winslet gibi bir star varken Mathias Schoenaerts ona "Little Chaos - Küçük Karmaşa" dan sonra birkez daha eşlik ediyor. Guillaume Gallienne ve Andrea Riseborough diğer rollerde. Eleştirmenler tarafından övülen dizinin IMDB puanı ise 6.0 (14.067 oy)
2024 yapımı dizinin yönetmenleri ise Stephen Frears ve Jessica Hobbs.
HBO Max'ta yayınlanan eşi benzeri görülmemiş dizi. Bazı olayları öncesinden deneyimleme tecrübemiz olsaydı farklı yaşar mıydık ya da o olayların yaşanmasını neden olan olayları hiç başlatmayabilir miydik acaba? The Rehearsal yani Prova bunu öğrenmeyi amaçlayan biraz reality show, biraz sosyolojik deney birazcık da tuhaf bir komedi programı diyebileceğimiz bir yapım.
Kanadalı komedyen ve yazar Nathan Fielder değişik ve absürt mizah anlayışı olan biri.
Altı bölümden oluşan dizinin ilk sezonunun ilk bölümünde vaktiyle çok yakın bir arkadaşına yalan söylemiş bir adamın arkadaşına nasıl yapar da durumu izah eder, yalanını itiraf eder olayına odaklanmış. elindeki bütçeyle, adamın arkadaşıyla yüzleşmesini sağlayabilmek için gerçeğe birebir uyan mekanlar inşa ederek ona her seçeneği sunan provalar yaptırıyor. Burada anahtar kelime 1'e 1. BUnu dikkate alın.
2 bölümden itibaren ise Angela'Nın hikayesine giriyoruz. Angela 44 yaşında, inanılmaz dini bütün bir katolik hristiyan ve anne olmak istiyor. Tabi bu yaşta anne olması için anne olsa neler yapabileceği konusunda sayısın fikir ortaya atılıyor. Elbette bunun için bir koca adayı bulunuyor ilk başta. Fakat bu koca adayı mevcut yükümlülüklerde zorlanmaya başlayınca sıvışıyor. Onun yerine de Nathan koca/ baba rolüyle provalara dahil oluyor. Kesinlikle sıkıcı değil ama yoruyor bazı yerlerde. Çünkü biraz dikkatli seyretmeniz lazım. Çünkü Nathan'ın koca adayı olarak olaya dahil olmasından sonra angela'nın annelik deneyimlerini de aşarak Nathan'ın provalarına dönüşüyor olaylar.
dizi 2022 de yayımlanmış ve Eğer benim gibi yeni seyredenlerdenseniz eve gelen yahudi kültürünü öğretmeye çalışan kadının söylemleri inanılmaz rahatsız ediciydi. neymiş "israil bombalayacağı yerleri söylüyormuş, filistinliler de bombalanmak istemiyorlarsa orayı terk etsinlermiş" tabii ki bu çekimler olduğunda filistin'de 57 bin kişi - ki o da resmi rakamlar - öldürülmemiş, barcelona belediyesi israil ile resmi ilişkileri bitirmemiş, israilli eski general "hobi olarak bebek öldürmemeliyiz" dememişti.
yine de diziden anlıyorum ki abd'li hristiyan katolikler israil'i hükümetlerine karşın hiç sevmiyorlar. bu yüzden yahudi olduğunu söyleyemeyen ya da bundan utanan bir koca bir cemaat oluşmuş. steven spielberg de bundan dem vuruyordu. her neyse ben ne angela gibi hristiyan yobaz ne de eve gelen yahudi öğretmen gibi yahudi yobazları benimsemiyorum.
abd ulusal okyanus ve atmosfer dairesi (noaa) güneş'te 8,2 büyüklüğünde dev bir patlamanın meydana geldiğini duyurdu. dün akşam saatlerinde yaşanan patlamanın dünya'ya doğru gerçekleştiği aktarıldı.1 haziran ya da 2 haziran gecesi elektrik ve internet kesintilerinin yaşanabileceği belirtildi. ayrıca kuzey ışıklarının türkiye'den dahi görülmesi ihtimali de var. patlamayla oluşan g4 büyüklüğündeki jeomanyetik fırtına, dünyaya 1000 km/sn hızla yaklaşırken, pazar gecesi ya da pazartesi gecesi dünya'ya çarpması bekleniyor.
Kısacası ayağınızı denk alın, elektronik eşyalarınızı fişte bırakmayın.
öncelikle işçilerin 82 bin lira maaş almasının sebebi yan masasında çalışan ve kendisiyle aynı işi yapan kişilerin bu parayı alması. kafadan istemiyorlar yani.
bu adamlar nasıl işe alındı peki? tunç soyer zamanında herkesi belediye şirketlerine kapsam dışı olarak soktular. kapsam dışı ne demek? yani ben bir adam buldum, benim mevcut bünyemde bu nitelikte bir adam yok. o yüzden buna mevcut maaşın üstünde bir ücret ödeyeceğim demek.
yani izmir büyükşehir belediyesi'ni bu hale sokan chp'nin kendisi. kılıçdaroğlu'nu ya da parti ileri gelenlerini kıramayan tunç bey mevcut kadrosu 8.000 civarı olan belediye şirketlerine bir bu kadar daha adam aldı. işini bilmeyen çavuşlar döner kıçını avuçlar. yeni gelen cemil tugay da böyle bir maddi yükün ardından iş yapamaz duruma geldi. evdeki hesap kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı olmasına dayanıyordu. olmayınca şaştı.
onu da geçtim. belediyeye hala yeni personel alınması devam ediyor. sendika ve işçiler haklı ama mevcut durumu da göz önüne alarak daha insaflı bir ücret talebinde bulunmalılar. çünkü para yok, para bitti.
burada işçiler suçlanacağına aziz kocaoğlu'ndan borçsuz devraldığı belediyeyi bir dönemde nasıl bu hale getirebildi diye tunç soyer'in bir açıklama yapması gerek . inanılmaz gerçekten. dünya belediyeler birliği'nin ve para fonu sağlayıcılarının "dünyanın" mali anlamda en güvenilir 4 belediyeden biri olarak seçtiği izmir'i bir dönemde çalışan maaşlarını ödeyemez duruma getirmek chp merkezinin belediye başkanı seçme konusunda ne kadar yetersiz olduğunun apaçık delilidir.
aralık ayında emekli olup emekli ikramiyesini alamayanlar var.
öte yandan izmir büyükşehir belediyesi'nde çalışanlar merhum başkan ahmet priştina zamanında sendikalı oldular. neredeyse sorgusuz sualsiz yapıldılar. akp'li belediye başkanlarının sendikalılara yumruk attığı günümüzde bunu da görmek gerekir. kaç akp'li belediyenin kaç çalışanı sendikalı acaba? onu da geçtim akp dönemi başladığında ülkemizde çalışan sendikalı sayısı kaçtı şimdi kaç ?
bu iti ite kırdırma yöntemlerine karşı gözünüz açık olsun. hele ki ortaya bir iddia yazılmadan içeri atılan belediye başkanları varken, 20 yıldır borç üstüne borç yapan belediyeler muhalefetin eline geçince "ödeyin borçlarınızı" diye bir hükümet varken, chp'li belediyeler çalışamasın diye "silkeleyin şunları" diye emirler havada uçuşurken, 23 yıllık iktidarda evliya sürüsü bile olsa bir tek akp'li belediyeye soruşturma açılmamışken, chp'ye geçen belediyelerde akp'li yönetimlerin yapmış oldukları yolsuzluklar iç işleri bakanlığı tarafından "buradan itibaren biz alıyoruz" diyerek sümenaltı edilmişken sırf partizanlık nedeniyle sesi çıkmayan, müslümanın diyen ama vicdanı rahatsız olmayan akp seçmenlerini de irdelemek gerek.
ehliyeti olmayan 17 yaşındaki oğlu timur cihantimur geçtiğimiz yıl kullandığı araçla oğuz murat aci'nin ölümüne neden olurken aci'nin eşi ve yaralanan 4 kişi "maddi ve manevi zararlarının giderildiği" gerekçesiyle şikayetini geri çekti.
konu "ceza hukuku" ve "tazminat hukuku" olarak iki ayrı açıdan ele almak gerekiyor. ceza hukuku bakımından "hırsızlık", "mala zarar verme", "güveni kötüye kullanma", "dolandırıcılık"gibi bazı suçlarda zararın giderilmesi, "türk ceza kanunu'nun 168. maddesi gereği "etkin pişmanlıktan" yararlanma nedeni.
ancak cihantimur hakkında soruşturma "taksirle ölüme neden olma" suçundan yürütülüyor. bu suç ise madde 168'de sayılan suçlardan biri değil.
diğer taraftan ceza hukukunda bir de "takibi şikayete bağlı olan suçlar" ve "resen soruşturulan ve kovuşturulan suçlar" şeklinde bir ayrım söz konusu. ceza hukukçusu prof. dr. timur demirbaş, takibi şikayete bağlı olan suçlarda şikayet olmaması halinde yargılama yapılamayacağını söylüyor. ancak "ceza davasının kamusallığı" ilkesinin istisnası olan şikayetin, somut olayda ceza davasının varlığını etkilemeyeceğini" ekliyor. çünkü "taksirle ölüme neden olma" suçunun takibi şikayete bağlı değil.
galatasaray üniversitesi'nde ceza hukuku profesörü olan ümit kocasakal ise takibi şikayete bağlı olmayan bir suç olsa bile, suçtan zarar görenlerin şikayetçi olmasının da olmamasının da birtakım hukuki sonuçları olduğunu belirtiyor. bu durumda suçtan zarar gören kişi şikayetçi olması halinde kamu davasında bir "süje" haline gelerek davaya müdahil oluyor. bu da müştekiye yargılamada, talepte bulunma, karşı görüş ileri sürme ve en önemlisi dosyayı istinaf ve temyiz gibi kanun yollarına götürebilme imkanı sunuyor.
bu davada da şikayete bağlı olmayan bir suç olduğundan şikayetini geri alma da esasen yok. burada oğuz murat aci'nin eşi, davaya müdahilliğini geri alıyor.
bunun elbette yargılamada bir takım sonuçları da olacak.
1 - zararın karşılandığı beyanını da içerdiği için olası bir mahkumiyette hakim alt sınırdan uzaklaşmayabilir yani en düşük cezayı verebilir.
2 - hakim bunu tck madde 62'deki takdiri indirim yani iyi hal indirimi nedenlerinden biri sayarak cezada indirime gidebilir.
3 - olası bir beraat kararı alınması halinde artık müdahil olmayan eş istinafa gidemez.
taksirle ölüme neden olma şikayete bağlı bir suç olmasa da taksirle yaralamaya neden olma şikayete bağlı bir suç. ancak tck madde 89'a göre kemik kırığı, organ hasarı, yüzde sabit iz gibi suçun nitelikli hallerinden biri varsa ve bilinçli taksir söz konusuysa şikayet aranmaz. dolayısı ile nitelikli hallerden biri yoksa şikayetçi olmaktan vazgeçilmesi bu suç bakımından yargılama yapılamayacağı anlamına geliyor. bu da yaralanan dört kişinin de şikayetlerini geri çekmesini biraz aydınlatıyor.
ülkeye gelirlerse bundan sonraki süreci bu bilgiler ışığında takip etmenin faydası var.
timur cihantimur ve annesinin abd'de taksiye binerken bir fotoğrafı var. 17 yaşında bile olsa çocuk o kadar pişkin ki kocaman gülerek biniyor taksiye. bir aileyi babasız mı bıraktım, bir insanın yaşamını mı bitirdim umurunda bile değil izlenimi veriyor.
2026 sonu ya da 2027 başında HBO'da yayınlanacak Harry Potter dizisinde Severus Snape'i canlandıracak aktör. Harry Potter'ı seyrettiyseniz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Beyaz ve soluk tenli ve uzun burunlu karakter tanımına cuk diye oturmuyor pek sanki.
Disney'de yayınlanan 10 bölümlük dizi. Belirli bir yaşa gelmiş (50 civarı) üç eşcinsel yakın arkadaş, yaşanan trajik bir kaybın ardından kendilerini, en varlıklı arkadaşlarının annesiyle birlikte yaşadığı Palm Springs'teki evinde bulurlar. Altın Kızlar'ın gay versiyonu olarak tanımlanacak dizide ilişkiler, dostluklar, yüzleşmeler konu ediliyor. Kahkaha efekti kimi seyredenleri oldukça rahatsız etmiş ve bu yüzden bitiremeyenler de olmuş.
dünya, yaydıkları yalan haberler yüzünden zor durumdayken poker oynamak üzere karlı bir dağın başında buluşan dört teknoloji devinin aralarındaki rekabete, umursamazlıklarına, utanmazlıklarına ve "tanrı komplekslerine" şahit olacağımız jesse armstrong filmi. jesse armstrongsuccession un senaristi ve bu yapımdan sonra ne yapacağı merakla bekleniyordu. ilk işi bu oldu. mountainhead 1 haziran'da max'de yayında olacak.
Fırtınalar koparan Succession dizisinin senaristi. succession sonra yapacağı ilk iş merakla bekleniyordu. ilk işinde sadece senarist değil aynı zamanda yönetmen olarak karşımıza çıkacak. üstelik bu yapım bir film. filmin adı mountainhead.
evet fazla gibi görünüyor ama işçilerin isyan etmesinin sebebi aynı işi yapıp bu parayı alan çalışanlar olması. Doğal olarak onlar da eşit işe eşit ücret diyorlar. Üstelik bu kadar karşı çıkılmasına rağmen belediyeye halen yeni çalışanlar alınıyor.
Bunu AKP'li belediyede de zor yaparlar. Çünkü AKP'li belediyelerde sendikalı çalışan zor bulunur.
işin aslı ise şu. O kadar eleştirilmesine rağmen 2 dönem önceki belediye başkanı Aziz Kocaoğlu mali yönden o kadar güçlü ve sorunsuz bir belediye bıraktı ki arkasından gelen ve benim bu güne kadar gördüğüm en kötü belediye başkanlarından biri olan Tunç Soyer sorumsuzca borçlanmakta bir sakınca görmedi. iktidar hayalleri ile deli gibi personel alındı. Haliyle iktidar olunamadı ve arkasından gelen AKP'nin sigorta borçlarını birden talep etme stratejisi işi daha da zora soktu. Ama şu bir gerçek ki CHP, izmir nasıl olsa cepte diye abuk sabuk isimleri izmir'e Belediye Başkanı yapıyor. Tunç Soyer yetmedi şimdi de Cemil Tugay çıktı. Karşıyaka Belediye Başkanı iken çalışanını bezdirmiş biri şimdi tüm belediye çalışanlarını karşısına aldı. Elbette AKP'nin 20 yıldır tahsil etmediği SSK borçlarını birden kaybettiği belediyelerden istemesi adaletsizliğin, adam kayırmacılığın dik alası. Ama öte yandan AKP izmir'i hiç alamadı ki. Yani bundan dert yanacak belediyeler varsa bu istanbul olur, Ankara olur, Bursa olur. O yüzden bunun ortaya atılması da anlamsız. AKP de azıcık akıl olsa istanbul'a değil izmir'e kayyım atardı. Tabi ondan sonra da izmir'i inanılmaz bir adaletle ve refah ile yönetmesi gerekirdi. Bu da pek olacak iş değil tabi ama uzun yıllar izmir'de tutunabilirdi. Bu da CHP'nin Deniz Baykal'dan beri gelen izmir şımarıklığına bir son verirdi belki.
Uzun lafın kısası çalışanların istediği ücretler fahiş gelebilir ama bu parayı alan insanlar çalışıyor. AKP'nin kendi adamlarını bir yerlere monte etme işini izmir'de de CHP yaptı. Hem de öyle bir abartarak yaptı ki 7.000 çalışanı olan şirkete bir o kadar daha insan alındı neredeyse. Mansur Yavaş gibi, Ekrem imamoğlu gibi ya da Yılmaz Büyükerşen gibi bir belediye başkanımız olmasını çok isterdim. CHP bu kafayla giderse izmir'deki oy oranında şoke edici sonuçlar da alabilir. Şansı AKP'nin karşısında duracak başka bir sağ partinin çıkmaması. Bu yüzden CHP de , AKP de izmir'in ideolojik olarak oy verdiğini sanıyorlar. Evet biz Atatürk ve cumhuriyet sevdalılarının yoğun olduğu bir kentiz, kimin neye inandığını neye de inanmadığını çok fazla umursamayız ama belediye olarak da bu kadar kötü yönetilmeyi hak etmiyoruz.
Amcası Alec Baldwin ve William Baldwin, babası ise Stephen Baldwin olan model. Ayrıca günün başarı hikayesi. 2022'de kurduğu kozmetik markası Rhode'yi 1 milyar dolara e.l.f. Beauty'e sattı. 800 milyon doları para ve hisse, 200 milyon doları ise şirketin gelecek 3 yılda göstereceği performansa bağlı olarak verilecek. Hailey, sadece 10 çeşit ürün piyasaya süren ve doğrudan satışla büyüyen şirketindeki tasarım ve inovasyon konularında baş sorumlu olmaya devam edecek.
• 1873'te ABD'de Levi Strauss ve Jacob Davis, bakır perçinlerin kullanıldığı ilk blue jean'in patentini aldı.
• 1896'da Paris Operası'nın 6 ton ağırlığındaki avizesi, seyircilerin üzerine düştü ve bir kişi yaşamını yitirdi. Yazar Gaston Leroux, 1909 yılında Operadaki Hayalet'i bu olaydan esinlenerek yazdı.
• 1928'de Türkiye'de uluslararası rakamlar kabul edildi.
• 1933'te Türk Hava Yolları kuruldu. ilk adı Havayolları Devlet işletme idaresi'ydi.
403 yıl önce bugün, 20 Mayıs 1622 tarihinde yeniçeriler ve isyancılar tarafından tahttan indirilip öldürülen yenilik taraftarı Osmanlı Padişahı. Genç Osman ya da 2. Osman öldürülen ilk padişah olarak kayıtlara geçerken yerine 1. Mustafa getirilmiştir. Yenilikçilere karşı dar kafalıların neler yapabileceğini en iyi gösteren örneklerden birisidir. 2. Osman'ın siyasi tecrübesinin kısıtlı olması kendi sonunu da getirmiştir. Yeniçeri ocağından şikayetçi olması ve bu yapıyı ortadan kaldırmak istediğini sözüm ona yakın çevresine anlatması yeniçerilerinin kulağına gidince çıkan isyan da feci şekilde katledilmiştir. Kaynaklar Genç Osman'ın Güçlü, atletik ve iri yapılı olduğundan bahseder. Bu yüzden Muhteşem Yüzyıl'da kendisini canlandıran Taner Ölmez ile kafanızda eşleştirmeyin. Gericiliğin, bilim karşıtlığının daha o zamanlar bile ne kadar büyük bir bela olduğunu görürüz. Yaşasa ve hedeflerine ulaşabilmiş olsa bugün çok farklı yerlerde olabilirdik. 2. Osman'ın hedeflerinden biri de Atlas Okyanusu'na açılarak donanmayı güçlendirmekti. Belki Yeni Dünya'da pay sahibi olan ülkelerden biri de biz olacak ve tarih çok farklı yazılacaktı.
40 milyon takipçisi olan Pubity'nin sosyal medyada düzenlediği anket. Eşleşmeleri birer birer aşan patates ve sarımsak finale kaldı. Patates açık farkla önde olsa da oylamaya Instagram'dan da katılabiliyorsunuz.
Ülkemizdeki ilk melodili yol Ankara sınırları içerisindeki Nallıhan - Beypazarı yolunda hayata geçirildi. Bu sistem, yoldaki işaretleme ve oyuklar sayesinde, araçların geçişi sırasında titreşim ve ses üretme prensibine dayanıyor. Bu yoldan geçen araçlar Mozart'ın Türk Marşı bestesini duyacak. Tabii bunun için belli bir hızda gitmek gerekiyor. Bizim yetkililerin de sağ şeride yerleştirdikleri bu melodiyi duymak için 100 km hızla gitme koyulduğu iddia ediliyor. Zira melodili yolların yurtdışı örneklerinde sürücülerin aşırı sürat yapmaması hedeflenir. Ne diyelim.
Latin Amerika sosyalizminin simge temsilcisi, Uruguay’ın eski devlet başkanı ‘Saraysız başkan’ lakaplı Jose Alberto Mujica Cordano ya da nam-ı diğer Pepe 89 yaşında hayatını kaybetti.
Mujica, 2010-2015 yılları arasında Uruguay Devlet Başkanlığı görevini yürüttü. Ancak onun adı, yalnızca bu görevle değil, yaşam tarzıyla da hafızalara kazındı. Başkanlık maaşının yüzde 90’ını yoksullara bağışladı, lüks araçlar yerine mavi renkli eski model bir Volkswagen Beetle kullandı, devlet başkanlığı sarayı yerine, Montevideo kırsalında küçük bir çiftlikte yaşamayı tercih etti.
Nisan 2024’te yemek borusu kanseri teşhisi konulan Mujica’nın, hastalığın karaciğerine yayılmasının ardından tedaviyi bıraktığı daha önce basına yansımıştı.
TIME dergisi tarafından “Dünyanın en yoksul başkanı” olarak tanımlanan Mujica, kapitalist tüketim alışkanlıklarına getirdiği eleştirilerle de dikkat çekti. Meşhur konuşmalarından birinde şöyle demişti:
“Tek kişilik bir hücrede 10 senemi geçirdim. yeteri kadar vaktim oldu. bir kitabın kapağını açmadan 7 sene geçirdim. bu bana düşünmek için zaman verdi...
Keşfettiğim şey şudur ki: ya hiç kimseye yük olmadan az ile yetinip mutlu olursun, çünkü mutluluk içindedir; ya da hiçbir yere varamazsın...
yoksulluğu savunmuyorum. sadeliği savunuyorum...
Ancak sürekli büyümek isteyen tüketici bir toplum inşa ettik. Büyüme olmazsa bu üzücüdür(!) gereksiz ihtiyaçlarla bir israf dağı icat ettik. sürekli almalısın ve atmalısın...
Boşa harcadığımız hayatlarımız aslında. Bir şey satın aldığımda, ya da siz bir şey satın aldığınızda karşılığında para vermiyorsunuz. Verdiğimiz aslında vaktimizdir! o parayı kazanmak için harcadığımız vakit. Arasındaki fark yaşamı satın alamazsınız. yaşam akıp gider...
Hayatı boşa geçirmek, özgürlüğünü kaybetmek korkunç bir şeydir... "
Uruguay Devlet Başkanı Yamandu Orsi, sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı açıklamada Mujica’nın başkent Montevideo’daki evinde yaşamını yitirdiğini duyurdu. Orsi, "Yoldaşımız Pepe Mujica'nın vefatını derin bir üzüntüyle duyuruyoruz. Başkan, militan, lider ve önder... Seni çok özleyeceğiz sevgili ihtiyar adam. Bize verdiğin her şey ve halkına duyduğun derin sevgi için teşekkür ederiz" ifadelerini kullandı.
Netflix yapımı el pepe belgeselini izleyerek kendisiyle vedalaşabilirsiniz. Üstelik yönetmen Emir Kusturica.
Kelime anlamı olarak "yılaşırı" anlamına gelen ve iki yılda bir düzenlenen etkinliklere verilen addır. Çoğunlukla kültürel veya sanatsal faaliyetler için kullanılan bir terimdir. En eski Bienal 1895 yılından beri düzenlenen Venedik Bienali'dir. Türkiye'de de 1987 yılından beri düzenlenen ve her iki senede bir tekrarlanan Uluslararası istanbul Bienali bulunmaktadır.
Bakın yeminle arkadaşım satıyor bunun özütünü. Adam Fransa'dan getiriyor ve Çinlilerin taklit edemediği tek şey olduğunu söylüyor. Aynı zamanda içinde karadutun zerresi olmadığını da söylüyor. Bu yol kenarlarında satanlar hatta bazı market raflarındaki yarı isim yapmış markalar bile bunun müşterisi. Ya etrafta tek dut ağacı olmadan bunu yapıyorlarsa siz de azıcık kafanızı kullanın. Marka alıyorsanız içindekileri bir okuyun canım. Doğala özdeş diye başlayan bir tanımın ardından ne geliyorsa o ürünün içinde o yoktur anlamına gelir. Bu sadece karadut suyu ile de bitmiyor ayrıca. Limon ve Vişne'de bu işin içinde ama benim en çok garibime giden Taze ekmek kokusu, deri, koyun peyniri, tereyağı aroması gibi ürünlerdi.
Öte yandan bunlar öyle anlatıldığı gibi acaip zararlı şeyler de değil. içinde dut yok. Beynin dut tadı algılamasını sağlayan aromalar var. Hatta gıda fuarına katılıyor. Kadının biri gelip ağzımdaki yaralar geçti deyip üç şişe almıştı. Gözgöze gelince arkadaş bana "sitrik asitten olsa gerek" demişti.