bugün
- şarap içip entry girmek8
- sözlük abazanları kız bulduğu zaman olacaklar11
- hangi süper güce sahip olmak isterdiniz16
- icardi190511
- utanmadan fenerbahçe kollanıyor diyebilmek8
- galatasaray30
- ali koç12
- kocaeli de ders basan veli9
- hadise'nin külotla marş söylemesi27
- allah neye benzer14
- ilkokuldaki sevgilinizle yaptığınız çılgınlıklar11
- okan buruk'un rakiplerine küfür etmesi22
- fenerbahçe30
- albay kemal11
- fenerbahçe taraftarı13
- fenerbahçe 38 de 38 yapsa olacaklar10
- anın görüntüsü10
- bütün pitbullar uyutulmalı17
- son 22 yılın özeti12
- akp döneminde kürtlerin asimile olması9
- sinovac mı biontech mı12
- sözlük yazarlarına acı ama gerçek bir şey söyle9
- akp'nin galatasaray'ı destekleme nedeni8
- kulaklığını paylaşan erkek cuckold mudur8
- keyiflenmek için ne yapıyorsun9
- fettullah gülen'in ölmesi16
- kılıçdaroğlu'nun yeniden aday olacağım demesi19
- bu gece intihar edeceğim47
- ateist ve deistler bunu açıklasın12
- karısının onlyfans açmasına izin veren erkek11
- düğün yapmak akıl dışıdır11
- allah intikam sahibidir15
- fenerbahçe amblemindeki ot11
- kur an çevirisi yapmanın haram olması34
- mauro icardi23
- ülkemde başı açık tavuk is te mi yo rum8
- fransız kızın üzerine işeyen göçmen15
- dilan dere ile evlenmek11
- müslümanların anadili arapçadır13
- sevgiliyle uyumak13
- kadın vücudunun olağanüstü bir tasarım olması8
- emre belözoğlu15
- sözlüğün en iyi yazarı olmak11
- mert hakan yandaş16
- abberrline9
- 2023 2024 sezonu süper lig şampiyonu galatasaray17
- israil'in refahta sivil çadırlarını vurmasi27
- fenerbahçe'nin gs'nin balonunu patlatmış olması20
- astrolog meral güven20
- galatasaray ın verilmeyen penaltısı9
sevdiği entry'ler
her şey üstüme üstüme geliyor diyorsan, ters yola girmişsin demektir.
Kelime: diz
- pantolonu nereye giyeriz?
+ bacağa?
- hah. bacaklarımızın ortasında ne vardır?
+ oha!
Kelime: duvak
- kadinla erkek birlesmeden önce, erkegin kaldirdigi sey
+ oha!
kelime: seruven
- abi macellan nasi biriydi?
+ ne biliyim iyi biriydi heralde
- abi onu demiyorum neye düskündü?
+ kariya kiza bi de ickiye olabilir
- pantolonu nereye giyeriz?
+ bacağa?
- hah. bacaklarımızın ortasında ne vardır?
+ oha!
Kelime: duvak
- kadinla erkek birlesmeden önce, erkegin kaldirdigi sey
+ oha!
kelime: seruven
- abi macellan nasi biriydi?
+ ne biliyim iyi biriydi heralde
- abi onu demiyorum neye düskündü?
+ kariya kiza bi de ickiye olabilir
rahimden kafanı dışarı uzattığın andan itibaren yalnızsın artık.. anne babanın yanında ama onların egosu içinde yalnız bir çocuk olarak büyümek durumundasındır.. okul öncesi sokak, apartman, mahalle arkadaşların vardır ama oyundan eve döndüğünde yine yalnızsındır.. eline tuttururlar bir oyuncak bir köşede yalnız başına oynarsın.. anne baba çalışmak zorundadır.. babaneyle ananeyle yaşarsın hayatının belli dönemini.. bu sefer de senden 50 yaş büyük insanlar arasında yalnızsındır çünkü onlar da anne babadır ve onlar da eline bir oyuncak tutuşturur bir kenarda oynamanı ister.. yalnızlığa doğru itilmeye başlarsın ufaktan.. sonra okul hayatı başlar.. ilkokul 1-2-3...... uzayıp giden okul hayatı.. geriye dönüp baktığında en önemli yılların olduğunu farkettiğin ilkokul yılların da yalnız geçer.. sırtında okul çantası, elinde beslenme çantasıyla arşınlarsın gökmeydan sokaklarını.. o sırtındaki 10 kiloluk çantanın altında yalnız başına ezilirsin.. önüne koyduklarında sınav kağıdını yalnız başına yapman istenir.. kopya çekmek yasak! bu sefer okul seni itmeye başlar yalnızlığa.. okul yılları akıp giderken pekişir yalnızlığın.. liseye geldiğin ergenliğin, hormonların zirve yaptığı zamanlarda aşık olursun.. platonik başlar genelde lise aşkları.. kendi aşkının içinde yalnızsındır bu sefer.. kimseye anlatmaya paylaşmaya cesaret edemezsin çekinirsin.. karşılık bulana kadar muhtelif aşklar içerisinde yalnızlığına çözüm ararsın.. derken anılarının en önemli yerine yerleşen lise aşkın başlar.. o seni seviyordur sen de onu ama o kadar alışmışsındır ki yalnızlığa farkında olmadan o büyük aşkın içinde bile yalnızsındır.. yıllar geçer yalnızlığın iyice kök salmıştır içine.. bütün ruhunu sarmıştır fakat artık daha güçlüsündür.. kimsenin yardımına, acımasına, desteğine ihtiyacın yoktur.. artık kendi kendine yetebiliyorsundur.. zaman sonra evlenirsin.. bu sefer anne babanın seni niye yalnızlığa ittiğini kavramaya başlarsın çünkü onlar da yalnız büyümüşlerdir.. yanında eşin yatarken bile kemirir içini o yalnızlık duygusu.. çocukların olur, torunların olur hepsi tek tek kendi hayatları için yalnız bırakırlar seni.. sonra bir gece yatağında, bir yerlerde stairway to heaven çalarken yine yalnız başına ölürsün..
beni güzel hatırla!
bunlar son satırlar...
farzet ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
ya da bir yağmur sel oldum sokağında
sonra toprak çekti suyu...
kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için.
uyandın ve ben bittim...
beni güzel hatırla!
çünkü; sevdim seni ben, herşeyini...
sana sırdaş oldum, dost oldum,
koynumda ağladın.
yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini,
beni üzdün, kınamadım.
alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım...
beni güzel hatırla!
sayfalarca mektup bıraktım sana.
şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
sakladım günahını, sevabını içimde
sessizce gittim...
senden öncekiler gibi sen de anlamadın.
beni güzel hatırla!
sana unutulmaz geceler bıraktım
sana en yorgun sabahlar...
gülüşümü, gözlerimi, sonra sesimi bıraktım.
en güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka,
söylenmemiş "merhaba"lar sakladım her köşeye
vedalar bıraktım duraklarda.
ne ararsan bir sevdanın içinde
fazlasıyla bıraktım ardımda.
beni güzel hatırla!
dizlerimde uyuduğunu düşün,
saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı,
mutlu olduğun anları getir gözünün önüne.
alnından öptüğüm dakikaları...
birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
şaşırtmayı severim biliyorsun.
bu da sana son sürprizim olsun.
şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
beni güzel hatırla.
gidiyorum...
bunlar son satırlar...
farzet ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
ya da bir yağmur sel oldum sokağında
sonra toprak çekti suyu...
kaybolup gittim, belki de bir rüya idim senin için.
uyandın ve ben bittim...
beni güzel hatırla!
çünkü; sevdim seni ben, herşeyini...
sana sırdaş oldum, dost oldum,
koynumda ağladın.
yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini,
beni üzdün, kınamadım.
alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım...
beni güzel hatırla!
sayfalarca mektup bıraktım sana.
şiirler yazdım her gece, çoğunu okutmadım.
sakladım günahını, sevabını içimde
sessizce gittim...
senden öncekiler gibi sen de anlamadın.
beni güzel hatırla!
sana unutulmaz geceler bıraktım
sana en yorgun sabahlar...
gülüşümü, gözlerimi, sonra sesimi bıraktım.
en güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka,
söylenmemiş "merhaba"lar sakladım her köşeye
vedalar bıraktım duraklarda.
ne ararsan bir sevdanın içinde
fazlasıyla bıraktım ardımda.
beni güzel hatırla!
dizlerimde uyuduğunu düşün,
saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı,
mutlu olduğun anları getir gözünün önüne.
alnından öptüğüm dakikaları...
birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
şaşırtmayı severim biliyorsun.
bu da sana son sürprizim olsun.
şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
beni güzel hatırla.
gidiyorum...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..
nazım hikmet ran. evet.
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..
nazım hikmet ran. evet.
ne bakıyorsun öyle ya?
dedim ya hüzünlü değilim benim mizacım böyle.
ayrıca Aşıkta değilim.
Sadece bu sözlerin yaşattığı duyguları seviyorum.
Sadece bu sözleri söylediğim hayalimdeki kadını seviyorum
dedim ya hüzünlü değilim benim mizacım böyle.
ayrıca Aşıkta değilim.
Sadece bu sözlerin yaşattığı duyguları seviyorum.
Sadece bu sözleri söylediğim hayalimdeki kadını seviyorum
milli kütüphane çıkışı otobüs durağında beni evimin huzuruna kavuşturacak otobüsü bekliyorum. lakin durakta yalnız değilim, 7 kişiyiz; dakika başı öpüşen çift, birbirlerine her daim tatlım diye hitap eden çift, çocuksu çift ve ben.
7 kişiyiz ama gözü otobüsün yolunu gözleyen tek kişi benim, onlar daha ziyade otobüsün geç gelmesi taraftarı ben değilim, onlar durumdan hoşnut ben değilim, onlar dış dünyayı çekecek kadar zinde ben değilim. ilerideki ışıkta duran otobüse astigmat olan gözlerimi dikiyorum. her zamanki gibi bütün otobüsleri dibime gelene kadar kendi otobüsüm sanıyorum;
-şu benim otobüs herhalde
bize doğru yaklaşıyor otobüs, fiyasko benim ki değil. arkamdan bir ses duyuyorum tatlım benim otobüsüm geldi dönüp bakma ihtiyacı hissetmiyorum. birbirlerine her daim tatlım diyen çiftin kız üyesi olmalı, mont hışırtıları duyuyorum, herhalde sarılıyorlar. otobüs duruyor, kız biniyor, erkek ardından el sallıyor
bir kaç dakika sonra yine ileride duran otobüse bakıyor bu benim otobüs herhalde diye düşünüyorum. yaklaşıyor, otobüsün numarasını gözümü kısarak okumaya çalışıyorum, ''2...6...3'' bingo benim otobüs. tam otobüsün duracağı yerde pozisyonumu alırken kati bir sesle senin otobüsün geldi diyor yalnızlık, başımı sallamakla yetiniyor durağa yanaşan otobüse binip yalnızlığa el sallıyorum.
otobüse bindikten sonra paramı cebimden çıkarıp kafamı kaldırdığım anda arka kapısının hemen önündeki ikili koltuğun boş olduğu gözüme çarpıyor. muavine parayı uzatıyorum, alıyor. gözüme kestirdiğim koltuğa doğru yürüyorum fakat cam kenarı şaşırtıcı bir hızla dolmuş. kafamı kaldırıyorum ve camdan dışarı bakan yalnızlığı görüyorum, kafam karışıyor. sen nasıl bindin diyorum. uzun süredir bu soruyu bekliyormuş gibi bana bakarak orta kapıdan diyor. muavine para verdin mi?? diye soruyorum sen verdin yaa ikimizin yerine diyor. benim de sadece kendim için para vereceğim günler gelir mi??? diye soruyorum. yüzüne masumane bir ifade takınarak olur elbette diyor ''bir gün, beni yeterince çekince gideceğim'' içime umut doluyor ''yeterince çekince...'' diye cümleyi tekrar etme ihtiyacı hissediyorum. Aldığım cevabı kafi, muhabbeti yeterli bulup elimi kitabıma götürüyorum. görüşürüz otobüsten inince diyor yalnızlık. başımı sallamakla yetiniyorum, kitabımı açıyorum ve yalnızlık birkaç dakikalığına buharlaşıyor.
kitabın sayfalarını karıştırarak kaldığım paragrafı bulup okumaya başlıyorum ''yalnızlık'' yazıyor okuduğum cümlede ''onca saçın arasında beyaz bir saç teli gibi. çektikçe çoğalıyor, çoğaldıkça arsızlaşıyor...'
7 kişiyiz ama gözü otobüsün yolunu gözleyen tek kişi benim, onlar daha ziyade otobüsün geç gelmesi taraftarı ben değilim, onlar durumdan hoşnut ben değilim, onlar dış dünyayı çekecek kadar zinde ben değilim. ilerideki ışıkta duran otobüse astigmat olan gözlerimi dikiyorum. her zamanki gibi bütün otobüsleri dibime gelene kadar kendi otobüsüm sanıyorum;
-şu benim otobüs herhalde
bize doğru yaklaşıyor otobüs, fiyasko benim ki değil. arkamdan bir ses duyuyorum tatlım benim otobüsüm geldi dönüp bakma ihtiyacı hissetmiyorum. birbirlerine her daim tatlım diyen çiftin kız üyesi olmalı, mont hışırtıları duyuyorum, herhalde sarılıyorlar. otobüs duruyor, kız biniyor, erkek ardından el sallıyor
bir kaç dakika sonra yine ileride duran otobüse bakıyor bu benim otobüs herhalde diye düşünüyorum. yaklaşıyor, otobüsün numarasını gözümü kısarak okumaya çalışıyorum, ''2...6...3'' bingo benim otobüs. tam otobüsün duracağı yerde pozisyonumu alırken kati bir sesle senin otobüsün geldi diyor yalnızlık, başımı sallamakla yetiniyor durağa yanaşan otobüse binip yalnızlığa el sallıyorum.
otobüse bindikten sonra paramı cebimden çıkarıp kafamı kaldırdığım anda arka kapısının hemen önündeki ikili koltuğun boş olduğu gözüme çarpıyor. muavine parayı uzatıyorum, alıyor. gözüme kestirdiğim koltuğa doğru yürüyorum fakat cam kenarı şaşırtıcı bir hızla dolmuş. kafamı kaldırıyorum ve camdan dışarı bakan yalnızlığı görüyorum, kafam karışıyor. sen nasıl bindin diyorum. uzun süredir bu soruyu bekliyormuş gibi bana bakarak orta kapıdan diyor. muavine para verdin mi?? diye soruyorum sen verdin yaa ikimizin yerine diyor. benim de sadece kendim için para vereceğim günler gelir mi??? diye soruyorum. yüzüne masumane bir ifade takınarak olur elbette diyor ''bir gün, beni yeterince çekince gideceğim'' içime umut doluyor ''yeterince çekince...'' diye cümleyi tekrar etme ihtiyacı hissediyorum. Aldığım cevabı kafi, muhabbeti yeterli bulup elimi kitabıma götürüyorum. görüşürüz otobüsten inince diyor yalnızlık. başımı sallamakla yetiniyorum, kitabımı açıyorum ve yalnızlık birkaç dakikalığına buharlaşıyor.
kitabın sayfalarını karıştırarak kaldığım paragrafı bulup okumaya başlıyorum ''yalnızlık'' yazıyor okuduğum cümlede ''onca saçın arasında beyaz bir saç teli gibi. çektikçe çoğalıyor, çoğaldıkça arsızlaşıyor...'
Bitirdikten sonra insanı boşluğa düşüren dizidir. Zaman geçse biraz unutsam, yeniden izlemeye başlasam diye düşündürür. Hayatımın zor bir anında yanımda olan 6 arkadaşımı içinde barındırır.
ses, deneme bir ki üç, se aa...
son birkaç gündür istemeden gittiğim iş yerinde, nihayet işlerimi bitirmiş ve kendimi sağanakla ıslanan sokaklara atıvermiştim, yine çok şairane, yine çok buruk bir hüzün vardı içimde, eve gidip, serkeş yalnızlığımla delice sevişecek ve ucu yanık şarkılar eşliğinde, hayali sevgililere şiirler yazacaktım.
gördüğüm ve duyduğum her şeyi sineye çekmeyi, herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabullenip, bir tebessümle gülüp geçmeyi ve kendi dünyamda, kendi kendime yetmek ve yetinmekle mutlu olmayı, bir kere daha hatırlamış olmanın mutluluğu ve rahatlığı içinde -ki biraz önce bahsettiğim o hüzün de bu mutlulağa dahil- her zamanki caddeden geçip, her zamanki duraktan, her zamanki minibüslerden birine bindim.
şurdan bir ümraniye uzatıp, daha minibüse adımımı atarken gözüme kestirdiğim ve boş olmasına şaşırdığım, en arka sağ köşeye yöneldim.
fakat benim minibüse binmemle ayıkmış olacak ki, yan tarafta oturan öküz (oturan boğayla bir alakası olduğunu sanmıyorum) koca götünü, bir anda kaydırıp, o güzelim köşeyi kapıverdi.
bu sikik hareketi üzerine, tabii ki jelatini açılmamış, kenar mahalle küfürlerimden de nasibini aldı.
velahavle velaguvvete illa billahilaliyyülaziiiym deyip, hem tecvid kuralları hakkındaki hafızamı yoklamış, hem de biraz önce ettiğim küfürlerden sonra kendimi rahatlatmış oldum ve o pezevenge inat oturmadım onun koca götünden kurtulan o boşluğa. -zaten kesin osurmuştur ibne-
burnuna çok yakışan hızmasından ziyade, abartısızlığı doğallığından kaynaklı diye düşündüğüm kızıl saçlarıyla, cam kenarından arada bir kesik atan hatundan bahsetmek istemiyorum, zira, hakkında 'allah sahibine bağışlasın'dan başka bir düşüncem olmadı.
neyse bu minibüs mevzusu çok uzadı, müsait yerde susacak var kaptan...
koca götlü yavşağa son bir kez bakıp, yine taa içimden gelen okkalı bir küfürle veda ettikten sonra, minibüsten inip, arabayla 10, yürüyerek 700 m uzaklıkta bulunan evimin yolunu tuttum.
yarısı doğulu, diğer yarısı karadenizli uşaklardan oluşan ve hemen her gün, çocuk gibi kavga eden şöförleriyle ünlü ve bu sebepten 7/24, tüm mahalleye şenlik katan taksi durağımızın, o bilindik curcunası içinden geçip, her an sağa ya da sola yıkılmaya meyilli, yaşlı apartmanımızın bahçesine ulaştığımda, çocukluğumdan beri mütemadiyen denk geldiğim o klasik sahneyle bir kez daha karşılaştım.
apartman kapısına giden yolun tam ortasına, zevk aldığını belli etmek istercesine, titreyerek sıçan ve yüzündeki 'ne bakıyon yarraaam' ifadesinden de anlaşılacağı üzere, haddinden fazla rahat olan bir kediyle göz göze geldim.
daha önceki tecrübelerimde de yaşadığım gibi, yine olduğum yere saplanıp kaldım, arkadaş bir hayvan, bu kadar mı hayvan olur?
nasıl bir bakıyorsa gözlerimin içine, adım atamıyorum ulan, gözlerimi alamıyorum şerefsizden.
takriben 10 dakika kadar bakıştık, 'ulan demek ki kediler de kabız oluyormuş' diye içimden geçirirken, tuhaf sesler çıkararak tüylerini kabartması ve 'ne bakıyon yarram' bakışlarının yerini, 'işin gücün yok mu olum senin, hiç mi sıçan kedi görmedin, siktir git, gelirsem senin de ağzına sıçarım' bakışlarının alması sonucunda, bu düşüncemden vazgeçtim.
bir an, 'hay allahım işe bak' dedim kendi kendime...
açlığımı, yorgunluğumu ve hüzzam şiirler yazdıracak o yoğunluğumu bir kenara bırakmış, apartman kapısının önünde, titreyerek sıçan ve ağzına geleni söyleyen bir kediyle 10 dakikayı aşkın bir süredir bakışıyordum, allahım yoksa ben manyak mıydım?
tam bu düşünceyle bir iç hesaplaşmaya dalmıştım ki, acı bir feryat işittim;
-la amına goduuuuuuuuuuuuuuum
yürekleri dağlayan, çocukların sidiğini düğümleyen ve onulmaz hıçkırıkları kesen bu feryat, kapıcımız tekin abiden geliyordu, elinde çöpçüler kralı süpürgesi ve sıçan, sıçmayan ayırmaksızın, bütün kedilerin hayatını sikmeye and içmiş o yüz ifadesiyle, bir anda beliriverdi.
'tekin abi dur yapma' demeye kalmadan, kedinin 'mauuuv ananskymtekiiiyyynn' şeklindeki çığlığı, tüm sokağa yayılmıştı bile, öyle yükseğe, öyle uzağa fırlamıştı ki kedi, boku bile kaybolmuştu ortadan.
beni, varlığı tartışılmaz bir hüznün içinden alıp, türlü duygusal iniş çıkışlar yaşatan ve 'nooluyor amına goyyim' şuursuzluğunda, bir anda dünyama renk katan bu absürt olaylar zinciri, şu tuhaf diyalogla devam etti;
-tekin abi naaptın sen ya?
+* amına goduğuum seniii
-tekin abi, tamam şşş öldü hayvan ya, bırak
+ne ölmesi yauuv, 8 galdı ibneeeğğ
-ahahaha, allah seni bildiği gibi yapsın tekin abi
+amin cümlemizi
-bişi diyecem ama yanlış anlama
+hee
-yarra yedin artık
+niye la?
-o kedinin tüyü kadar camii yaptıracan, yoksa cayır cayır yanarsın vallaha
+la yörü get, en az bin tane tüyü vardır şerefsizing
-bin mi ahahaha
+günah değil, asıl, benim şu yaptığım bilakis sevaptır
-niye?
+e baksana her yere sıçmış, bokunu siktiğim
- * ahaha tekin abi o nasıl bir küfürdür ya
+la yörüüü, bide senle uğraşamam aaaşam aaaşam
(apartmanın önünde sohbet koyulaşmıştır, * işaretiyle sohbete dahil olan kişi ise, taksi durağının sahibi mehmet abidir)
*tekiiin
+heeee
*al bununla uğraş * muhahahaha
-ahahaha
+ya memed abi, ya ben lan neyse bir şey demiyorum
*olum nasıl vurdun lan ööle kediye, allahsız mısın sen?
+yauv her yere sıçmış pezevenk, zaten zabaa gadar benim pencerenin önünde sikişiyolar, hanım da memlekette olunca, gaç zamandır zoruma gidiyordu, hıncımı bu şerefsizden çıkardım
*muhahaha
-hahaha
işte komiklikler şakalar falan derken, akşam akşam böyle tuhaf bir anı sahibi oldum, apartman kapısının önünde.
şimdi, bu ibne lafı nereye bağlayacak diye düşünüyor olabilirsin, e haklısın, itiraf başlığında sevgili günlük muhabbeti yapıyoruz.
bu anlattıklarımla, inanılmaz derecede alakasız ve damdan düşer gibi gelecek ama
ahan da itirafım;
son zamanlarda bir şeyler oldu, depreşen ve sarsılan duygular gibi
şiirler yazdım, sözler söyledim, bir yerlere gittim, bir yerlere geldim
güldüm zaman zaman, zaman zaman kızdım ve her hikayenin sonunda olduğu gibi
bu sefer de yalnızdım...
kendimden başkasına kızmıyorum sözlük, biliyorum ki, başıma gelen her şeyde benim de parmağım var
her şeye rağmen mutlu etmeyi ve mutlu olmayı biliyor ve şu hayatta, bir tek bu yanımla övünüyorum
hem ne demişti şair? 'yaşadıklarımdan pişman değilim, öfkem yaşayamadıklarıma...'
küçük şeylere gülüyor, küçücük şeylere ağlıyorum, küçüklüklerin üstüne büyüklükler yüklüyorum
her çocuk olmak isteyen bana koşuyor, hiç benim de çocuk olmak istediğimi düşünen olmuyor, ben onları bile seviyorum
cebimde beş kuruş yok, çirkin şakaklarım ve topal ayağımla gülümseyebiliyorum
ama bir şey var ki, sözlere, satırlara sığmıyor,
kırışık alnımın ortasında, iki kaşım arasına yazılmış kader gibi;
hiçbir sevdiğim, beni sevmiyor...
son birkaç gündür istemeden gittiğim iş yerinde, nihayet işlerimi bitirmiş ve kendimi sağanakla ıslanan sokaklara atıvermiştim, yine çok şairane, yine çok buruk bir hüzün vardı içimde, eve gidip, serkeş yalnızlığımla delice sevişecek ve ucu yanık şarkılar eşliğinde, hayali sevgililere şiirler yazacaktım.
gördüğüm ve duyduğum her şeyi sineye çekmeyi, herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabullenip, bir tebessümle gülüp geçmeyi ve kendi dünyamda, kendi kendime yetmek ve yetinmekle mutlu olmayı, bir kere daha hatırlamış olmanın mutluluğu ve rahatlığı içinde -ki biraz önce bahsettiğim o hüzün de bu mutlulağa dahil- her zamanki caddeden geçip, her zamanki duraktan, her zamanki minibüslerden birine bindim.
şurdan bir ümraniye uzatıp, daha minibüse adımımı atarken gözüme kestirdiğim ve boş olmasına şaşırdığım, en arka sağ köşeye yöneldim.
fakat benim minibüse binmemle ayıkmış olacak ki, yan tarafta oturan öküz (oturan boğayla bir alakası olduğunu sanmıyorum) koca götünü, bir anda kaydırıp, o güzelim köşeyi kapıverdi.
bu sikik hareketi üzerine, tabii ki jelatini açılmamış, kenar mahalle küfürlerimden de nasibini aldı.
velahavle velaguvvete illa billahilaliyyülaziiiym deyip, hem tecvid kuralları hakkındaki hafızamı yoklamış, hem de biraz önce ettiğim küfürlerden sonra kendimi rahatlatmış oldum ve o pezevenge inat oturmadım onun koca götünden kurtulan o boşluğa. -zaten kesin osurmuştur ibne-
burnuna çok yakışan hızmasından ziyade, abartısızlığı doğallığından kaynaklı diye düşündüğüm kızıl saçlarıyla, cam kenarından arada bir kesik atan hatundan bahsetmek istemiyorum, zira, hakkında 'allah sahibine bağışlasın'dan başka bir düşüncem olmadı.
neyse bu minibüs mevzusu çok uzadı, müsait yerde susacak var kaptan...
koca götlü yavşağa son bir kez bakıp, yine taa içimden gelen okkalı bir küfürle veda ettikten sonra, minibüsten inip, arabayla 10, yürüyerek 700 m uzaklıkta bulunan evimin yolunu tuttum.
yarısı doğulu, diğer yarısı karadenizli uşaklardan oluşan ve hemen her gün, çocuk gibi kavga eden şöförleriyle ünlü ve bu sebepten 7/24, tüm mahalleye şenlik katan taksi durağımızın, o bilindik curcunası içinden geçip, her an sağa ya da sola yıkılmaya meyilli, yaşlı apartmanımızın bahçesine ulaştığımda, çocukluğumdan beri mütemadiyen denk geldiğim o klasik sahneyle bir kez daha karşılaştım.
apartman kapısına giden yolun tam ortasına, zevk aldığını belli etmek istercesine, titreyerek sıçan ve yüzündeki 'ne bakıyon yarraaam' ifadesinden de anlaşılacağı üzere, haddinden fazla rahat olan bir kediyle göz göze geldim.
daha önceki tecrübelerimde de yaşadığım gibi, yine olduğum yere saplanıp kaldım, arkadaş bir hayvan, bu kadar mı hayvan olur?
nasıl bir bakıyorsa gözlerimin içine, adım atamıyorum ulan, gözlerimi alamıyorum şerefsizden.
takriben 10 dakika kadar bakıştık, 'ulan demek ki kediler de kabız oluyormuş' diye içimden geçirirken, tuhaf sesler çıkararak tüylerini kabartması ve 'ne bakıyon yarram' bakışlarının yerini, 'işin gücün yok mu olum senin, hiç mi sıçan kedi görmedin, siktir git, gelirsem senin de ağzına sıçarım' bakışlarının alması sonucunda, bu düşüncemden vazgeçtim.
bir an, 'hay allahım işe bak' dedim kendi kendime...
açlığımı, yorgunluğumu ve hüzzam şiirler yazdıracak o yoğunluğumu bir kenara bırakmış, apartman kapısının önünde, titreyerek sıçan ve ağzına geleni söyleyen bir kediyle 10 dakikayı aşkın bir süredir bakışıyordum, allahım yoksa ben manyak mıydım?
tam bu düşünceyle bir iç hesaplaşmaya dalmıştım ki, acı bir feryat işittim;
-la amına goduuuuuuuuuuuuuuum
yürekleri dağlayan, çocukların sidiğini düğümleyen ve onulmaz hıçkırıkları kesen bu feryat, kapıcımız tekin abiden geliyordu, elinde çöpçüler kralı süpürgesi ve sıçan, sıçmayan ayırmaksızın, bütün kedilerin hayatını sikmeye and içmiş o yüz ifadesiyle, bir anda beliriverdi.
'tekin abi dur yapma' demeye kalmadan, kedinin 'mauuuv ananskymtekiiiyyynn' şeklindeki çığlığı, tüm sokağa yayılmıştı bile, öyle yükseğe, öyle uzağa fırlamıştı ki kedi, boku bile kaybolmuştu ortadan.
beni, varlığı tartışılmaz bir hüznün içinden alıp, türlü duygusal iniş çıkışlar yaşatan ve 'nooluyor amına goyyim' şuursuzluğunda, bir anda dünyama renk katan bu absürt olaylar zinciri, şu tuhaf diyalogla devam etti;
-tekin abi naaptın sen ya?
+* amına goduğuum seniii
-tekin abi, tamam şşş öldü hayvan ya, bırak
+ne ölmesi yauuv, 8 galdı ibneeeğğ
-ahahaha, allah seni bildiği gibi yapsın tekin abi
+amin cümlemizi
-bişi diyecem ama yanlış anlama
+hee
-yarra yedin artık
+niye la?
-o kedinin tüyü kadar camii yaptıracan, yoksa cayır cayır yanarsın vallaha
+la yörü get, en az bin tane tüyü vardır şerefsizing
-bin mi ahahaha
+günah değil, asıl, benim şu yaptığım bilakis sevaptır
-niye?
+e baksana her yere sıçmış, bokunu siktiğim
- * ahaha tekin abi o nasıl bir küfürdür ya
+la yörüüü, bide senle uğraşamam aaaşam aaaşam
(apartmanın önünde sohbet koyulaşmıştır, * işaretiyle sohbete dahil olan kişi ise, taksi durağının sahibi mehmet abidir)
*tekiiin
+heeee
*al bununla uğraş * muhahahaha
-ahahaha
+ya memed abi, ya ben lan neyse bir şey demiyorum
*olum nasıl vurdun lan ööle kediye, allahsız mısın sen?
+yauv her yere sıçmış pezevenk, zaten zabaa gadar benim pencerenin önünde sikişiyolar, hanım da memlekette olunca, gaç zamandır zoruma gidiyordu, hıncımı bu şerefsizden çıkardım
*muhahaha
-hahaha
işte komiklikler şakalar falan derken, akşam akşam böyle tuhaf bir anı sahibi oldum, apartman kapısının önünde.
şimdi, bu ibne lafı nereye bağlayacak diye düşünüyor olabilirsin, e haklısın, itiraf başlığında sevgili günlük muhabbeti yapıyoruz.
bu anlattıklarımla, inanılmaz derecede alakasız ve damdan düşer gibi gelecek ama
ahan da itirafım;
son zamanlarda bir şeyler oldu, depreşen ve sarsılan duygular gibi
şiirler yazdım, sözler söyledim, bir yerlere gittim, bir yerlere geldim
güldüm zaman zaman, zaman zaman kızdım ve her hikayenin sonunda olduğu gibi
bu sefer de yalnızdım...
kendimden başkasına kızmıyorum sözlük, biliyorum ki, başıma gelen her şeyde benim de parmağım var
her şeye rağmen mutlu etmeyi ve mutlu olmayı biliyor ve şu hayatta, bir tek bu yanımla övünüyorum
hem ne demişti şair? 'yaşadıklarımdan pişman değilim, öfkem yaşayamadıklarıma...'
küçük şeylere gülüyor, küçücük şeylere ağlıyorum, küçüklüklerin üstüne büyüklükler yüklüyorum
her çocuk olmak isteyen bana koşuyor, hiç benim de çocuk olmak istediğimi düşünen olmuyor, ben onları bile seviyorum
cebimde beş kuruş yok, çirkin şakaklarım ve topal ayağımla gülümseyebiliyorum
ama bir şey var ki, sözlere, satırlara sığmıyor,
kırışık alnımın ortasında, iki kaşım arasına yazılmış kader gibi;
hiçbir sevdiğim, beni sevmiyor...
az önce yedi kova su içtim, kova hesabını yapmak için, su şişesini kovanın içine koyup baktım, sekiz kova ihtimali olmakla beraber, ağzım hala yemen çölü gibi, oysa ben yemen çölünü hiç görmedim.
burası muş, yolu yokuş mudur, yoksa burası yemen, gülü çemen midir emin değilim fakat biliyorum ki urfan'nın etrafı dumanlı dağlar.
yatağım, üzerinde hoyratça sevişildiği için dağılmış gibi görünse de, aslında uykusuzluktan kıvranan bir bedenin eseridir, yorgan ise, yasak aşkını gözleyen kaçak bir sevgili gibi uzak ve ağlamaklı.
geçen gün dolmuşta, ağlayan bir kıza, dayanamayıp not yazdım, ona asıldığımı sanmasın diye de, kim olduğuma, ne olduğuma dair ayrıca bir şey belirtmedim, şöföre; 'inecek var' deyip, not yazdığım kağıdı defterden yırtarak, ağlayan kıza uzattım, şaşkınlıktan 'sanırım bunu siz düşürmüşsünüz' gibi ahmakça bir laf edip, kendimi dolmuştan attım *.
ben bir müddet yürüdüm, dolmuş bir müddet ışıkta bekledi, sonra yanımdan geçip gitti, yaklaşık 100 m ilerde, kız dolmuştan indi, elinde, ona verdiğim not vardı ve ağlamıyordu, bir filmin iki kahramanı gibiydik, sonrasını seyirciye bırakıp, iş yerimin olduğu sokağa girdim.
o günün akşamında, nota numaramı da yazsa mıydım acaba? diye düşündüm fakat pişman olmadım, böylesi daha güzeldi.
ne istediğimi, ne sevdiğimi, ne düşlediğimi bilmediğim, sadece boş bir yüz ifadesi ve kuyruğu birbirine değmeyen milyonlarca tilki dolu beynimle, öylece durduğum anların çoğaldığını fark ettim, müzik bile yok, sadece bilgisayarın uğultusu, klavyede dolaşan parmaklarımın ve kulaklarımı tırmalayan 'tik tak' larıyla duvar saatinin sesi... hepsi bu.
ara sıra, kalkıp yürümeye çalışan buz dolabımız bu sessizliği bozmasa, yahut milattan önceye ait bu evin ihtiyar parkeleri, zaman zaman sebebi meçhul, gıcırdamasa öldüm sanacağım.
şu an bu satırı yazarken, entrynin başını unuttum, yazmayı bırakıp, yeniden okudum... aynı ben.
burası muş, yolu yokuş mudur, yoksa burası yemen, gülü çemen midir emin değilim fakat biliyorum ki urfan'nın etrafı dumanlı dağlar.
yatağım, üzerinde hoyratça sevişildiği için dağılmış gibi görünse de, aslında uykusuzluktan kıvranan bir bedenin eseridir, yorgan ise, yasak aşkını gözleyen kaçak bir sevgili gibi uzak ve ağlamaklı.
geçen gün dolmuşta, ağlayan bir kıza, dayanamayıp not yazdım, ona asıldığımı sanmasın diye de, kim olduğuma, ne olduğuma dair ayrıca bir şey belirtmedim, şöföre; 'inecek var' deyip, not yazdığım kağıdı defterden yırtarak, ağlayan kıza uzattım, şaşkınlıktan 'sanırım bunu siz düşürmüşsünüz' gibi ahmakça bir laf edip, kendimi dolmuştan attım *.
ben bir müddet yürüdüm, dolmuş bir müddet ışıkta bekledi, sonra yanımdan geçip gitti, yaklaşık 100 m ilerde, kız dolmuştan indi, elinde, ona verdiğim not vardı ve ağlamıyordu, bir filmin iki kahramanı gibiydik, sonrasını seyirciye bırakıp, iş yerimin olduğu sokağa girdim.
o günün akşamında, nota numaramı da yazsa mıydım acaba? diye düşündüm fakat pişman olmadım, böylesi daha güzeldi.
ne istediğimi, ne sevdiğimi, ne düşlediğimi bilmediğim, sadece boş bir yüz ifadesi ve kuyruğu birbirine değmeyen milyonlarca tilki dolu beynimle, öylece durduğum anların çoğaldığını fark ettim, müzik bile yok, sadece bilgisayarın uğultusu, klavyede dolaşan parmaklarımın ve kulaklarımı tırmalayan 'tik tak' larıyla duvar saatinin sesi... hepsi bu.
ara sıra, kalkıp yürümeye çalışan buz dolabımız bu sessizliği bozmasa, yahut milattan önceye ait bu evin ihtiyar parkeleri, zaman zaman sebebi meçhul, gıcırdamasa öldüm sanacağım.
şu an bu satırı yazarken, entrynin başını unuttum, yazmayı bırakıp, yeniden okudum... aynı ben.
"Yağmuru sevdiğini
söylüyorsun
Ama yağınca şemsiyeni açıyorsun
Güneşi sevdiğini söylüyorsun Ama açınca gölgeye
kaçıyorsun
Rüzgârı sevdiğini söylüyorsun
Ama esince pencereni kapatıyorsun
işte bundan korkuyorum Çünkü beni de sevdiğini
söylüyorsun..."
dizelerinin sahibidir
söylüyorsun
Ama yağınca şemsiyeni açıyorsun
Güneşi sevdiğini söylüyorsun Ama açınca gölgeye
kaçıyorsun
Rüzgârı sevdiğini söylüyorsun
Ama esince pencereni kapatıyorsun
işte bundan korkuyorum Çünkü beni de sevdiğini
söylüyorsun..."
dizelerinin sahibidir
Yalnız kaldınız sanırsınız,
biliyorum.
yalnız bırakılmıssınız,
bılıyorum.
otesı yok.
otesı var;
yalnızlık
muzıgın bıle senı dınlemesıdır.
yalnızlık
ınsanın kendıne mektup yazması
ve donup donup okuması
yalnızlıgın da otesıdır.
biliyorum.
yalnız bırakılmıssınız,
bılıyorum.
otesı yok.
otesı var;
yalnızlık
muzıgın bıle senı dınlemesıdır.
yalnızlık
ınsanın kendıne mektup yazması
ve donup donup okuması
yalnızlıgın da otesıdır.
defalarca kendini okutan bir şiirin şairi *
seni gördüm, gördüğümü sanmayorum.
seni buldum, bulduğumu sanmayorum. seni aradım. seni düşündüm.
sen olacak mıydın. olur muydun.
seni oldursaydım sen ona uymazdın.
sen olsaydın, sen ona uymazdın.
sonunda her şey senin için oldu. sana oldu.
senden bana olan şey, senden başka her şeydi.
anladım iki sen vardın. sende iki sen vardın kendin için.
bende iki sen vardı. biri sendeki iki sen. biri bendeki sen.
ben bunu anlayabilirdim ancak. onun için düşündüm.
düşünmez olaydım. seni bulaydım.
ya da, seni bulduğumu sanaydım.
o zaman sen banaydın. ben sanaydım
ÖZDEMiR ASAF
seni gördüm, gördüğümü sanmayorum.
seni buldum, bulduğumu sanmayorum. seni aradım. seni düşündüm.
sen olacak mıydın. olur muydun.
seni oldursaydım sen ona uymazdın.
sen olsaydın, sen ona uymazdın.
sonunda her şey senin için oldu. sana oldu.
senden bana olan şey, senden başka her şeydi.
anladım iki sen vardın. sende iki sen vardın kendin için.
bende iki sen vardı. biri sendeki iki sen. biri bendeki sen.
ben bunu anlayabilirdim ancak. onun için düşündüm.
düşünmez olaydım. seni bulaydım.
ya da, seni bulduğumu sanaydım.
o zaman sen banaydın. ben sanaydım
ÖZDEMiR ASAF
Eskiden derdim ki;
insanın başına gelebilecek en kötü şey, bir gün 'yapayalnız kalmasıdır'
Öğrendim ki; Hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey:
'Yapayalnız hissetmesine neden olan insanlarla yaşamasıdır'
v.hugo.
insanın başına gelebilecek en kötü şey, bir gün 'yapayalnız kalmasıdır'
Öğrendim ki; Hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey:
'Yapayalnız hissetmesine neden olan insanlarla yaşamasıdır'
v.hugo.
asik oldum arkadas oldu,
askimi anlatim ona, o ask onun oldugunu bilmiyordu.
Oda bana kendi askini anlati, o hikayede ben yoktum.
askimi anlatim ona, o ask onun oldugunu bilmiyordu.
Oda bana kendi askini anlati, o hikayede ben yoktum.
- ben seni arkadas olarak goruyorum
- 2 seneden fazla oldu tanışalı.. seni kafeteryada her yalnız görüşümde arkadaşlarımı ekip yanına geldim, dersin 2. yarısına girmek yerine oturup saatlerce sohbet ettik. 6 defa ev arkadaşımın beni ektiğini ve elimde sinema biletinin kaldığını bahane ederek birlikte filme gittik, her defasında aynı koltuklara oturduk. gün oldu sabahın 4'ünde arayıp uyandırdın, ev arkadaşların ile yaşadığın kavgayı telefonda anlatmanı 1 saat dinledim. seninle biraz daha vakit geçirmek için hayranı olduğun ally mcbeal dizisinden nefret etmeme rağmen bütün bölümlerini internetten çekip arşivledim, daha sonra teker teker getirdim ve oturup seyrettik. sırf zayıf erkeklerden hoşlandığını söylediğin için ihtiyacım olmamasına rağmen diyet yapıp 7 kg verdim. kampüsten inerken aynı minübüse binip birlikte gitmek için haftanın iki günü dersin benimkisinden 3 saat sonra bitmesine rağmen seni bekledim.
şimdi sen bana tutmuş arkadaşlarımı bırakıp yanına gelmemin, ders arasından sonra 2. kısma germeyip seninle konuşmamın, defalarca sinemaya gidip aynı koltuklarda oturmamızın, gecenin ilerleyen vakitlerinde telefonda bıkmadan senin sorunlarını dinlememin, nefret ettiğim bir dizinin tüm bölümlerini seviyormuş taklidi yaparak izlememin, biraz daha iyi görünmek uğruna açlıktan ölmeme rağmen yemek yemememin ve fakülte önünde bıkıp usanmadan saatlerce seni beklememin nedeninin arkadaş olmamız olduğunu söylüyorsun öyle mi?
- 2 seneden fazla oldu tanışalı.. seni kafeteryada her yalnız görüşümde arkadaşlarımı ekip yanına geldim, dersin 2. yarısına girmek yerine oturup saatlerce sohbet ettik. 6 defa ev arkadaşımın beni ektiğini ve elimde sinema biletinin kaldığını bahane ederek birlikte filme gittik, her defasında aynı koltuklara oturduk. gün oldu sabahın 4'ünde arayıp uyandırdın, ev arkadaşların ile yaşadığın kavgayı telefonda anlatmanı 1 saat dinledim. seninle biraz daha vakit geçirmek için hayranı olduğun ally mcbeal dizisinden nefret etmeme rağmen bütün bölümlerini internetten çekip arşivledim, daha sonra teker teker getirdim ve oturup seyrettik. sırf zayıf erkeklerden hoşlandığını söylediğin için ihtiyacım olmamasına rağmen diyet yapıp 7 kg verdim. kampüsten inerken aynı minübüse binip birlikte gitmek için haftanın iki günü dersin benimkisinden 3 saat sonra bitmesine rağmen seni bekledim.
şimdi sen bana tutmuş arkadaşlarımı bırakıp yanına gelmemin, ders arasından sonra 2. kısma germeyip seninle konuşmamın, defalarca sinemaya gidip aynı koltuklarda oturmamızın, gecenin ilerleyen vakitlerinde telefonda bıkmadan senin sorunlarını dinlememin, nefret ettiğim bir dizinin tüm bölümlerini seviyormuş taklidi yaparak izlememin, biraz daha iyi görünmek uğruna açlıktan ölmeme rağmen yemek yemememin ve fakülte önünde bıkıp usanmadan saatlerce seni beklememin nedeninin arkadaş olmamız olduğunu söylüyorsun öyle mi?