genç öğretmenlerin çoğunun papağandan farksız olduğunu biliyorum. yeni nesil öğretmenler çok niteliksiz kişiler. sadece kariyer ve mali kaygılarla yapılan bir işe dönüştü gelir farklılığı yüzünden. mesleğini sevmeyen öğretmen istemiyorum.
birde bunlara beden ve müzik öğretmenleri eklenince, kafayı yediğim sorunsal.
ulan puşt derslere bile girmiyorsun götünü devirip yatıyorsun iki buçuk üç bin liraya burun kıvırıyorsun bide yetmiyor protestolara katılıyorsun.
kusura bakma ama sikerim seni birader.
öğrenciliğinde çok öğretmen dayağı yemiş kişi beyanı.
ulan her meslek grubunda işini iyi yapan ve kötü yapan örnekler var. kötüleri burada yazıp genelleme yaparak bir meslek grubuna ergen aklıyla giydirmeye çalışmak nedir?
ulan size 20 tane 4-5 yaş arası çocukla 5-6 saat boyunca aynı odada kalıp onlara bir şey öğretmeye çalışacaksınız, ders sonunda da velilerine çocuklarının gelişiminden bahsedeceksiniz deseler ya işsizlikten kabul edersiniz ya da bu işe bu maaş az dersiniz.
alacaksın bunları meslek lisesinde öğretmenlik yaptıracaksın. bak bi daha ağzını açabiliyor mu?
Biraz önce fox haberde gösterilen gerçektir. 18 martta atanmışlar hakları verilmiyormuş. Arkadaş okullar kapalı iş yok çalışmıyorsun ne yapacak devlet atadı diye gitmediğin işin maaşını mı verecek? Ne tuhaf ya. Evet.
ülkede herkes eğitimci, herkes eğitim uzmanı. sadece öğretmenlerin bir şeyleri söylemeye hakkı yok. öğretmenler hiçbir işten anlamıyor, öğretmenler sadece "yatıyor."
meslek kanununun değişimi gündeme gelir, öğretmenlere fikir sorulmaz.
müfredat değişir, öğretmene soran olmaz. sorulsa da öğretmenlerin söyledikleri dikkate alınmaz.
sistem değişir, öğretmenler hayır der, yapmayın der; yapılır, yine dinleyen olmaz.
sonra herhangi bir olumsuzlukta sorumlu kim? tabi ki öğretmen (!)
bu düşüncelerin asıl sorumlusunun kim(ler) olduğunu tartışmayacağım. ama topluma enjekte edilmeye çalışılan öğretmen düşmanlığını kabul edip her şeyin sorumlusunu öğretmenler olarak gören, en ufak dertlerini paylaşmaya çalıştıklarında da "sen de dur artık çok yattın bıdı bıdı" diyenlere de dur demek lazım artık.
pandemi önlemleri kapsamında mart ayında okulların kapandığı tarihten bu yana öğrencilerimle etkileşimde olmadığım tek bir gün olmadı. eba'dan ders anlattım, whatsapp üzerinden soru çözdüm, anlamadıkları konularla ilgili videolar çektim yolladım, denemeler hazırladım, yeri geldi telefonda sınava girecek öğrencilerimle sohbet edip stres yönetimlerini sağlamaya çalıştım. sınava girdiler, tercih aşamasında yardımcı olmaya çalıştım, onlarla birlikte okul araştırdım. bunlardan fazlasını da yapan arkadaşlarım oldu. ee bunlar zaten benim görevim, bizim görevimiz. okullar açık olsaydı da aynı şeyleri yapacaktım. demek ki tek sıkıntı öğretmenlerin evde olması. kusura bakmasın kimse, bunun sorumlusu ben değilim. bu süre zarfında ek ders ücretimi aldım. çalışmalarımın karşılığını alıyorum diye sağlık emekçisi arkadaşım twitter'da yazıyor, "öğretmenler yatıyor, ek ders ücretlerini veriyorsunuz ama bize ek ödeme yapmıyorsunuz " diyor. herhangi bir iş kolunun ücret alamamasının sebebi öğretmenler değildir. bu konuda eleştirilecek kişiler başka tarafta.
okulların açılış tarihi ertelendiğinde öğretmenlerin aklına gelen ilk şey seminerler olur, haklı olarak. mantıklı olan herkesin kalabalıktan kaçmasını gerektiren şu dönemde uzaktan seminer istemek ne kadar abes olabilir? ben online olarak çalışabilecek her meslekten arkadaşımın evinde, sağlık güvencesi altında çalışmasını talep ederim. ama karşılaştığımız cümle: "doktorlar, polisler, hemşireler, memurlar iş yerlerine gidiyor, öğretmenler de gitsin!"
doktorun, polisin, hemşirenin evden çalışması mümkün mü acaba çok parlak fikirli arkadaşım?
özel sektörde insanların it gibi çalıştırılmasının da sorumlusu ben değilim. memura da evden çalışma imkanı varken bu fırsat verilmiyorsa bunu da eleştir. "öğretmen niye evde?" diyeceğine, "o memur niye evde değil?" demen gerekmez mi? insanlara bu güvencenin ve fırsatların verilmesi değil midir insani olan? bu öğretmen düşmanlığı neden? üniversite sınavı orda, üniversite orda, kpss orda. tutan yok.
Olay ağlamak değil fakat şöyle de bir gerçek var. Devlet her atanan öğretmeni atayacağı garantisini vermiyor. Diğer sektörler için de durum aynı. Bu kadar "sırtını devlete dayamak" için çırpınmayı yakıştıramıyorum. Öğretmen olarak kabul görmek için kpss kadar yüzeysel bir sınav ve öylesine yapılan mülakat zaten başarı ölçemez. Bu puanı alan öğretmen hak ediyordur almayan kesin hak etmiyordur da diyemiyorum. Bunun yerine ciddi psikoloji ve pedagoji testlerinden geçilmeli hem de devlette özelde çalışma durumu fark etmeden. Gel gör ki elimizde olan belli. Bu noktada da yeterli bir puan bile alamayan öğretmen daha çok atama olsun da taban puan düşsün diye ağlamamalı. Seviyeyi alta çeken değil tam tersi daha ince eleyen sık dokuyan ölçme sistemleri için hak aramalı ki kendi farkını koyabilsin. Yok kendine güveni yoksa zaten yapmasın bir zahmet.
Öğretmene verilen değer sadece parayla ölçülmez. Dört yıl okuyan ya da parasını verip pedagojik formasyon alan herkesin öğretmen olamayacağı gerçeği türlü uygulamalar ile insanlara kabul ettirilmeli. Gerekiyorsa kontenjan daha da azaltılmalı. Yüksek puan almak tarih coğrafya sorusuyla değil türlü yazılı sözlü mülakatlar ile ölçülmeli. Bugün hosteslik için başvursan psikologdan onay alman gerekiyor ama belki de koca bir nesilde travma yaratacak rezil bir tutumu olan hoca rahatlıkla atanabiliyor. Bu meslek kutsallıkla değil profosyonellik ve mesleki etik ile bağdaştırılıp atama işi daha ince eleyip sık dokunarak yapılmalı. Kendine güvenen hiçbir hoca da bundan gocunmamalı.