özlemek ,özlenen yanında olsa da ona onu anlatmak için kelimelerin kifayetsiz kaldığını anlatamayacak kadar mahçup durumda olmaktır.
özlemek, özlenen uzakta olduğu zaman bile ona bir telefon kadar yakın olduğunu anlayamamaktır.
özlemek, bir ağacın kökünün dallarına dokunamamasıdır. Birbirlerine o kadar yakın oldukları halde, birbirlerini hissedebildikleri halde o hani dokunma güdüsü vardır ya onu tadamamaktır.
özlemek, sevdiğinin sevgisinin kare kökünün üçte birini bile bilmemektir.
özlemek, sigara dumanını her içine çektiğinde ciğerlerinde onun nefesini, onun nefesinin seni nasıl öldürdüğünü hissetmektir.
özlemek, bira yudumlamaktır.
özlemek, onu özlediğini biraz olsun unutmak için uyumaktır.
özlemek, yavaş yavaş eridiğini görmektir.
özlemek, bitmektir.
özlemek, özlenenin içimizdeki yerinin anlaşılmasıdır.. gece güneşi özler, tutsak kurtuluşu. ruh yaratıcıyı özler ve her an bedeni yani kafesini yıpratır her an taki artık serbest bırakana kadar uğraşır sonra bir gün aciz kalsın beden de özlem bitsin diye. biz yaşlanmak deriz o kavuşmak der. toprak yağmurunu özler. özlemek özlenenin içimizdeki yerinin anlaşılmasıdır. Anladım.. kurak bir toprak gibi... kör bir insanın her uykusunda ertesi günü görmek için dua ettiği gibi umut ettiği gibi, özledim .. içimdeki sen ile senden ayrı kaldıkça paçalanırcasına anladım.. Özlemek alın teriymiş kalp denen işçinin.
özlemek öyle çok uzakta olduğu için duyulan his değildir. yanında uyurken bile özledim diyerek boynuna deli gibi sarılıp ağlamaktır.
özlemek bazen dinlediğiniz bir şarkıda tüylerinizin diken diken olmasıdır. keşke burada olsaydı da sarılaydım boynuna demektir.
gözlerinin dolması ama ağlayamamak, hafif bir tebessümle onu düşünmektir.
otobüsteyken başını soğuk cama yaslayıp beraber dinlediğiniz parçayı dinlemek ve şehrin ışıklarında onu hayal etmektir.
gece yattığınızda diğer yastığın boş kaldığını görmek içinin burkulması ve yastığı sımsıkı sanki o imiş gibi sarılmaktır.
özlemek işte.
özlüyorum bile bile.
ama gidiyorum yinede.
hoşçakal özlediğim.
sanki özlemişimde bitmiş gibi, daha özlemiyormuşum gibi. bu versiyonunu yürek kaldırabilir belki ama, "seni çok özlüyorum" versiyonu gelir boğazın ortasında lönk diye bi gemici düğümü atar, ne ileri gider düğüm ne geri. ne çözülür, ne sıkılaşır. öyle saçma sapan kalır.
seni özledim
sen de beni özlemişsin
öyle diyordu kuşlar
kuşlar yalan söylemez
değil mi?
bir ölüyü özlemek. böyle gecenin bir yarısı insanın içinin kanamasıdır. her içtiğin yudum da biraz daha özleyip kavrulmaktır. gözyaşının her damlasının gözünde donup kalmasıdır. için için ağlayıp hıçkıramamaktır. fotoğraflara bakıp o gülüşü özlemektir. elini telefona götürmek ama arayamamktır. keşkelerin içinde boğulurken yaşanamamışlıkları özlemek. içinde bir ateş hissetmek ve hiçbir şeyin onu dindirememsi, her geçen gün daha fazla özlemek ve bu özlemi dindirebilcek olan tek kişinin o toprak altında olması ve onun nefes almasını özlemek. özlem çok kötü berbat bir şeydir, hele ki özlenen artık bu dünyada değilse daha da beter bir hal alır. özlem olmaktan çıkar artık çok başka can acıtan ve insanı yaşarken öldüren yaşayan ölüye çeviren bir şey olur çıkar. adı özlem olur ama aslında çok daha fazlasıdır hissedilen.
bazen bir kriz gibi gelen duygudur. beyninize o hakim olur, benliğiniz onunla dolar, taşar. hiçkimseyi onu istediğiniz kadar istemezsiniz. dünyaları verseler onun yerini tutamaz. o yanınızda olsa başınız göğe erecekmiş gibi hissedersiniz. o da sizi özlüyorsa çok keyif verici bir duygudur.
kişiyi paranoyalardan paranoya beğendiren bir psikolojidir. heleki özlenenle aranızda artık bir şey yoksa yani herhangi bir şey, ozaman daha bi pislikleşir özlem. durup dururken akıla düşmeler, bir internet sayfasında yahut bir tv reklamında onu düşünüp özlemekten deli olmalar... hepsi boşuna, hepsi boş!
kişisel telkinler bir işe yaramaz genelde ama genede denenmeli. o özlemiyor şimdi yahut o çoktan unuttu seni gibi sert telkinler hele hiç işe yaramıyor. insan kendi yalanına kendi inanıyor sonra ve daha çok üzülüyor. en etkilisi; sizi özlediğine emin olmak, onu özlemeyi kabullenmek ve ayrılığın gerekli olduğunu o kafanıza sokmaktır. neden gerekli? niye beraber olmazdık? gibi soruları bir köşeye bırakmakta yardımcı olucak bir eylemdir.
özlemek; en çok geri dönüşü olmayan birşeyi özlediğinde dayanılmazdır.
özlemek, sardı mı bırakmayan, arsız bir duygudur. kovsan gitmez, alışkanlık yapar, yokluğu daha beter sıkar insanı, daha bunaltır daha bir acıtır sanki. özlemek dünyanın en güzel duygusu gibi yerleşir en taze yerine zihnin. kalbin, senin, benim onun... yavaşça işler içine içine. bakarsın sen olmuş, sana benzemiş, sen aynı özlem olmuşsun, özlem aynı sen.
zaman mı kovalar onu?
hayır. zaman büyütür yüceltir belki.
ince sızı, başını yastığa koyuncaya dek kaçabildiğin tek...
"bilinçaltı aptaldır" önermesine inanıp da özlemiyorum diye kendini kandırmaya çalıştıkça kendini yalanlayan...
en insani yanımız anlatan kelimedir. özlersin olur olmaz, sebepsiz, gereksiz, anlamsız, yersiz kıymetini bilmediğin, bilemediğin ve yaşandığı anda asla bilinemeyecek zamanları. yüreğinde derin ve iz bırakan bir acıyla özlersin. yoktur hesabı ucu bucağı ve zaman eskitmektedir her şeyi acı ve özlemlerin dışında.
insanı şizofren yapan bişi..buna rağmen en iyi hafıza güçlendirici..
ben ne zaman eve gelsem okul tatillerinde , her yere kocaman dilate olmuş pörtlek gözlerle bakıyorum.. bazen salon aynasında kendimi görüyorum , sanırsın ki böcek inceliyorum.. öyle bi pür dikkat.. salonun parkelerinden hangilerinin ayrık olduğu , mutfaktaki fayansların hangilerinin üzerinde yeşil ot deseni olduğunu , odamdaki kütüphanedeki kitapların dizilimini.. banyodaki sabundan meyvelerin duruşlarını..
fakat yanlış anlaşılmasın bu müthiş hafızam sadece cansız nesnelere karşı.. beyin kıvrımlarım o kadarına mı yetiyo nedir artık bilemem.. çünkü insan yüzleri adları meslekleri okudukları bölüm ve hatta eşleri gibi detayları (!) asla hatırlayamıyorum..sırf bu yüzden 65 yaşındaki apartman yöneticisinin eşine aidatı verirken çok seferler "canım teyzecim" dediğim olmuştur..
misal burda bıraktığım arkadaşlarımı ya da sevdiğim kişileri de cansız nesnelerle hatırlıyorum.. örneğin bi isim benim için artık hareket eden bi canlıdan ziyade , cansız bi nesneyi hatırlatıyo..
x deyince aklıma hep koyu pembe tonlarda bi fular geliyo , y deyince boyunda sallanan küçük gümüş bi kolye ucu , anne deyince pamuklu pijamalar , kardeş deyince hello kittyli kalemkutu , baba deyince kablo bandı , çocukluk aşkım bile aklıma bi apartman olarak geliyo..
bi orda bi burda olmak , her lafın başında "ama ben gidicem yakındA" iLiŞTiRMEK.. misal geçen senenin başında okulla ilgili bi kitap ararken bi kitapçıda çok tatlı bi çocukla tanıştım ben de şu hastanede çalışıyorum hemen üstte dedi ,ama kendime ait hattım yok bulamazsın beni ordan cep telefonumu veriyim dedi sırıttı filan bi anda aklıma geldi ki ben bi hafta sonra gidiyorum.. şimdi o bi haftada kim tanışcak da sevgili olacak da ooo , tabii bön bön baktım yüzüne sanki anlamıyorum gibi.. çocuk da 5 dakika önce gülen bu kadına noldu da böle malaklaştı diye düşündüğünden kitabını aldı çıktı gitti.. belli bi süre sonra tabii bu "bi haftada ne olcak ki lan" düşüncesi , "bi ayda nolcak ki lan"a kadar uzar..
bi de tabii özlemek denen düşmana karşı kullanılan taktikler var ona karşı yenilmemek adına.. her sevdiğin anın fotoğrafını çekmek , öyle ki evde gizlice tuvaletteyken filan tartının üstüne makinamı koyup resmimi çekiyorum ki unutmuyim diye.. biri görse artık ne düşünür bilemiyorum.. sonra yetmiyo o resimleri , öğrenci evimdeki tuvalete asıyorum.. fotoğraflar yetmeyince , insanlardan gizlice bişiler aşırma faslı başlar.. en yakın arkadaşın fuları , sevgiliyle gidilen sinemanın önünde mendil satan çocuktan alınan selpak , yer yer utanmayıp sümkürülen mendili cepe atıvermek , annenin 4-5 atletini aşırmak "nerde yahu bunlar" diye sorunca kardeşi göstermek , kardeşin bütün küçüklük kıyafetlerini bi torbaya koyup gizlice eve götürmek , kokuları gitmesin diye özel vakumlu torbalar almak , sorana "muhtara verdim dağıtsın diye demek" gibi aslında ilk okuyuşta salakça gelen ama yaşayanın ne kadar üzücü olduğunu bildiği küçük minik taktikler..
bu taktiklerden ikincisi de , iyice totemlere inanmak.. misal bi vedalaşmayı uzun tutarsan , o kadar süre göremiceksin o insanı gbi bi düşüncem var benim.. o yüzden annemlerle bile çok sarılmam.. çat diye pass kontrole girerim arkamı da nadir dönerim.. arkadaşlara da gidiceğim günü söylemem..cuma günü çok sevdiğim birinden vedalaşmam gerekti dakikaları saydım sarılmasına izin vermedim sonra minibüse binerken sarılmamış olmanın pişmanlığıyla ağladım.. ama kurallar gereği işte çok uzun vedalaşmamam lazım..
bunun gibi bi dolu saçma şey.. o kadar saçma ki.. kafanda sürekli biriyle konuşup notlar almak.. en son dayanamayıp bulutların resmini çektim anlatırken görsel olarak da destekleyeyim diye.. "sen de olsaydın keşke " cümlesinin kutsal olması , bismillah çekmek gibi sürekli "özledim :( " demek , demezsen sanki onlar sana küsermiş ya da daha fenası unuturlarmış seni gibi hissetmek..
artık ayrılığıa tahammülü kalmadığı için insan herşeyi eşleştirmeye de başlıyo.. deliliğin son noktAsı ! bu akşam hamsileri ayıklarken , sonda kalan minik hamsilerin kılçıklarını ve bağırsaklarını çıkardıktan sonra diğer 2 birbirine yapıştırılmış temizlenmiş hamsilerin içine koydum onlardan aklımca bi aile yaptım.. ayrı çorap görünce de ya da terlik hiç dayanamam hemen birbirlernin içine sokarım.. kaç kere annem , kızım niye bunları kedi kuyruğu gibi bağlıyosun diye azarlamıştır.. bazen masada tek kalem görünce bile hemen dayanamayıp bi tane daha kalem koyuyorum yanıma ki yalnız kalmasınlar diye..
ehehe işte bunların hepsini yaptıran şey özlemek.. ben günün birinde cidden delirirsem , hafızam yaratık hafızası gibi olursa , eşimin dostumun adlarını unutup kol saatlerinden ya da kemerlerinden tanırsam , herşeyden ikişer ikişer alırsam hep özlemenin suçu..
amma da manyaklaşmışım bu entryi yazarken bunu farkettim.. ama özlemek tek yönden iyidir.. her geçen anın kıymetini iyi bilirsiniz.. misal başkaları kalkıp, 2 saatlik yola girmez aile ziyaretlerinde üşenir.. amaaan trafiğe kim giricek der ? siz girersiniz.. eve arkadaşlar çağırılmaz ki ev kirlenmesin yemek içmek faslı yormasın , siz dışarda rahat konuşulamaz rahat sarılınamaz diye bütün temizlik yemek içmeyi üstünüze alıp , evi üs olarak kullanırsınız.. kimse msn skayp varken telefonla uğraşmaz , siz sırf skaypta ses garip geliyo diye herkesi ararsınız.. telefonunuz çaldı mı hele bi de başında +090 varsa mutluluktan uçarak telefonu açarsınız , sizi her kim aradıysa aradığı için memnun olur..şayet bi gün cesaret edip , biriyle o kısacık arada bile ilişkiye başlarsanız kesin feci çok pis aşık olmuşsunuzdur.. artık oturup ben bunu seviyorum mu diye düşünmelere gerek kalmaz.. insanların üzerinde ne kadar etki bırakmışsınız ya da bırakmamışsınız net görürsünüz.. kim sizi hala hatırlıyo ? kim geliş gidiş tarihlerinizi takip ediyo ? kim siz burdayken sizinle gerçekten görüşmek istiyo ? kimi kısıtlı zamanınızı harcayacak kadar çok seviyorsunuz ? kimi özlüyosunuz ? kimin yokluğunu bile fark etmediniz ? gözlem yeteneğiniz artar.. detayları fark edersiniz.. çok ağladığınız için cildiniz çok sağlıklı olur.. evet bunu ben uydurdum.. ama gözyaşının içinde o kadar ig A var bi işe yarıyodur elbet..
büdüt: aramızda psikiyatr var mı aceba ? kendisine bişi sorucam da..
kronik bir hastalık gibidir. öyleki sürekli hissedersin, ama bazen sancısı öyle bir vurur ki; kıvranırsın. hiçbirşey yapmak istemezsin. önünde bekleyen tüm işler gözünde büyür, gözlerin ağırlaşır, ruhun daralır, uzanıp uyumak istersin yatağa kavuşamazsın. yatağa kavuşursun uyuyamazsın.
zordur, boktandır, ama keyiflidir genede.
ne olduğunu çok iyi bildiğim duygudur. kapı açılacak da özlediğin sana gelecekmiş gibi hissedersin yolda yürürken her köşeden o çıkacak gibi gelir sabah uyandığında gözlerin odada onu arar... ama bulamaz. işte özlemek budur.
yeri dolmayan bir boşluk gibidir.
yalnız, üşümüş, ortalıkta kalakalmış gibi hissetmektir.
kendine yalanlar söyleyip, avutmaktır.
ve bir anda gerçekle yüzleşince duyduğun ince bir sızıdır.
seslerde, görüntülerde, yolda gördüğünüz herkeste birini aramaktır.
bulamadıkça kaybolmaktır.