bambaşka bir yerde çok tanıdık, hatta ezberlediğin bir kokunun burnuna gelmesidir. gözlerini kapatıp o kokuyu doyasıya içine çekmektir, sanki sevdiğini kokluyormuşsun gibi.
hiç olmadık bir yerde bir anda içinin sıcacık olması, sonra hemen aynı yerde büyük bir acı ve büyük bir boşluk hissetmektir. önce sevdiğinin ellerini sımsıkı kavradığını hayal ederken bir anda gözlerini açtığında onun yokluğuyla yüzyüze gelmektir.
önce günleri, sonra saatleri, sonra dakikaları saymaktır. oturup günler çabuk geçsin diye allah'a yalvarmaktır. zaman geçsin, günler saatlere, saatlere dakikalara yerini bıraksın diye uyumaktır.
özlemek acı çekmektir. hasret çektiğine kavuşacağın anı düşünerek bu acıya katlanmaktır ve onu gördüğün, sımsıkı bir kez sarılıp kokusunu içine çektiğin an biter özlem de acı da. bu kez dakikalar saatlere, saatler günlere yerini bırakmasın, zaman sen sevdiğinin yanındayken ilerlemeyi bıraksın, dursun diye dua edersin.
yoğun ve şiddetli bir biçimde hissedilen dokunma, koklama, tatma, duyma hislerinin oluşturduğu kombo duygu. insana özgü iç burkan ve acı veren bir his. sevgiliye beslenen en güçlü duygulardan birisi.
özlemek, sevilen herhangi bir kişi veya obje nin arzulanmasıdır. sevilmeyen hiç bir şey özlenmez. sevgi eşittir özlem denilebilir. sevgiliyi özlemek, askerdeki oğlunu özlemek, kışın baharı özlemek, eski bir dostla sohbet etmeyi özlemek. bülbül sesini özlemek.
özlemek, özlenmeye değmek demektir. insan özlenmez, karşıdaki kendini özletir. bunu bilen insanlar olduğu sürece özlemek güzeldir.
diğer türlü eşşekliktir.
ne garip şey, üzerinden aylar geçiyor, "tamam" diyorsun, "bu sefer unuttum." gündelik hayat sürüklüyor seni sürekli bir yerlere, yeni insanlarla tanışıyorsun, ama hiçbirini hoşlansan bile hayatına tam olarak dahil edemiyorsun, sanki biriyle birlikte olsan ona ihanet edecekmişsin gibi aptalca bir his. halbuki o unutmuş, başkasını senin yerine koymuş, belki de sen varken bile hep oradaydı, belki değil, öyleydi. öyle ya, herhangi biri değildi, onun eski sevgilisiydi. oturup düşünmedi bile bunun sana kendini nasıl hissettireceğini, sen de hiç hissettirmedin ki nasıl da kırıldığını, sitem bile etmedin, öylece çekip gittin, kuyruğunu dik tuttun hep, özlemekten gebersen de aramadın, en azından gururun vardı elinde kalan. "unutmak en büyük cezadır" dedin, unutmaya çalıştın, unutur gibi oldun belki, geceleri uyuma kabiliyetini yitirdin, kabiliyet bile değil ki bu anasını satayım, isteyen herkes uyuyor mışıl mışıl, nasıl isterdin şimdi herhangi birisinin yerinde olmak.
özlemek, her an, her dakika birisinden ayrı olduğunun bilinciyle yaşamak demek benim için bugün ve şu saat. yapılan haksızlıklara, onca acıya, geri dönüşün olmadığını da bilerek (o istese bile), her şeye rağmen kızamamak demek.
bazen bittiğini sandığınız zaman yine ortaya çıkan boktan duygular silsilesi. ne giden gidiyor yüreğinizden ne de sevdası. dediğim gibi boktan bir duygu.*
fiziksel olduğu kadar duygusaldır. araf ehli, içinden melankoli fışkıran bir cumhuriyetin başkentidir özlemek. şöyle ki:
okul hayatımı özlüyorum. özellikle ilkokuldan çıkıp liseyi bitirene kadar 7 sene yaşadığım yurt hayatını. bazen sosyalleşmenin sadece 182 merdiven arasında olduğunu düşünürdüm. her bir kat ayrı bir yaşam tarzını, her yatakhane ayrı bir eğlencenin kapısını açardı. derken soluk alıp verirken geçen sürede büyüdüğünü farkediyorsun. bir gün eline diplomayı sıkıştırıp kapıyı gösteriyorlar. nasıl yani? dediğinde çoktan yurt kapısının dışında, üniversite kapısının eşiğinde oluyorsun.
askerlik keza öyle. bitmez dediğin gün sayıları, şafak doğan güneş kutsalında bitiveriyor. bir sabah güneş sana doğuyor, nizamiyeden çıkarken el salladıklarına emanet edip gidiyorsun güneşi..
sonra tek tabanca patentli olarak çıktığın hayat trafiğine, para kazanma konusunda başvuru yapıyorsun. hayat bu, yine kabul ediyor seni. attığın tüm bozuk paralar dik geliyor, hiçbir kutup ayısına yakalanmadan şahane bir masa başı yakalıyorsun. derken zaman geçiyor para kazanıp kıç büyütmeye başlıyorsun. hah işte şimdi tam bu dönemimdeyim, kabulleniş sürecinde, gençliği orta yaşa teslim etmemek için direniyorum. kemale ermek için evlen artık baskısı, eş dost düğünlerinde ortamda tek başına kalınan saplık moduna karışınca bir mermi de ben sıkasım geliyor freeboy yaşam tarzıma..
gece yarısı nöbetleri başlıyor bir süre sonra. oturup düşünmeler. kaçıp giden uykulara nazire yaparcasına, sigaranın izmariti bir diğerine karışıyor. balkon mesaileri ile devam ediyor sonra geceler. sıcak yaz geceleri aslında ne kadar efkara müsaitmiş onu anlıyorsun. sonra ismi aklına geliyor. o yaz gecesi donup kalıyorsun oracıkta. kiliti olamayan ama kilitlenmiş bir kalbin nağmeleri ile...
özlemek böyle işte arkadaşım. sen, sen ol özleyecek bişey bırakma geride. üstelik yaptıklarından değil, yapmadıklarından pişman ediyor hayat. söyleyemediklerin rahatsız ediyor, söyleyebildiklerinden ziyade..