"uff" oluyorsun galiba. dizini masaya çarpmaktan daha kötü olduğu kesin. kesin mi dedim, yok be ben öyle kesin konuşmayı sevmem aslında, herkes ölüyo diye niye ben de ölecekmişim, ne yani imza mı attık. hele bakalım ölürsek yazarız o zaman dişe dokunur bi şeyler. hadi şuraya bi bkz. verelim de neşemizi bulalım, ne o öyle ölüm, öğk ! alakasız görünebilir ama siz bakınız; (bkz: wing tsun)
hakkında yazılan yaşanmış olayları anlatan entrylerin nedense en beğenilen entrylere girdiği mevzudur. annenin ölmesi, babanın ölmesi, dedenin ölmesi... gibi. sonuçta ne gerek var ki böyle derin ve manevi bir konuyu gelip şu *sözlükte yazıyorsun. anlamıyorum ki; içini mi döküyorsun, cevap mı alıyorsun, feraha mı eriyorsun?...ya da kıçından hikaye mi yazıyorsun? her neyse artık...
beyinde hakiki imgesinin oluşabilmesi ve kavranılması, iliklerde hissedilmesi için 15 dakika sonra vuku bulması durumunda neler olacağının derin derin hayal edilmesi ve kurgulanmasının gerekli ve yeterli olduğu hadise. *
kendim için değil.. kendi ölümüne korkmak saçmadır zaten. nasıl olsa birgün gelip bulacak, omuzumdan tutup "hadi, gidiyoruz.." diyecek. kaçışı yok bunun. çaresi, ilacı, hilesi... yok. olsa da itiraz eder miydim bilemiyorum. zira yaşamdan deliler gibi zevk alan insanlardan olmadım hiçbir zaman. ama ne dersek diyelim, 2x1 boyutlarında tahta bir kutuda bitecek sonu.
ölüm..
düşündürüyor beni. ve dediğim gibi, korkutuyor.. belki bir kayıp değil, sadece ilahi bir ayrılık, belki de nihai yok oluş, o kısmıyla da fazla ilgilendiğim söylenemez.
ancak çok sevmekten korkar oldum. ölümün acısını, "kalan" tarafında durup çekmekten.
"senin yerine ben öleyim" derler ya, biz de deriz ki "adama bak, o kadar çok seviyor ki, karşısındakinin yaşamasını sağlasa kendi canını verir." ben de onlardanım işte. herkes onlardan aslında. ve hepsi de doğru söylüyor. ama kimsenin söylediği göründüğü amaca hizmet etmedi, etmeyecek.
fedakarlık bildirmedi bu söz. belki de hiç bildirmedi... saf korkudan başka hiç bir nedeni olmadı belki de..
aslında "senin yerine ben öleyim" demedik hiçbir zaman. dilimiz dedi onu. içimizden "sen ölürsen ben nasıl yaparım, neye tutunurum, nasıl yaşarım. çektiğim her nefes ateş olup içimi nasıl kavurmaz.. günler, aylar, yıllar nasıl geçer? yapamam. ölüm bundan daha insaflı, bu acı ölümden daha kara. senin acını çekeceğime ölmek istiyorum!" diye çığlıklar attık.
"asla alışamam. daha büyük acı yok!" deyip de alışmak, alışmak zorunda bırakılmaktan korktuk hep. alışmaktan, hayata devam etmekten. ama asla acının geçmemesinden, sadece şekil değiştirip hayatımızda yerini almasından kaçtık.
ölüp gitmek kolay. yaşamın, 15 katlı bir binın camında, keskince bir fileto bıçağının ucunda, hatta sadece hızla gelen bir trenin çelik tekerleklerinde son bulacak kadar basit ve kırılgan olduğunu yüzümüze çarpacak kadar hem de. "pamuk ipliğine bağlısın güzelim" diye sırıtıyor. he de alayım canını. karar ver, infaz et, reddet yaşamayı, çağır beni ve seni götüreyim. kolay... çekici..
hani geride bıraktıkların olmasa sevgilin gibi koluna takıp gidersin belki de götürdüğü yere, itirazın olmaz...
ama acın geliyor aklına. "alışamam" demelerin, "alışamazlar"'a dönüşüyor. annen geliyor aklına.. baban.. ailen.. biliyorsun. senin üzerine toprak atacak kadar yaşamazlar o zaman.. hayatları mahfolur..
sıkıyor seni. bunaltıyor. sorumluluk taşıdığını farkediyorsun çünkü. varolarak, sadece yaşayarak, orada olarak, insanlara yardım ederek, onlarla ilgilenmeyerek, onlarla kavga ederek, arkadan vurarak, satarak, orospu çocukluğunun alasını yaparak, onları ödüllendirerek, severek, sevmelerine ya da nefret etmelerine izin vererek onların hayatında farketmediğin kadar kocaman bir yerin sahibisin.
biliyorsun. atamıyorsun. hiçbir nedenin yoksa bile arkanda bırakacaklarını düşünmek yeni nedenler yaratman için zorluyor seni. bunalıyorsun.
onlarca kere planladığın "intihar" isimli tek perdelik oyununu sergileyemiyorsun bu yüzden..
çünkü biliyorsun. ölürsen öldüreceksin. oluşturduğun kara delik asla kapanmayacak! sadece insanlar alışacaklar.
yaşam süremizce aslında gözardı ettiğimiz sONUç. zira düşününce 50 yıl sonra belki bir çoğumuz olmayacağız. o yüzden buralardayken yaşamınızın kıymetini bilin.
insana alışmayı öğreten yegane şey..* alıştıkça biz de tükensek de azar azar, beden tükendikçe benliğimizdeki umut da bir o kadar çoğalıyor.bu nedendendir ki onu kendimize asla yakıştıramadığımız.. umudun da benlikten çıktığı noktada ise sen yakıştırsan da yakıştırmasan da o gelir zaten.